Bundan yirmi üç yıl önce, ilk kez 13 yaşında duyduğun sözü 36 yaşında da duyuyorsan önünden çekileceksin…

“İlk ders son derstir…”
Hüseyin abimi kaybetmiş değiliz, yeri yurdu belli…

Ama her maçta olduğu gibi top onda ise önünden çekileceksin yoksa topla birlikte kalenin içine girmen an meselesidir…
İlk ders-son ders ruhunu sadece sohbetlerde yaşamaz, yolda bir çiçek böcek bile görse kendisine gösterildiği için hayretle bakar dururdu...
Hüseyin abinin gözleri devamlı bir çocukta, bir çiçekte, bir yağmur damlasında, bir martıda olurdu…

Aklınıza ne geliyorsa, bir şeyi görüp de o görüntüye on saniye takılı kalıyorsa yazı konusu da çıkmış demekti…
Hiçbir ayrıntıyı kaçırmaz, kaçırmadığını yanında dondurma yalayan bizler dershaneye gittiğimizde anlardık…

Arkadaşlarla birbirimize bakar, “Oğlum aynı yerden biz de geçmedik mi? Biz niye onun gördüklerini göremedik” derdik...
Bir keresinde bir kitapçıdayız, eline aldığı kitabı okşuyor, seviyor, kokluyor, sonra bana gösterip aynı tepkiyi bekliyor…

Kendindeki heyecanı görmek isterdi hep yanındakilerde de…

Ondan sebep bizdeki kuru bir “kitap işte” yanıtı onu biraz kırsa da umurunda olmazdı; bir yandan kitabı okşayıp bir yandan diğer kitaplara bakardı saatler boyunca…

Ve sonra, “Almadan pişman olmaktansa alarak pişman olalım daha iyi” diyerek, bir lahmacun eksik yemeye razı olarak kitabı satın alırdı…

Dergiye dönene kadar kim varsa o kitaptan nasiplendiriyor, paylaşıyor, koklatıyor, kadife kapağına dokunduruyor; kitabın tuvaletin tarihini anlatan bir kitap olması umurunda bile değil...
Bir plastik çiçeğin yerde olmasına üzülen bu adam için o çiçeğin Kudretin verdiği güçle yapılmış olması onu sevmesi için yeter de artar bir sebeptir...
Her ayrıntıyı görür, her gördüğünü anlatmaz,anlatması gerekeni anlatmadan yatmaz bir adamdı...
Badem bıyıklıların kitaplardan okuduğunu o bulvarda çiçekte, böcekte okur, derslerinçok azını dergide yapardı

Ne badem bıyıklılar ne de yanındakiler onun hızını kesebilmiş değildir…
Kalbinin krize hiç ihtiyacı yoktu aslında; tüm hayatı krizdeymiş gibi tetikte, an'ı kaybetmeme ve değerlendirme telaşıiçindeydi...

“Dönülmez akşamın ufkundayız”dan Haşir Risalesi’ne geçmek, “Leyla bir özgecandır”ı muhabbet bahsine bağlamak, fonda Ghipsy Kings çalarken münacaatı okumak, “Yıldızların altında tefekkür ne hoştur” deyip Tabiat Risalesi’ni anlatmak…
“Bir dava kâinatla birlikte nasıl yaşanır”ı anlatmak adına bizi kendine hayran bıraktıran beş kuruşsuz zengin adamdı o anlayacağınız… 
Hiçbirgörünen nesne yok ki bir kelime üzerine bırakmadan geçsin gitsin…

Okunan salalar, bir tutam maydanoz, kitaplar, otobüseyetişmeyeçalışan insanlar, kuş sesleri, gonca güller, yollar,yolcular,esen rüzgâr, sahile vuran dalgalar…

Hâsılı Hüseyin abi; sana rahmet, bize gurbet kaldı...
Sırf dava adamıyetiştirmekiçin seninle kapışan, hatta araya mesafe koyan,ardından da bir telefon açıp “Seni seviyorum”dedikten sonra telefonu yüzüne kapayan “Allah’ın delisi”, merhametli abimizdi o bizim…
Onun için küçük şey yoktu: Bir şeker, bir çiçek, bir söz hedefine giren kim varsa paylaşmadan o yerden çıkmaz,çıktığında da hedefi onu hiç unutmaz bir dava adamıydı o…
Bizim tüm cehaletimizi örtmek için sabahlara kadar okuyan, sabah kalktığından akşama kadar okuduğunu bize anlatan bir adam…
“Üstad yaşasa da gidip elini öpseydim” diyene, “Ne eli be görsem kucağına atlarım” diyen adam nur talebesidir, adı da Hüseyin ve bu fakir tüm zenginliğini ona borçludur...
Bizleri kediler âleminde fare yapmayan Allah, bir tutam maydanoz olmamızı istemeyen Rabbimiz abimize rahmetini ve muhabbetini esirgemesin inşallah…