Bizde ümit hiç bitmez…

Ömür biter, ümit bitmez…

İmanın meyvesidir ümit…

Nereden bilecekler bunu, inancı olmayanlar?

Bizde ümit hiç bitmez… 

Yaradandan armağandır, inananlara...

Dünyanın en zengin insanı kimdir?

Ümidini yitirmeyen insandır o…

Çünkü ümidin kaynağı ilahidir…

Ebediyetten izler taşır o…

Ümidin damlası, denizlere bedeldir…

Çünkü o damlanın yüzü, ebediyete bakar…

Evet, bunu kalbiyle bakan görür, işiten anlar…

Bak ne diyor, bir kâinat yolcusu onu dinleyelim:

Gezdim diyar diyar…

Dolaştım çiçek çiçek… 

Süzdüm yudum yudum…

Renklerin, kokuların en hasını sundum sana…

Ey insan, uyansana…

Ben şafakla beraber uyandım…

Ne bahçeler geçtim, ne dağlar aştım…

Sadece ballar değil, dualar getirdim sana… 

Ey insan! Uyansana…

Hâlâ melâl içindesin, üzgünsün...

Hâlâ düşünmüyorsun…

Düşünemiyorsun…

Bunca nimet içinde yüzdüğünü göremiyorsun…

Bahanen ne senin?

Bir arı… Şu üç günlük ömrünü adamış sana…

Bahanen ne?

Bunca ümidin, şevkin ve heyecanın içindesin...

Hayat dolu bir hayatın içindesin… 

Ama sen hâlâ kayıplardasın…

Görevinden uzaklardasın…

Sanki seni bilen yok…

Sesine kulak veren yok…

Sanki sana değer veren yok…

Nedir bu sitem? Nedir bu naz? 

Bakma sen kalabalıklara…

Onların çok olduklarına…

Uyma onlara…

Yolu, kalabalıklar değil, Allah belirler…

Bir kişi dahi olsa hak yolunun yolcusu, o kişi çoktur...

Bakma etrafının çok ama çok değişken olduğuna…

Unutulmuş değilsin…

İhmal edilmiş değilsin… 

Senin suyunun kaynama derecesi farklı, o kadar…

Kimi yüz derecede, kimi bin derecede kaynar… 

Unutma, üzerine sadece rahmet değil, ümitler de yağar… 

Ama sen arkanı dönünce kayboluyor onlar, kapanıyor kapılar...

Belki de sana öyle geliyor…

Bak, güneş dokunuyor omuzuna… 

“Sana en güzel ışıkları getirdim” diyor…

Haydihamd etsene, şükretsene Yaradan’a!

Bak, hâlâ rengi solmuş gözlerinden manzaralar sunuyor sana…

Hamd etsene, şükretsene Yaradan’a!

Her şeye yakın olan kalbin, onu Yaradana yakın olmayınca… 

Başlıyor işte bitmek bilmeyen dertler…

Bak, ne diyor şu türküde:

“Neylersin de elin gülün ararsın…

Sana has bahçede bunca güller var…

Eğilip de her çeşmeden su içme… 

Sana âb-ı hayat bunca göller var…”

Kurumuş dudaklar bir yudum suya hasret…

Ya kurumuş gönüller neye hasret?

Kalbini yokladın mı hiç?

Yerinde mi?

Saat çalışıyor mu, tık tık atıyor mu?

“Allah” de hemen… 

Güncelle bakalım hayatını…

Güncelle…

Hani güngörmüş insanlar vardır ya aramızda yaşayan…

Severim onların söylediği sözü:

Nasıl birden “Allah” derlerse, sen de öyle “Allah” de… 

Boz bakalım şeytanın oyununu…

Gözünün önüne serilen gri - siyah tabloları boz bakalım… 

Bir cümleyle beyaza boya bakalım… 

“Buna da takatim yok” deme artık…

Her dil bir değil, her göz bir değil, her gönül bir değil…

Ancak onunla olan gönül birdir, göz birdir…

“Allah” diyen dil birdir…

Kendini kendi kozasına hapsetmekte çok mahirdir insan...

Dün dualarına cevap veren, bugün de veriyor... 

Unutulmuş değilsin... 

Dün de bugün de hep O’nun tasarrufundasın…

Her nefes, her an O’nun himayesi, O'nun inayeti altındasın…

Yağmurdan saçakların altına sığındığın gibi…

Sığın şimdi de o rahmet deryasına…

İltica et… Sen de mülteci ol… Sığın O’na…

Rahmeti yâr olsun sana… 

Bazen öyle darlanır ki insan, “Bitsin bu hayat” der...

E, zaten bitecek…

İstesen de bitecek, istemesen de… 

Nedir bu sitem? Nedir bu naz? Kime? Neden?

...

Kalbin duası, ümidin nağmesidir...

Solmuş bir çiçeğe benzetmeye hakkın yok hayatını…

Güz gülleri gibi de değilsin, sevilmemiş de değilsin…

Kendi kendine bozgun akşamları hazırlama…

Şeytanın kazdığı kuyuya, bırak şeytan düşsün, sen düşme…

Nefsine uyma… Şeytana kulak asma…

Kalk, elini yüzünü bir yıka da aynaya bir bak, dilinde bir güzel duayla:

“Ya Rab! Affeder misin beni?”  

Her şeyin değiştiğini ve değişeceğini gör hemen…

Ayaklar altında ezilen bir yaprak değilsin sen…

Unutulmuş, orada burada savrulmuş biri değilsin sen… 

Kâinatın gözbebeğisin sen... Eşref-i mahlûkatsın sen…

Hangi halde olursan ol, düşmezsin gözden hiç… 

Çünkü Allah’ın en güzel eserisin ve O'nun kulusun sen…

Acaba, bunun farkında mısın sen?

Hiçbir şeyi kaçırmış, hiçbir şeyi kaybetmiş değilsin…

Senin yaşadığını milyonlar yaşıyor…

Önemli olan, düştüğü kuyudan çıkabilmesidir insanın... 

Uzanan Rahmanî ipe el atabilmesidir…

Hâlâ yaşıyorsan, nefes alıyorsan, konuşuyorsan, ümit var… 

Hem de kâinat kadar ümit var…

Çünkü ümidi yaratan var...

“Allah” var…

Böyle güzel bir ümidi Kur’ân’ın ışığında kalbimize koyduğu için Rabbimize hamd, Efendimize de salât-u selâm ederiz…

Senin için yazıldı bu yazı… Senin için kaleme alındı…

Oturup bir kenarda okuyup ağlayasın diye…

Gözyaşlarına hâkim olamayasın diye… 

Kalbine yakın olasın diye…

Biliyorsun, kalbine yakın olan, Rabbine yakın olur…

Kendine lâyık gördüğün o zindandan çık artık…

Bak, birazdan ayakların bile yere basmayacak...

Koşacaksın maviliklerde, bir arı gibi uçacaksın çiçekten çiçeğe…

Bir kuş gibi konacaksın bir dala…

Bir bulut olup koşacaksın kuruyan topraklara…

Haydi bakalım, sitemi, nazlanmayı bırak; daha çok işimiz var…

İmdadına koşulacak daha çok insan var…

Gebersin yeis, yaşasın ümit!

Ölsün yeis, yaşasın ümit!

Ümit bir daldır… İnsan o dalda şakıyan bir kuştur...

Kuş kuşu çağırır, bir araya toplanır…

Aynı dertten mustarip olanlar seni bulacak… 

Sen de bu halinle onlara ümit şarkıları söyleyeceksin... 

Haydi bakalım, kendi kozasından çıkmak istemeyen daha niceleri var…

Bul onları…

Ümidin şarkısını söylemeye var mısın?

İşte iman böyle bir nimettir…

İşte imanın içinde ne ümitler vardır…

Kırıntısı dünyaya değer…

Bir damlası kâinata bedel…

Haydi bakalım, nura, ışığa çağrılacak nice gönüller var…

Onlara bir ışık da sen tutuver…

Haydi bakalım…

Unutma sakın...

Ömür biter, ümit bitmez…