Öncelikle ve peşinen söyleyelim ki; hemen herkesçe bilinen, sağır sultanın bile bildiği ve duyduğu gibi, bizim İNANÇ, KÜLTÜR, GELENEK ve TÖREMİZDE böyle bir kutlama yoktur.
          Ne “Yılbaşı” ve ne de “Doğum günü” diye bir günümüz, gecemiz ve kutlamamız yok.
          Neden yok ve neden olmadığını, olmayacağını ve olamayacağını  izah etmeye çalışalım.
          Önce “yılbaşı” nedir ona bakalım.
          Yılbaşı: Bir yılı geride bırakıp, yeni bir yıla girme ve karşılama olarak tanımlanabilir.
          Doğum günü de öyle. Bir yaşı bitirip, yeni bir yaşa girme, yeni yaşı karşılama,bir yaş daha ihtiyarlamadır. Her ikisinde de ömrün bir yılını daha geride bırakma, bir yaş daha yaşlanma ve ihtiyarlama var.
          O zaman şu soru akla gelmez mi? Ömründen bir yıl daha kaybetmiş, bir yıl daha yaşlanmış, ölüme bir yıl daha yakın hale gelmiş bir insan,
          “Ne iyi ettim de yaşlandım, iyi ki ihtiyarlamışım” diye sevinir mi? Sevinebilir mi?
          Bir yıl kaybedip, kaybedeceği bir yıla daha girmeyi kutlayabilir, bir nevi “bayram” yapabilir, eğlenebilir mi?
          Hele hele geride bıraktığı yılı, maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi olarak tam değerlendirememiş, her iki alanda başarılı bir yıl geçirememiş, hedeflerine, arzu ve isteklerine ulaşamamış sa. Hemen herkesin bu anlamda  beklentilerini  karşılayamadığı, hep pişmanlıklarla dolu bir yıl, yıllar  geçirdiği de aşikar iken.
          Bu durumda kutlama, bayram, sevinç, eğlenme, mutluluk olur mu?
          Peki ne olabilir?
          Kazasız ve belasız bir yılı geride bırakmaya, ya da sıkıntılı bir yıl geçirilmiş ise, gelen yılın daha iyi olması için dua etmek,  geçmiş yılın maddi ve manevi muhasebesini yaparak, gelecek yıla dair hazırlık ve pilan yapmak, geçmiş yıla ait hataları ve eksikleri gidermeye niyet etmek, geçmiş yıla, Mevla yaşattığı ve yeni bir yıla kavuşturduğu için şükretmek gerekmez mi?
          Yani, kutlama, eğlenme yerine; düşünme, murakabe ve muhasebe etme, şükretme, dua etme, yeni seneye daha iyi olmanın niyet ve  pilanlarını yapma, daha akli, tabii ve gerçekçi olmaz mı? Tabii, doğal, fıtri, hayatın normal akışı, gereği  bu değil mi?
          Peki, helal dairesinde bir şeyler yapılamaz mı?
          Gelenek ve göreneklerimizde, töremizde olmamasına rağmen, yılbaşı ve doğum günlerinde meşru ve helal çerçevesinde neler yapılmalı, neler yapılabilir?
          Yine Dinin rüknü, Sünnetin gereği olmadığını bilerek, sadece nafile bir ibadet, eylem, fiil ya da meşru bir dünyevi  etkinlik olarak neler yapabiliriz?
           Madem ki ömrümüzden bir yıl kaybettik, madem ki yaşlanarak yeni bir ihtiyarlık yılına giriyoruz, O zaman ve  o gece, ömrümüzün tüm gece ve gündüzlerinde yapmamız gerektiği gibi, her şeyden önce geçmiş günahlarımıza hasbi tövbe edebiliriz, etmeliyiz.
           Yine o gece, bir önceki seneyi yaşattığı ve yeni bir seneye daha kavuşturduğu için Yüce Yaratıcıya bol bol şükredebiliriz, şükretmeliyiz.
           Geçmiş senenin muhasebesini yaparak, yeni seneye dair maddi ve manevi pilanlar yapıp, kararlar alıp, söz verip dua edebiliriz, etmeliyiz.
           Bunları yaparken de, her zaman yiyip içtiklerimizi yiyebilir, helal olanı o akşam soframıza koyabiliriz.
           Daha da güzel olanı, o gecenin, o gece ve yıla ulaşmanın  şükrü gereği, bir fakire misafir olup, ihtiyaçlarına yardım edebilir, bir hastayı ziyaret edebilir, bir sokağı, caddeyi ya da parkı temizleyebilir, herhangi bir hayır ve hasenat yapabiliriz. Yapmalıyız da.
           O geceyi, her gece yapmamız gerektiği gibi, istiğfar ve ibadetle geçirebiliriz. Her zaman yapmalıyız, ama o gece de yapmalıyız.
           Çoluk çocuğumuzla oturup, geçmiş yılı hep beraber değerlendirebilir, gelecek yıla dair pilanlar yapabiliriz. Çünkü, yeni bir yıla, yaşa girmenin, ihtiyarlamanın, geçmişe şükrün ve geleceğe duanın, en tabii  gereği budur.
           Daha geniş bir perspektiften bakarsak,
           Gerek ülkemizin, gerek Müslüman dünyanın ve gerekse tüm insanlığın içinde bulunduğu bu vahim durum karşısında,
           D.Türkistan’da, Karabağ’da, Filistin’de, Yemen’de, Arakan’da, Libya’da, Somali’de, Afganistan, Irak, Suriye’de, Mısır, İran, Keşmir, Çeçenistan, Bosna, Kosova, Afrika, Kafkaslar ve Balkanlar’da, Kırım’da, Kıbrıs’ta, Anadolu’muzun  doğu ve güneydoğusunda, bunca kan, bunca zulüm, bunca işgal, sıkıntı, gözyaşı, feryad-ı figan varken,
           Milyonlarca insan muhacir ve mülteci, milyonlarcası aç ve açıkta iken, içimizde bunca sıkıntı, işsizlik, fakirlik, şiddet, cinayetler, kazalar, musibetler varken,
           Emperyalist ve ziyonist kuşatma, tehdit ve tehlike altında iken,
           Her gün şehit haberlerini, cinayet havadislerini, feci tırafik kazalarını, canını kurtarmak için sınırlarımıza yığılanları görürken,
           D.Türkistan da, kadim yurdumuzda bir vatan işgal edilir, bir millet yok edilirken, nasıl eğlenebilir, neyi kutlayabiliriz?
           Gülmeye hakkımız ve halimiz kalmazken, hep ağlamamız gerekirken!
           NOEL ise, konumuz değil ve olamaz. Konuşulma bile konuşulamaz. Zira, inancımıza ters, bize ait olmayan bir Hırıstiyan geleneğidir. Doğum gününde Batılıların şarkılarını söylemek, mum söndürmek ve benzeri adetler de Batı taklitçiliği, kimlik kırılması, kimlik erozyonu, aşağılık kompleksi, kendimiz olamamaktır.
           YENİ SENEMİZİN SAĞLIKLI, SAADETLİ, SELAMETLİ, MUVAFFAKİYETLİ, İSTİKAMET ÜZERE GEÇMESİ, UYANIŞ, DİRİLİŞ, TİTREYİŞ VE KENDİMİZE GELMEMİZE, BİRLİK, BERABERLİK VE KARDEŞLİĞİMİZE, ADALET VE AHLLAKA KAVUŞMAMIZA, HER İKİ DÜNYA İÇİN KURTULUŞUMUZA, ZULÜMLERİN SONA ERİP, ZALİMLERİN, EMPERYALİST VE ZİYONİSTLERİN KAHROLMASINA VESİLE OLMASI, DAHA GÜZEL OLMASI  DUA VE NİYAZIYLA.