19973 yılı yazında, bir üniversite öğrencisi iken,  bir grup arkadaşımla, trenle İngiltere’ye bir çiftlikte kampa gitmiştik. Sirkeci’den kalkan tren, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Avusturya’yı geçerek Almanya’nın Münih şehrine bir sabah vakti varmıştı. Akşama kadar şehirde dolaşmış, akşam Belçika’nın Manş Denizi kıyısındaki Ostend şehrine gidecek trene binmiştik. Öğle vakti oraya ulaştık. Trenden eşyalımıza alarak indik ve gümrük kontrolünden sonra Manş’ı geçecek olan feribota binmiştik. İngiltere’ye Dover şehrinden giriş yapmış, tekrar bir trene binerek Londra’ya ulaşmış, oradan bir trene binerek Kuzey Denizi sahiline yakın bir yerdeki Norwich şehrine bir gece yarısı varmıştık. Oradan da bir taksi tutarak Wroxham denen küçük bir kasabaya, oradan da kalacağımız ve çalışacağımız International Tungstead Farm Camp’a ulaşmıştık.

Seyahatin hızından başınız dönüyor değil mi? Şimdi benimki öyle oluyor da… Hâlbuki gençlikte insan fark etmiyor.

3 aya yakın bir süre orada çalıştık, çilek ve benzeri meyveler topladık. Para kazandık ve kazandıklarımızı da yollarda harcayarak sıfır maliyetle güzel ülkemize dönmüştük. Otostop denemeleri yaptık. Tehlikeler atlattık. Bu anlatılanların bu kısmı benim için sadece bir nostalji…

Dönüşte Londra’dan trenle Münih’e gelip şehirde bir hafta dolaştık. Buradaki son günümüz… Öğleden sonra İstanbul trenine bindik. Yugoslavya’nın o zamanki Başkenti Belgrat’a geldiğimizde tren istasyonda durdu. Hemen inip etrafı dolaştım ve fotoğraflar çektim. Tekrar kompartımana gelip yerime oturdum ve tren bir süre sonra hareket etti.

Trenin hareketinin üzerinden birkaç dakika geçmeden yan kompartımandan bir patlama sesi geldi ve tren aniden durdu. Etraftan koşuşturmalar başladı. Bir de baktım ki bizim içinde olduğumuz vagon görevlilerle çevrilmiş. Bir grup görevli yan kompartımana geldiler. Meğer imdat fireni çekilmiş ve firenin çekildiği kompartıman da bizim yan komşumuz, Türkiye’ye izne gelen işçilerimiz.

Ağız münakaşaları bir süre devam etti. Sonra mesele anlaşıldı: O kompartımanda bulunan bir işçimiz trenden inmiş ve istasyon civarındaki dükkânlardan bir şeyler almaya gitmiş. Vakit de geçmiş, farkında olmamış. Tren hareket edince de kompartımanda olanlar, onun kalmasını engellemek için imdat frenini çekerek treni durdurmuşlar. Tren durduktan sonraki süre içinde kalan yolcu koşa koşa, nefes nefese geldi. Görevliler, ellerindeki makbuzu göstererek ceza vermeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyorlar.

İşçimizin görevlilere yaptığı açıklama ise gayet akıllıca: Bu imdat frenleri, ben kaldığımda çekilmeyecekse, ne işe yararlar?
Tartışmalar sonunda istenen para cezası ödendi mi ödenmedi mi hatırlamıyorum aman zihinde kaldığına göre güzel bir anı…

Benim güzel ülkemin güzel insanları, problem olan her yerde çözüm de üretir!

***

Öğrencilerin 1 Nisan Şakası

1999 Depremi sonrası yıllardan biri…

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü bizim üniversitenin rektöründen ricada bulunmuş. Bilecik’teki İİBF’de iktisat dersini verecek bir öğretim üyesi görevlendirilmesini istemiş.

Gidiş geliş 220 km uzunluğunda bir yol… İşin içinde seyahat olunca ben talip oldum. 14 hafta sürecek olan Bahar Yarıyılı’nın Pazartesi günlerine dersimi programlarına aldılar. Her pazartesi günü sabah saat 07.00’de arabamla Sakarya’dan hareket ediyor, yolda kahve molamı veriyor ve saat 8.50’de Fakülteye ulaşıyorum. Derslerimi bitirdikten sonra da aynı yolu geri geliyorum. Bir şikâyetim yok… Geyve Vadisi’nde seyahat bir huzur vesilesi…

Mart’ın son haftası Vize haftası... Vize imtihanımı yaptım ve döndüm. Ertesi hafta dersimin olduğu gün 1 Nisan.

Bilecik’e giderken kafamdan kurguluyorum: gençlere ‘Bir Nisan’ şakası yapayım.

Ne yapabileceğimi düşünürken şöyle bir kurguda karar veriyorum. Öğrenciler imtihan olmayı sevmezler. Derse girince öğrencilere diyeceğim ki:
—Gençler, biliyorsunuz ben Sakarya’dan gelip gidiyorum. Geçen hafta vize imtihanınız yaptım. Hava çok güzeldi. Giderken Sakarya Nehri kenarında bir mola verip, kâğıtlarınızın bir kısmına bakayım istedim. Bakarken rüzgâr çıktı ve bazı imtihan kâğıtları Sakarya Nehri’ne uçtu. Değerlendirmelerin âdil olabilmesi için şimdi o vize imtihanını tekrarlayacağım.

Niyetim tepkilerini ölçmek… Tepkilerini ölçtükten sonra da dersime devam edeceğim.

Fakülte binasına yaklaştım. Ortalıkta hiç kimse yok. Dersimi yaptığım binaya yaklaştım, ortalıkta yine hiç kimse görünmüyor. Ana kapıdan içeri girdim. Hemen sağdaki kantinin kapısını açtım. Sadece çaycı var ve kantin bomboş. Hayret! Kantinciye öğrencilerin nerede olduğunu sordum. Cevap müthiş:
—Hocam, geçen hafta imtihan olduğu için bu hafta öğrenciler toptan tatilde. Hiç kimse gelmez!

Ne demişler? Ava giden avlanır…