Bir önceki Salı günü, Cengiz Topel Hava Limanına gitmek üzere, 8.05’de Kent Meydanı’na bıraktı bizi bizim mahdum, arabasıyla.

                Bir gün önceden otobüs saatini sormuş. “7.20’de Korucuk’tan, 8.15’de de Kent Meydanı’ndan” demişlerdi. Bu bilgiye güvenerek, ama tedbiren de 10 dk.önce gelmiştik.

                Otobüs 8.08’de geldi ve 8.09’da kalktı. Demek ki, söylenen saatte gelseydik, Kent Meydanı’nda kalmıştık. Bilgilendirme veya yanlış anlama aksaklığı herhalde.

                8.55’de C.Topel’e bizi ulaştırdı. Bilet ve bagaj işini halledip, uçacağımız saat olan 9.40’ı beklemeye başladık. Hava da sis var.

                9.30’larda bir anons: “Hava şartları nedeniyle uçak gecikecektir”

                10’a doğru bir anons daha: “Sefer iptal edilmiştir.” Sadece bu kadar ve başkaca bir bilgi, bir açıklama yok.

                Yolcuların yöneldiği kapıya biz de yöneldik, ayalimiz ile birlikte. Bagajımızı geri alıp, tekrar terminal salonuna geçtik. Birkaç görevliye; “böyle olur mu, ne yapacağımızı da anonsla bildirmeliydiler” soru ve siteminden sonra, “bilet bölümünden sizi bilgilendirecekler” cevabı ile oraya yöneldik.

                Tüm yolcular oraya yığılmıştı ve  sıra düzeni de yoktu. Öne ulaşmak için epeyce beklemek gerekiyordu.

                Bir süre bekledikten sonra ve bu arada şikayet kutusuna, şikayetimi yazıp attıktan sonra, bilet bölümünden işi bitip ayrılanlardan bilgi almaya çalıştık.

               S.Gökçen’e otobüs kalkacağını, ancak, 13’te yer kalmadığını, 19.30’a yer ayırtılabileceğini yolculardan öğrendik. Tabi, C.Topel’den de bir başka güne tehir edilebileceğini de. Birisi; “i.net’ten de tehir yapılabiliyor” deyince, bekleyen otobüsümüze binip, Sakarya’ya yollandık. İyi ki otobüs beklemişti. Yoksa orada kalmıştık.

              Yolda, Anadolujet’in merkezini aradım. Bir bayan çıktı. Ona, yaşadığımız aksaklığı ve şikayetimi anlattım. Müşteri temsilcisine yönlendirdi. Ona da anlattım.

              M.Temsilcisi: “Uygulama böyle, bilet bölümünden sorabilirdiniz.” Gibi şeyler söyledi. Ona da, insanların oraya yığıldığını, buna gerek olmayıp, anons sistemi ile insanlara ne yapacakları ve alternatifler anlatılmalıydı dedim. O hala aynı şeyleri tekrarlıyordu. “Olmaz, böyle olmaz, bu iş ilkel bir uygulama” deyip telefonu kapattım.

              Kaybettiğimiz zamanı, ettiğimiz ufakta olsa masrafı ve sıkıntıyı dile getirmiyor, dikkate bile almıyorum. Benim derdim bunlar da değil. İlgilileri şikayet  etmekte değil. Belki ilk kez oluyordur ve bir dahakine de düzelecektir.

              Bu olaydan hareketle şuraya gelmek, şu derdimi ve tespitimi aktarmak  istiyorum.

              Kurumlarda büyük bir laçkalık, layüsellik, keyfilik var. Lükse düşkünlük, israf, yap yık, takipsizlik, kontrolsüzlük, “saldım çayıra Mevlam kayıra” var. Bakınız, en iyi çalışan THY' da bu böyle. Varın diğerlerini siz düşünün!  Herkes  bir müdürlük ya da finans peşinde.  Pırof. Hayri Kırbaşoğlu' nun dediği gibi:  "KASA, MASA, NİSA" peşinde bir durum var. ”Nisa”  işini bilmiyoruz, gözümüz görmedi  ama, KASA(umumiyetle maaş için) VE MASA'yı görüyoruz. Şüphesiz tüm kurumlar, tüm görevliler böyle değil. İyileri  elbette  var.

               Geçenlerde bir arkadaşımız anlatmıştı. Kendisini değil, tüm şehir yaşayanlarını ilgilendiren küçük  bir sorunu( yayaların geçtiği yerde küçük bir çukuru), bir ilçe belediyemize bizzat giderek arzetmiş. Aldığı cevap: “Bizimle ilgili değil, anakent belediyesinin işi.” Yahu arkadaş, vatandaş sorunu getirmiş, seninle ilgili değilse, ilgilisine iletmek, takip etmek ve sorunu çözmek, çözdürmek senin işin. Anakent’in işi deyip, başından nasıl atabilir, vicdanın nasıl rahat edebilir?

            Evet.  ”Suya sabuna dokunma, sin külahın görünmesin, idareyi maslahat, yukarılara şirin görün, sorun götürme, başına dert, sıkıntı açma, gidebildiği, olabildiği kadar” anlayışı yaygın. “Sorunları  halı altına süpürme” var. Ekser idareciler rahatlarını önceliyor. Risk almak, yorulmak, terlemek, sıkıntı çekmek istemiyor. Keyfine bakıyor. Lüks makam odasından çıkmıyor. Odalarda, koridorlarda ne olup bitiyor, haberi yok. Görmek istemiyor. (Bu tespit C.Topel’e münhasır değil, umumi.

                 “Patron” idareci tavrı var. “Garson” idareci son derece az.

                 Büyük bir operasyon, restorasyon, yenilenme ve kendimize gelme ihtiyacı var yerel ve genel kurumlarda ve her alanda.

                 Böyle şeyleri hiç yazmam. İlk defa, canım çok sıkıldı ve yazdım. Genelde, ilgili mercilere yazar ya da telefon ederim. Ama, durum biline. Kamu idareleri verimli, ehliyetli ve gayretli yönetilemiyor. İstisnaları var elbet. Ekserden sözediyoruz.

                 Tüm kamu idarecileri, en üstteki müdürden, en alttaki şube müdürü, şef ve unvansız  memura, işçiye  kadar herkes, bulunduğu yerde, halkın “garsonu,”  “hamalı, hizmetçisi” olduğunu unutmamalı.

                 Hepimiz, kamunun ve özelin  bir yerinde, halkın ve birbirimizin hamalı, garsonu, hizmetçisiyiz.

                 Bu böyle bilinmeli. Yaptığımı yazıyorum, yapmadığımı değil.En az 25 yıldır yazı yazarım.Yapmadığımı, hayatımda olmayanı  hiç yazmadım.

                 Senelerce senelik izin kullanmadığımı, günde 12 saat çalıştığımı, Cumaertesi, Pazar tatil yapmayıp, çalıştığımı, bir kuruş israf etmemeye çaba sarfettiğimi söylemeyi bile, benlik olur endişesi ile yazmakta sıkıntı çekiyorum!