Kendisine kalan oldukça yüklü bir mirası har vurup harman savuran ve sonunda fakir düşen bir adamın hikayesi yer alıyor Mevlana’nın Mesnevisinde. Bu mirasyedi-fakir adam, bu durumdan ders almayıp tekrar ve yine kolayca zengin olmayı düşlemeye başlar. Bu düşlerin etkisi ile olsa gerek gördüğü bir rüyada kendisine Mısır’a gitmesi söylenir ve orada bir hazineye dair bilgiler verilir. Söylenenlere binaen bulunduğu şehir olan Bağdat’tan kalkıp Mısır’a gider. Beş parasız kaldığı için kendisine çok ağır gelse de çareyi dilenmekte bulur.  Hem daha az utanç verici olur hem kimse tanıyamaz düşüncesi ile gece dilenmeye başlar. O sıralarda hırsızlık vakaları arttığı için gece geç vakit sokağa çıkmak yasaklanmış olduğundan, görevli bekçi bu adamı görünce yakalar ve epeyce bir tartaklar.  Adam aç kalmanın yanına yediği dayakla birlikte hapse atılma derdi de eklenince, ağlamaya ve yalvarmaya başlar. Buraya neden geldiğini de anlatarak gözyaşları içinde ne kadar garip kaldığından bahseder. Bekçi bir rüyaya güvenerek buralara kadar gelen adamın bu haline acır fakat ona çok ahmak olduğunu söylemekten de geri kalmaz. Çünkü ona da rüyasında birçok kez Bağdat’ın falanca mahallesinde falanca evin bahçesinde bir hazine olduğuna dair şeyler söylenmiş, fakat o asla böyle bir ahmaklık yapmamış ve Bağdat’a hiç gitmemiştir. Bekçi bunu adama söylediğinde, adam bekçinin bahsettiği adresten, asıl hazinenin kendi bahçesinde ve hatta kendi içinde olduğunu anlar. Önce mirasyedi olup sonra çok fakir düşmesi gelir aklına, hazıra dağların dayanmadığını, emek harcamadan, zahmeti çekilmeden elde edilen malın mülkün, kıymetinin de bilinemeyeceğini idrak etmiştir. Geri döndüğünde kendi bahçesinde-kendi içinde gerçekten bir hazine olduğunu görecek ve bu hazinenin kıymetini bilmesi için bu eziyetleri çektiğini anlayacaktır. Üstelik bu yolculukta kazandığı asıl hazine kanaat hazinesidir. (Mesnevî, C. VI, beyit: 4206)

Mevlana, kısaca özetlemeye çalıştığım bu hikayede olduğu gibi, diğer hikayelerinde de genellikle, insanın zaaflarına ayna tutmakta ve bu zaaflarından kurtuluş yollarına değinmektedir. Bunu da şöyle ifade ediyor:

“Anlattığım sadece bir hikaye değil senin, bizim halimizdir. Hikaye bir ölçeğe benzer, içindekiler de tahıl tanesidir. Akıllı kişi içindekileri almaya çalışır, ölçek var mı yok mu ona bakmaz.”

Onun bu kısa hikayesi tüm dünyada 30 milyon adet satan Paulo Coelho’nun ünlü romanı SİMYACI’ya da ilham olur. Simyacı’da aynı rüyayı Endülüslü bir çoban görür. O da Mısır Piramitlerinin eteklerinde olduğu söylenen bu hazineyi aramaya gider. Gidiş ve dönüş yolunda öğrendikleri ve içsel yolculuğu kitabın çerçevesini belirler. Kitabında asıl hazinenin insanın içinde ve veya yanı başında olduğunun altını, etkili anlatımı ile güçlü bir şekilde çizen Paulo Coelho, konuyu önceleri Mevlana’nın hikayesinden alıntıladığına değinmez. Fakat yakın zamanda bunu kabul ettiğine yönelik bir itirafta bulunur.

Mevlana’nın bu hikayesi daha bir çok batılı düşünür ve yazara ilham vermiştir. Dr Russell Cornwell de bunlardan biri. Onun da “Elmaslar Ülkesi” adlı çok ünlü öyküsü Mevlana’nın hikayesi ile benzerlikler taşıyor. Zaten hikayesinin 1865 yılında yaptığı bir Ortadoğu gezisinde kendisine anlatılan bir hikaye olduğunu belirtiyor. (wıkıpedia)

1843-1925 yılları arasında yaşamış olan Russell Cornwell çok ilginç bir kişilik. Yale Üniversitesi mezunu, avukat, yazar, Baptist bir protestan rahibi, hatip, hayırsever ve TEMPLE ÜNİVERSİTESİ’nin kurucusu ve ilk başkanı. Çok sevilen Acres of Diamonds “Dönümlerce Elmas” ya da daha çok bilinen ismi ile “Elmaslar Ülkesi” hikayesini merkeze alarak verdiği 6152 konferanstan kazandığı para ile kurmuş Temple Üniversitesini. Hikaye özetle şöyle:

“Afrikalı bir çiftçi tüm varlıklarını elmas madenleri sayesinde yapan çiftçilerin öykülerini dinleyince o kadar heyecanlanır ki, çiftliğini satar ve tüm yaşamını elmas arayarak boşu boşuna geçirir. Sonunda o denli yoksul düşer ve yalnız kalır ki, nehre atlayıp intihar eder. Bu arada çiftliğin yeni sahibi, arazisindeki nehrin yatağında çok güzel bir taş bulur ve bu taşı şöminesinin üzerine asar. Çiftçinin ziyaretine gelen bir adam, bu taşı eline alır ve gözlerine inanamaz- elinde tuttuğu taş dünyanın en büyük elmaslarından biridir. Bir zamanlar eski sahibi tarafından elmas bulabilmek amacıyla satılan çiftlik, Afrika kıtasının en zengin elmas yatağı oluverir. Çiftliğin eski sahibi aslında bir elmaslar ülkesinin sahibidir, ama elmas aramak için elindeki çiftliği bir hiç uğruna satmıştır.”

Bu öykü çerçevesinde 1612 kez konferans veren Cornwell, Amerikalılara başarı ve servet kazandıracak fırsatların başka yerde aranmasına gerek olmadığını, tüm iyi şeylere ulaşmak için gereken kaynakların kişinin kendi toplumunda, kendi vatanında mevcut olduğunun mesajını vermeye çalıştığını belirtiyor ve bu konuda çok başarılı sonuçlar elde ediyor. Her konferansın sonunda izleyicilere şu cümle ile veda ediyor:

“Hazineyi uzaklarda aramayın, önce kendi bahçenizi kazın”