Zeki Aydıntepe yazdı “Bizim Bahçe”de, “Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu'nu öfkelendiren ve yanlış olduğuna inandığı haberler yer alıyormuş son günlerde medyada.” Peki ne yapıyormuş bu durumda başkanımız? “Toçoğlu işin aslını öğrenmeden yazılıp çizilenlere karşı her şeye rağmen sessizliğini koruyor.”muş. Formunu koruyor diye bir laf var ya hani, onun gibi mi? İyi bir şey midir acaba sessizliğini korumak? Lütuf mudur? Nasıl korunur sessizlik acaba? Neden korunur? Yoksa ne olur mesela?

Nelermiş yanlış olduğuna inanılan haberler? Haberin yanlışı olur mu ayrı da, yanlışı düzeltmenin yöntemi midir kızmak ama sabretmek, sessizliğini korumak. Ben olsam bozarım sessizliğimi.

Toçoğlu, samimi kanaatimdir, kin tutmaz, öfke biriktirmez. Yerel yöneticilik, her ne kadar başbakanımızın atamasıyla tercih edilmiş olsanız da halkın oyunu isteyip geldiğinize göre sessizliğinizi koruma makamı değildir ama. Sessizliğini bozmak ayrıca ağzını bozmak demek de olmadığına göre.

Zeki Toçoğlu’yla tanışıklığım yok. Sesini, tavrını, müktesabatını, sevdiği şiirleri, örnek aldığı düşünceyi, idealini, zaaflarını, güçlü yanlarını bilmem. Rezervim de, düşmanlığım da yok dolayısıyla. Oturup konuşsak belki de severiz birbirimizi. Gerekli midir? Yooo. Eleştiriyorum. Hakkım. Görevim de. Yürümeyen bir yanı yok mu bu büyük şehirin? Aziz Duran’dan beri aksamıyor mu hiçbir şey?

Belediye, yapacaklarını açıklar, ilan eder, siyasi manşet yoluyla değil ama basın bülteniyle. Yok efendim “Toçoğlu Serdivan’da göl projesini dinledi”, yok “Uzunçarşı’da gezdi”, yok “Çark Caddesi’ni denetledi” dışında, ötesinde bilgi verir, paylaşır, istişare eder. Muhabir ya da köşe yazarı yanlış anlar ya da yanlış anlatırsa, düzeltme gönderir, onu da yayınlar. Basın birimi niye var? İnat mı ediliyor? Kötü niyet mi var? Biriktirilir, basın açıklaması yapılır, başkan onu imzalar. Başkan basın müdürü değildir ki eleştiriye kendisi cevap versin.

Yanlış bir görüntü de var, gittikçe kanıksanıyor, siyasetin arızasıdır. Başkan öndedir, başbakan sanırsınız. Ayıplıdır bu görüntü. Şehirlerin başbakanları olmaz. Başkan siyasi rol modeli de, siyasi figür de değildir. Partisizdir doğrusu. Yerel yönetici, işiyle beyanat verir yani projesiyle. Hesap da verir. Küçülmez böyle yaparsa. Yapmaya kalkmadan da ne yapacaksa halkıyla paylaşır. “Meclisten geçirdim mi vatandaş öğrendi, bildi sayarım” doğru “dil” değildir. Halka anlatırsınız. Bunu da basın ve halkla ilişkiler vasıtasıyla yaparsınız. Mesela bana hiç gelmedi bülten, telefon, mektup, e posta, sms. Halbuki farkındayım, eleştiriyorum, dokunduruyorum. Vurmuyorum haa. Küçük dokunuşlar. Çok mu? Okumuyorlardır. Mecburlar mı? Elbet değillerdir. Fasulye gibi nimetten saymam kendimi. Bu benim marifetimdir ama. Okunmasam da yazmak. Yazılsa da okumamak, nedir? O marifet değildir işte. Sorarlar adama, eleştireni okumuyorsan kimi okuyorsun diye. Zeki Toçoğlu kimi okuyor?

Zeki Aydıntepe’nin yalancısıyım, “Şehrin güzelleşmesi, temiz kalması, yapılanların korunmasına yönelik yayınlar yerine maksatlı ve önyargılı haberler yapılmasını doğru bulmadığını” ifade ediyor Toçoğlu. “Yapılan yatırımlar konusunda herkesin ve her kesimin fikrini alıp değerlendirerek yola çıktıklarını belirtiyor”muş. Basının tavrını beğenmiyor olacak, “aksine haberler yapılmasını üzücü bulduğunu, ancak etkilenmeksizin yoluna devam ettiğini” söylüyormuş Toçoğlu.

“Etkilenmeksizin.” Bunu anlamıyorum işte. “Etkisizliğimizi” anlıyorum. O bizim eksikliğimiz. Hak ediyoruz. Sözümüzün bir kıymeti harbiyesi yoktur. “Duyarsızlığı”, “umursamazlığı”, bu kendinden menkul “kavi güven”i anlamıyorum. Başkana da yakıştıramıyorum böylesi bir eksikliği, hamlığı. Kızgınlığım bunadır. Haşa, “yanılmazlık” iddiasıdır bu, “benden iyi mi bileceksiniz” dilidir. Halife Ömer’in dili değildir. “Gönül”süzdür bu dil, kabadır, buyurgandır. Gerçekçi değildir bir de, gerçek değildir. İçlerinde bir halife vardır, adı Ömer’dir. “Sorarlar!” sesi kulaklarındadır. Şehir de, ahalisi de “emanet”tir, evvela “şefkat” bekler. Bilirler. Unutamazlar. Sırçadır çünkü aslında köşkleri de, gönülleri de.

Başkanım kızma Allahaşkına. Sessizliğini de koruma. Bir an evvel boz hatta. Önce ekibine seslen. Muhabiri, yazarı ben mi arayacağım, bilgilendireceğim diye sor? Neden belediye başkanı olur bir insan? Neden “yüz binlerce insana hizmet etmek istiyorum” der? Bu nasıl bir aşktır? Ve iddia! Kendiniz talip oldunuz. Saygımız var. Hayranlığımız da. Bizim yapamayacağımız şeyleri yapabilmişsiniz ki o makama gelmişsiniz. Makam arabaları, koltukları, escortları, protokolü güzeldir iktidarın. Ya çabası? Gayreti? Sabrı? Anlayışı? Her yaptığınızı beğenmek zorunda mıyız? HES’lere karşı çıkamaz mıyız mesela? Bulvar’ı ortadan ikiye ayırmanızı, tarla gibi sürmenizi, trafiğe kapatacağına “işlerlik” kazandırmaya çalışmanızı beğenmek zorunda mıyız mesela? Yer altı tuvaletinin yanına bir de şadırvan yapmaya kalkmanızı sevmek zorunda mıyız? Öve öve bitiremediğiniz Osmanlı neden akıl edememiş yer altı şadırvanları yapmayı? Anlamıyor muymuş kent mimarisinden Koca Sinan? Ankara’yı deccalin şehriymiş gibi senelerce lanetleyen, “yerin altında namaz kılınan şehir” diye küçümseyen arkadaşlarınız olmadı mı hiç? Sizin şehirleriniz neye benziyor şimdi? Uzunçarşı’yı hallettiniz de meydanın andeziti mi kusur kaldı başkanım? 40 bin orta hasarlı bina var şehrinizde. Andeziti falan bırakın da Adapazarı’nın yirmi yıl sonraki fotoğrafını Allah aşkına bir çizdirin. Emekli olduğunuzda o fotoğrafı duvarınıza asacağınızı da unutmayın.

Sessizliğinizi korumayın. Adapazarı’nı koruyun. Hatta kendinizden bile! Çünkü bize bu yazdıklarımızın, size de koca bir şehre yaptıklarınızın hesabını soracaklar. Bunu bir düşünün. Sabah namazından sonra. Fakat yalnız ve yaya gideceksiniz. Serdivan’da yokuştaki eski cami de olur, Yorgalar Mezarlığı’na gelmeden önce, sağdaki küçük mescid de. Allah kabul etsin!