İnsan zihni şehirleri kişilerleözdeşleştirmeyi sever. Ve hatta şehirler o insanlara benzerler daha çok. Onlar kadar güzel, onlar kadar iyi, onlar kadar canlıdırlar. Onlarcadır, onlarladır, onlardadır şehirler.

Rotterdam benim için Romancı Şeyda Koç ve Akademisyen eşi Mevlüt Koç’tur mesela. Bu güzel çift öyle güzel öyle içten öyle nefis gezdirdiler ki Rotterdam’ı bana, bilmemek tanımamak ve sevmemek imkânsız adeta. Unutmadan: Rotterdam nasıl Batı medeniyetinin tipik / tipolojik bir şehriyse, Koç Ailesi’nin karşılama ağırlama ve uğurlaması o ölçüde Doğu medeniyetine aitti: Öyle samimi, öyle misafirperver, öyle diğergamcasına; haklarını ödeyemem doğrusu.

Rotterdam da, beni gezdiren iki güzel insan gibi gönlünü açtı bana; sıcak sımsıcak güneşli bir gününde karşıladı beni. Altı yedi ay sonra güneş görmek Hollandalılar için de çok şaşırtıcı ve güzel bir sürprizmiş meğerse. Sardı sarmaladı Rotterdam beni güneşle.

Rotterdam Nederland’ın yani alçak ülkenin yani deniz seviyesinin altındaki bir ülkenin şehri olmanın tüm özelliklerini sergiliyor bize; her yan kanallar ve nehirlerle dolu örneğin.  Düz, dümdüz, kilometrelerce saatlerce senelerce düz bir ülke; düzlandyani. Suyu bol; sular altındaki ülkelerini kanallarla (çocukluğumda tarlalarda su çekilsin diye babalarımızın çaprazlama açtığı arklar geldi şimdi aklıma) tarlaya verime üretime dönüştürmüşler. Öyle üç beş on metre değil, yer yer kırk elli hatta yüz metre genişliğindeki nehirleri andıran kanallar bunlar.  Kanal demek iki şey daha demek; bol bol gemilerle taşıma ve bol bol su değirmenleri. Ama yel değirmeni görünümlü. Kendinizi Cervantes’in Don Kişot’undaŞansoPanso’yla yürüyüşe çıkmış hissediyorsunuz, sık sık. Zaten Vikingler ülkesiymiş meğerse buralar.

Rotterdam bir milyon üç yüz bin nüfuslu bir Hollanda şehri. Ülkenin ikinci büyük şehri yani.Ajax başkentin takımıymış, Feyenoord Rotterdam’ın. Amsterdam’dan Den Haag’dan (siz onu Lahey diye biliyorsunuz, gelip görene dek ben de öyle biliyordum) geçip ulaşıyorsunuz. Geçip derken açmalıyım biraz; geçtiğinizi fark etmiyorsunuz; şehirlerde gidiyor gidiyor gidiyor, hiç ara vermeden tarlalar meralar otlaklar görmeden, ev ev, bine bina, sokak sokak… gidiyor gidiyor hop Rotterdam’a gelmiş oluyorsunuz; öylesine birbirine ulalı evler caddeler kasabalar şehirler. (Kendimi şimdi de ‘Emirdağı birbirine ulalı’ diyen Afyon türküsünün ortasında hissetim.)

Nüfusunundört yüz bini Müslüman’mış Rotterdam’ın. Şehirde yaşayan her üç kişiden birisi Müslüman yani. Şehirde mevcut otuz üç camii de bunu işaret ediyor, sanıyoruz. Zaten şehrin belediye başkanı Ebu Talip de Faslı bir Müslüman. Ama Hollanda Kral Alexander, mülkiye mezunu Ebu Talip’i atama ile görevlendirmiş. Bir minik not: Hollanda’da belediye başkanları seçimle değil ülkenin kralı tarafından atama ile görevlendiriliyorlar. Bir ilâve not daha: Ülke Kral Alexander’in özel mülkü. Hiç kimsenin arsası tarlası çifti çubuğu yok mesela. Siz ev alırken veya ev inşa ederken, arsasını Kraldan kiralıyor ve ömür boyu Kral’ın hesabına her ay, kira öder gibi arsa kullanım parası ödüyorsunuz.

Rotterdam Belediye Başkanı Ebu Talip’in Müslüman olduğunu duyunca, ‘ne güzel, hâlden anlayan birisidir, insanımız rahat eder’ diye hemen sevinmeyin öyle; bir Kral, kendisine, felsefesine, ülkesine sadık ve bağlı olmayan birisini atama ile görevlendirir mi. Zaten son Hollanda- Türkiye krizinde de açıkça görmedik mi bunu. Son tahlilde Kral’ın belediye başkanı, unutmayın bunu.

Maass şehrin en büyük en görkemli en güzel nehri. Üzerinde dev gemiler endüstri devir daimi yapıyor, limandan limana. Birçok isim Maass ile başlıyor burada. Hatta beni ağırlayıp edebiyat söyleşisi/imza günü yapan kulübün adı da Maassluis Kitap Kulübü’ydü. Bizim Tuna’dan biraz küçük, Meriç’ten büyük bir nehir.

Rotterdam bir çizgisel şehir, bir grafik şehir. Plan program, hesap kitap, matematik şehri. Menşeinden belli değil mi: Avrupalı. Bu kadar sert ve keskin çizgi bizim gibi Mistik-Doğrulu kafaları rahatsız etmiyor değil, açıkçası. Ama onlar için doğal normal ve hatta öğünülesi bir durum.

Kalem ev / apartman var mesela. Belki yirmi katlı bir apartman düşünün. Gerçek bir kalem biçiminde tasarlanmış. Küp, geometrik olarak küp biçiminde evler apartmanlar da var. Grafik şehir dedik ya.

Rotterdam dört şey aslında: Domates

şehri, peynir şehri, değirmen şehri,

bisiklet şehri. Marketlerinin raflarında

yirmi çeşit domates yirmi çeşit peynir

var. Ve şehrin dört bir yanı bisiklet yolları

ile donatılmış. Kutsal birer öğe gibi bisiklet

yolları: Kimse geçmiyor o bisikletlilerden

gayrı, yürümüyor; hatta yürümeyi

geçmeyi aklından bile geçirmiyor. Rotterdam

Tren Garı’nın çevresi, hiç abartmadan

söylüyorum, on binlerce bisikletin

otoparkı durumunda. Nasıl karıştırmıyorlar,

o da şaşılası bir durum. Bakışlarınızı

pencereden dışarı uzattığınızda,

yel değirmenleri arasında kör ebe oynayan

onlarca bisikletli görüyorsunuz; süresiz

bisiklet festivali var sanki…

Daha çok bir heykeller şehri Rotterdam;

hemen her köşede meydanda

bina cephesinde nehir kıyısında çeşit çeşit

heykeller. Çizgi çizgi, renk renk, irili

ufaklı. Sanki açık hava heykel müzesi

şehir. Doğrusunu söyleyelim, estetikler

de. Hele Maass Nehri kenarında paslanmış

demir enkazlarından yapılmış bir düşünen

adam heykeli var ki, şapka çıkartmak

lâzım: Zekice, orijinal, estetik.

Apartman çok az Rotterdam’da; genellikle

iki, ikibuçuk katlı bitişik nizam, içten

dubleks evler yaygın. Ova şehri ya, binalar

yüksek değil. Yüksek olanlar daha çok

İşhanları, modern kocaman yüksek grafik

binalar. Vahşi Batı Kapitalizmin estetize

edilmiş modernize canavarları gibi

heyula heyula duruyorlar dört bir yanda.

Rotterdam sokakları renk cümbüşü

içerisinde; Hollandalılar hemen belli

oluyor açık tenli sarışın uzun boylu insanlar.

Ama Türk’ünden Arap’ına, siyahisinden

süt beyazına… Birleşmiş Milletler

gibi adeta sokaklar, otogarlar, metrolar.

Hoşgörü ve birlikte yaşama kültürü açısından

çok takdir edilesi birdurum bu elbette.

Herkese iş aş eş yaşam imkânı verilmesi,

ülke adına, insanlık adına, yirmi

birinci yüzyıl adına çok güzel.

Sokakları kalabalık değil

Rotterdam’ın. Hollandalılar disiplinli insanlarmış.

Hafta içi iş çıkışı doğru evlerine.

Hafta sonu için program yapıp, Cumartesi

Pazar ise ailece yeme içme eğlenceymiş

onların dünyası. Ama bizim

Türkler oranında suyunu çıkartmışlar,

hayat dolular elbette: Türk lokantaları

kahvehaneleri eğlence merkezleri gece

yarısına, hatta gece bir ikiye kadar açık ve

doluymuş.

Bir itiraf daha: Ben aldatıldım. Evet

resmen aldatıldım son gezimde. Yurt dışına,

Avrupa’ya çıkıyorum sanmıştım.

Öyle planlamış, şartlanmıştım. Amsterdam

uçağında yanımda oturan ve yirmi

beş yıldır Hollanda’da yaşayan Ayşe Kılıç

Hanım çözdü tüm sorunlarımı havaalanında.

Yakın ilgi ve desteğini unutmamam.

Mevlüt Bey o anda Münih’te

derste olduğu için yakın dostu Süleyman

Hoca ve eşiŞeyda Hanım ile ablası

Hediye Hanım aldılar havaalanından.

Yüz kilometre mesafeden geldiler. Yolda

Den Haag’da yemek molası verdik. Saat

24.00, Türkiye’de gece sıfır iki. Yemek ikram

ettiler sağ olsunlar. Kapıya baktım,

Mevlana Lokantası yazıyor. İçeriye girdik

o da ne; Aşık Mahsuni Şerif merhum,

‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana / bilmem

ağlasam mı ağlamasam mı’ çalıyor.

Az sonra soframıza Antep’in Ezo Gelin

çorbası ve Konya’nın Etli Ekmeği geliyor

soframıza. Sabah kahvaltıda Konyalım

Lokantası’nda ağırlıyorlar Koç’lar beni.

Nefis bir edebiyat söyleşisinin ardından

Maassluis Türk Kitap Kulübü’nün genç

bayanları, Zeynep ve Ülkü Hanım’ın öncülüğünde

akşam yemeği ikramediyorlar

bana: O da ne, Lezzet Lokantası’ndayız

bu kez. Antepli Nadir Bey’in buram buram

Anadolu kokan işyerinde kebap pişiren

Karaman’dan gitme Osman kardeş

gelip selfie yapıyor benimle hemen.

Kısacası Avrupa Türkiye olmuş dostlar;

Hollanda Türkiye olmuş, Rotterdam

Türkiye olmuş, diyeyim size.Bir Balkan

uzmanı, aşığı, seyyahı olarak konuşuyorum:

Balkanlarda ellinin üzerinde

kez sefere çıkmış dolaşmış biri olarak

‘Balkanlar’daTürkçeyle her şehirde rahatlıkla

dolaşabilirsiniz’ diyen ben, şimdi de

bunu Avrupa için söylüyorum: Hollanda

ve Belçika’da, Brüksel’de, Amsterdam’da,

Den Haag’da ve en çok da Rotterdam’da

Türkçeyle rahat rahat yaşayabilirsiniz.

Sokak sokak, ev ev, iş yeri işyeri, Türkiye

taşınmış Avrupa’ya.

Deniz TV’de canlı edebiyat programına

çıktık üç yazar o gün. On altı yıldır

Hollanda’da yaşayan genç Romancı Şeyda

Koç ile otuz yıldır Rotterdam’da yaşayan

Karslı Romancı Murat Tuncel de, çok

sağ olsunlar zenginlik kattılar programıma.

Gökkuşağı programının Antepli sunucusu

Sibel Sibella’yada sıcak renkli

konu konuyu açıcı sunumu için çok ama

çok teşekkür ediyorum.

Netice itibarıyla şunu söylemek mümkün:

Rotterdam bizden bir şehir artık.

Bir yüzü Batılı, çizgisel, geometrik,

modern evet.

Bir yüzü rengârenk, dünyalı. En çok da

Anadolulu bir şehir.

Bir bereket bolluk şehri.

Düz şehir düzlenmiş şehir Düzland.

Farklılıklarını olabildiğinde düzlemiş şehir.

Rotterdam: Rengârenk bir Hollanda

şehri.

Rengarenk Batı, Rengarenk insan,

rengarenk dünya şehri.

Düzland bir ülkenin rengârenk şehri

Rotterdam.