Müslüman alemin kalbine hançer gibi saplandığı, ciğerinde “kanser uru” olarak ortaya çıktığı 1948 yılından beri, işgalci ABD destekli ziyonist izrail’in Filistin’de yaptığı işgal, tecrit, katliam ve soykırımlarını izlemek ve derin  acısını yaşamakla geçti ömrümüz.

              1979 yılından itibaren de, Rus ve ABD işgali ile AFGANİSTAN’da, 1992 Yılında Sırp vahşetini  BOSNA ve 1998’de KOSOVA’da, 1994 Senesinde moskof mezalimini ÇEÇENİSTAN’da yaşadık ve dayanılmaz acısını yüreğimizde hep hissettik.

            2003 Senesinde Küresel cani ABD’nin  IRAK’ı işgalini, 2011 Yılında LİBYA, 2015’de YEMEN’i, ardından ARAKANLI müslümanların  soykırımını ve son yıllarda tarihin en büyük zulmünü, komünist ve faşist Çin yönetimi tarafından, kadim vatan, soydaş ve dindaşımız D.TÜRKİSTAN’da görerek, Uygur Türk’ü Müslümanların tamamen sahipsiz bırakılmasıyla kahrolduğumuz bir süreci yaşadık vehala acı bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz.

             2013’de MISIR’da, işgalci ABD, ziyonist izrail ve kukla kıralların  desteğiyle, Arap baharı( Arap felaketi) ile Mursi’nin  devrilmesi ve devamında cezaevinde şehit edilmesi, Tunus, Cezayir, Somali, Mali, Sudan, Nijerya ve Afrika’nın ekseriyetinde, Batı’nın mezalimi yıllardır ve halende en ağır bir şekilde devam etmekte, ciğerimizi yakmayı sürdürmektedir..

                1979 İran İslam inkılabından beri cani ABD’nin ambargo ve kıskacı altında İRAN, iç karışıklık ve terörün bitmediği PAKİSTAN, Hind işgal ve zulmüne maruz KEŞMİR, müslüman önderlerinin idam edildiği yoksul BANGLADEŞ, Sovyet esaretinden sonra bir türlü hür olamayan kardeş Türk cumhuriyetleri, Rusya’daki esir soydaş ve dindaşlarımız, KIRIM, Batı Tırakya, Kafkaslar, Balkanlar, yarım asırdır Rum ve işbirlikçilerince tehdit altında bulunan KKTC ve kırk yıldır canlarımızı alan ve yakan ülkemizdeki terör ile yanıp yakılmaktayız.

                Gelelim makale konumuz, yanmış yakılmış, viran olmuş KANAYAN YARA SURİYE’ye.

                Eli kalem tutan bir insan ve bir insan hakları savunucusu/ eylemcisi olarak, tüm zulüm diyarlarını ve hususen de 2011 yılından beri Suriye mezalimini takip etmekteyim.

                Dış politika da birçok hatamız yanında, en büyüklerinden biri de Suriye olduğunu artık akıl ve vicdan sahibi herkes bilmekte ve söylemekte, 9 yıllık seyri ve gelinen son nokta da bunu açıkça ortaya koymakta, göstermektedir.

               Büyük basiret ve feraset sahibi Erbakan, yıllar önce bu durumu görmüş ve Suriye yönetimi ile kardeş olduğumuz ve sınırları kaldırdığımız dönemde, bir röportajında yazar Nihat Genç’e şunları söylemişti: “ Bak Nihat, bu zamanda Suriye'yle vizelerin kaldırılması demek, tüm dünyadaki terörist gurupların, CIA ve Mossad'ın, FBI ve diğer radikal gurupların Türkiye üzerinden Suriye'ye girmesi demek. Bu da Suriye'nin karışması oluk oluk kan akması ve Suriye'nin BOP için bölúnmesi demek..!”

              Tam da dediği gibi oldu. Suriye ile kardeş olduğumuzu, sınırların kalkıp ve her iki ülke liderinin birbirine “kardeş” dediğine ziyadesiyle sevinirken, büyük felaketin temelleri atılmış oldu.

               Yine Suriye’de 2011 yılında ilk isyanın başladığı günlerde, Türkiye İslami hareketinin itibar ettiği, büyük alim olarak sevip saydığı şehit Ramazan El- Buti (  1929- 21 Mart 2013); isyanın yanlış olduğunu, Suriye  yönetiminin bu şekilde devrilip değiştirilemeyeceğini, bu yolla olamayacağını, kardeş kavgasına sebep olacağını ve çok kan döküleceğini ihtar etmiş, yıllardır örnek ilim adamı olarak gösterilen ve büyük saygınlığı olan El Buti’yi bir anda  Esad’cı ilan etmiş, hain yaftasıyla yaftalamıştık. Maalesef onun da dediği gibi oldu ve 21 Mart 2013’de de, Şam’da bir camide, vaaz yaptığı sırada, koltuğunun altına yerleştirilen bomba ile şehit edildi, ama ne yazık ki, alim ve feraset sahibi Buti’nin dedikleri aynen olmuş, kardeş kardeşi kırmış, hem ırktaş hem dindaş olan  Suriye halkı, bitmez tükenmez bir iç savaşın içine düşmüş, yüzbinlerce insan ölmüş, milyonlarca insan muhacir olmuş, bu coğrafya da taş üstünde taş kalmamış, yüz yılda ayağa kalkamayacak, bölünmüş ve parçalanmış, yanıp yakılmış, iskelete çevrilmiş, emperyalist ve ziyonistlere yem olmuş bir yaralı ve ölü vatana dönmüştür.

              Neticede Suriye de KAZANAN, ziyonist cani İZRAİL, ABD ve RUSYA olmuş, ziyonistler Golan tepelerini, Filistin’i ilhak, Kudus’ü başkent yapmış, kaybeden ise, SURİYE, TÜRKİYE ve İRAN olmuş, lanetli ziyonistlerin arz-ı mevud ideali önünde çok büyük bir engel ortadan kalkmıştır.

              Küresel cani ABD’nin giremediği, üs kuramadığı ve sömüremediği iki ülkeden biri İran’dan sonra Suriye idi ve buraya girmek istiyordu. Dahası, İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah ve Filistin’e, Hamas’a verdiği silah ve askeri desteği bitirmek, İzrail canavarını daha güvenli hale getirmekti hedefi. Suriye bittiğinde, İran’da bitecek, Hizbullah ve Filistin, Hamas artık ayakta duramayacak, İran’dan Suriye üzerinden aldıkları silah yardımı sona erecek ve artık bölgede tek güç olarak İzrail kalacaktı. Öyle de oldu.

             Bizim mahalleden olan yönetimimiz, maalesef büyük bir oyuna gelmiş, ya da getirilmiş, “üç ay sonra Şam Emeviye camiinde Cuma namazı kılarız” söylem ve hayalinin, dokuz sene sonra ne hale döndüğü, çok acı bir şekilde görülmüş, mezalimin  parçası haline gelinmiştir.

             Barış pınarı harekatında hemen önümüze çıkan ve durduran küresel eşkıya ABD, Idlib sözkonusu olunca, bizi Suriye yönetimi ve hususen de Rusya ile karşı karşıya getirmek ve bir savaşın içine itmek için, her türlü desteği verir görünmeye, gaz vermeye, arkanızdayız, hatta, şehitlerimize bile “şehidimiz” demeye başlamıştır. Tıpkı, rahmetli Saddam’ı İran ve Kuveyt’e saldırttığı zaman, kışkırttığı, arkandayız dediği gibi!

             Bütün bir Müslüman dünyada ve tüm Akdeniz havzasında ABD hakimken ( İran ve Suriye hariç), Rusya’nın girebildiği ve üssü olduğu tek ülke, Akdeniz’e açılabileceği tek kapı olan Suriye’den çıkmak istemeyeceği, İran’ın da bölgede tek müttefiki, Hizbullah ve Filistin’e ulaşma ve yardım yolu Suriye iken, Esad’ın yanında yer alacakları ve en azından Suriye’nin bir bölümünü kontrol altında tutacakları ay ve güneş kadar aşikar idi ve öylede oldu.

             Uzun yıllardır aynı ocaktan beslenip, aynı kulvarda koştuğumuz yönetimimizin, zararın neresinden dönülürse kardır fikrinden hareketle, hala oyunu fark edeceği, ABD’nin kışkırtma ve dayatmalarına boyun eğmeyeceği ümidinde olarak, Rusya’nın; ya ABD ile ya da Astana süreci ile bizimle, yani Rusya, İran ve Suriye tarafında olması savı ile her iki tarafta oynayarak netice alınamayacağı bilinerek hareket edileceği temenni ve ümidini beslemekteyiz.

              Suriye’nin doğusu ABD’ye teslim ve orada bir terör devletine razı ve mecbur olunmuşken, diğer yanda da Rus, İran ve Suriye ittifakı bir olgu ve fiili bir yol olarak görülmekte, dünya ve BM’in halen mevcut yönetimi tanıdığı, resmi hükümetin Esad olduğu bilinmektedir.

              Keşke, başta Suriye halkına ve Türkiye lehine bunun dışında bir yol bulunabilseydi, Suriye halkı mezalime uğramasaydı, milyonlarca mülteci yüküne maruz bırakılmasaydık.

Hala üçüncü, ülkemizin  etkin olacağı bir yol varsa, onu da candan destekler, bağrımıza basarız.

              Ne olursa olsun, ordumuzun arkasında olmalı, orada bir kayba uğramamızın, yalnız siyaseti değil, tüm Türkiye’yi etkileyeceği, milletimizin tamamına zarar vereceği bilincinden hareketle, askerimize dua ve destekle, kayıpsız dönmelerini cani gönülden istemeliyiz.