Rahmetli Selahaddin Ağabey, Attila İlhan için, “Hazret toplasan 6 ay kaldığı Paris hatıralarını 40 senedir anlata anlata bitiremedi” der, gülerdi.
Siz ne kadar kaldınız zindanda bilmiyorum ama “Kemalist rejim”in en fazla mağdur ettiği yazar rolünü neden bu kadar benimsiyorsunuz anlamıyorum. Hikayelerinizden, hikayeciliğinizden daha çok, neden “sosyal-siyasal” yanınızla belirmek istiyorsunuz? Madem bu kadar önemli buluyorsunuz bu “duruş”u, o zaman neden savunmuyorsunuz Sait Faik heykelini? Neden “Sait Faik’in heykeli bu durumdayken bir hikayeciye yakışmaz bu şehirde fahri doktor cübbesi giymek” demiyorsunuz? Neden “Atatürk Kayıntı Merkezi” eskisi kadar rahatsız etmiyor olabiliyor sizi? Neden sıradan bir Sait Faik toplantısında konuşma yapacaksınız diye “Ben buradayım dostlar, siz neredesiniz?” diye yazabiliyorsunuz? “Siz” dediğiniz kim? “Biz 2007’de şahane bir Sait Faik etkinliği yaptık, size neredesiniz diye sorduk mu?” dememizi mi bekliyorsunuz? Hala mı, çağrılmadığınız, çağrılıp da gitmediğiniz toplantılarda aklınız fikriniz, hala mı taa 1982’lerdesiniz? Bu kadar mı “Gönüller Küçüldü” Necati Hoca? Nerede miyiz? Her zamanki yerimizde. Sait Faik’in dizi dibinde. O’nu okumaya devam ediyoruz. O’nun anlattığı “iyi” insanlardan olmaya çalışıyoruz. “Bir insanı sevmekle başlıyor” bizim için her şey. Buna hala “safça”sına inanarak yaşıyoruz. Siz neden sevemediniz sahi insanları, fahri doktora cübbesini sevdiğiniz kadar?
Çok tanındığınızdan değil, Yeni Sakarya’da köşe yazıncaya kadar kimseni tanıdığı ettiği yoktu zat-ı alinizi, Selahaddin Ağabey kontenjanından o zamanki Sakarya Gazetesi’ndeki tam sayfa röportaj konuklarım arasına dahil olmuştunuz, 1991’de sanırım. “Romancı derdini koliyle anlatır” demiştiniz. “Yazık” demişti Selahaddin Ağabey “Romanı anlamamış. Hikayeyi nasıl anlıyor peki?”
Size “Olmadı Necati!” deyişinin suçunu “Salahaddin”in yanındaki “genç”lere atmayın. Selahaddin Şimşek’e de aynı tondan davranmaya kalktınız. Kibirli, kendinden başkasına güvenmeyen, kendinden başkasını adam yerine koymayan, kimden ne öğrendiğini unutan, “tereciye tere satan” bir “tavır”dı o. Elhak “net”ti. Tıpkı “Ş.”nin verdiği “karşılık” gibi.
Üstelik Selahaddin Ağabey’in dükkandan çıkınca söylediği bir başka durum vardı ortada. “Bizim yemliğimizden yiyiyorlar, başkasının folluğuna yumurtluyorlar!” durumu. Sahiden ayıplıydı, acıklıydı durumunuz. “Tavas’lıya bakacak”tınız. Yanlış kapı. Selahaddin Şimşek elbette kalkıp gidecekti. Siz Tavaslı’ya kadar gelebilmiştiniz sayın Mert, Selahaddin Şimşek için Tavaslı yolun başı bile değildi. Bilmiyor muydunuz? Hem cahildiniz öyleyse hem de cüretkar. “Salahaddin”in “eğilmezliği” hakkında o kadar yazabildiniz seneler sonra ama demek o zaman beklemiyordunuz bu sert karşılığı… Öyleyse de haksızsınız. Sizi uyardı. Ses tonuyla. Sorularıyla. Çay bardağını tutma biçimiyle. Oradaydım. Çocuk sayılırdım ama ben bile gördüm. Hamle hamle sizi o “ayıbı” işlemeye götürdü. Koşar adım çıktınız “vefasızlık” basamaklarını. Bir “edeb” basamağında, bir “nezaket” eşiğinde durmanıza… “Selahaddin haklısın. Ne yani, senin doğru söyleyip söylemediğini Tavaslı’dan mı kontrol edeceğim?” demenize “gurur”unuz mani oldu. Ben oradaydım. Sadık Canlı orada değildi. Bana da sormadı olayın nasıl gerçekleştiğini. Şahidiniz şahit değil yani. Ayrıca Sadık Canlı “Ş.”nin kıymetini en az bilenlerdendir, maalesef. “Bir kızgınlık anında” söylenmiş değildir, “bu adamın çayı içilmez” yahut “bu adamın dükkanına bir daha adım atılmayacak” sözü. Selahaddin Şimşek hep yinelediği gibi “hal adamı” değil “makam adamı”ydı. Kızgınlıkla söylemişmiş. “Terzi işi pantolon gibi oturmuyor”muş iddiam! Bence “cuk” oturuyor!
Çayınızın içilmezliğine vak’a mı? Anlatayım. O beğenmediğiniz “Rotaryci”lerden ikisi odadaydı. Sene 1993 olacak. Siz adlarını vermeyi uygun bulmuyorsunuz ama ben vereyim. Biri rahmetli Avukat Raşit Abasıyanık. Sait Faik’in “emmioğlu” hani. Sait Faik için bir anma düzenliyormuşsunuz, rahmetli Ünal Ozan başkandı. Kültür Sanat Komisyonu mudur nedir, orada üyesiniz. (Ezildiğiniz dönemlerden biri!) Radyoda çalışıyorum, ART’de. Eczacı Mehmet Toplar, (Sizin katkınızın misliyle katkıda bulundu bu şehrin kültür sanat tarihine) “Cihat” dedi, “Sen Sait Faik’ten şiirler oku.” Hemen kabul etmem gerekir değil mi? Daha 21 yaşındayım. “Hayır” dedim. “Ben şiir okuyamam.” Sait Faik’ten cümleler seçeyim, şiir olmasın sadece, onları sanki o okuyor gibi okuyayım, istedim. Yani kısacık bir tek kişilik oyun yapayım. “Tamam, harika” dediler. “Olmaz” dedi biri. Kim? Sen itiraz ettin hoca. Sebep? “Kaç dakika sürecek” diye sordun. “15-20 dakika” dedim ben. “Yahu ben bile o kadar kalmıyorum sahnede” dedin. Hocalığın... Edebiyatçılığın… Büyüklüğün... Demokratlığın... Neyse, devam etmek istemiyorum. Fakat size mi kaldı, “Salahaddin’in itiraz sevmezliği”nden söz etmek şimdi?
“Salahaddin” konusunda ve 1982 konusunda ve Faik Baysal konusunda anlattıklarınızı “aslında ne olduğu”nu bilmeyenlere “hikaye” ediniz. Kent TV’deki geceden sonra gözünüzden düştü demek Faik Baysal. Neydi suçu? Sizin “fahri doktor cübbesi” almanızdan ne farkı vardı, Rotaryci”lerin de aralarında bulunduğu Adapazarlılardan ödül almasının? Sunucusu bendim, utanılacak bir yanı yoktu o gecenin. Uzatmayayım. “Ver cüceye onun olsun şairlik” diyorum ben size. Bildiğiniz şiirlerden değildir, “araştırmacı” kişiliğiniz devamını bulmanıza yardımcı olacaktır ama “Tavaslı”ya bakmayın, orada yok çünkü. “Çile”ye bakacaksınız!
“Yazı tutarlı olmalıdır. Terzi işi pantolon gibi oturmalıdır iddiası.” diyorsunuz ya. Bırakın pantolonu, ben size takım bile oturturum ama provalarıma, makasımın kestiğine, iğnemin deldiğine kumaşınızın tahammülü var mıdır acaba?