Modern bir eğitim aldım. Ama içimde arabesk bir ruh taşıyorum. Yemek menülerindeki havalı yemek isimleri gibi her şey bir aldatıştan ibaret. Söylerken havalı; ama yemek gelince bildiğin et diyorsun ya  işte öyle. Görünenin ardında bir doğulu yaşıyor içimde.
"Paramparça" şarkısını Müslim Gürses'ten, "Sil Baştan" şarkısını Kibariye'den dinlemeyi severim. Gördüğüm her şeyi dramatize edebilme potansiyeline sahibim. Haberleri dinlerken, film izlerken ağlarım. Başkasının derdi ile dertlenirim. Sevdiklerimi şımartacak kadar gösteririm sevgimi. Ne kadar eleştirsem de konuşurken ben de dokunmayı severim, yanımdakine. Vücut dili lisanımı tamamlar, tanımlar. Olayları hikâye etme konusunda iyiyimdir. Analiz konusunda eksiklerim vardır.
Stresli zamanlarda aynı şarkıyı defalarca mırıldanırım. Biri yüzüme vurursa da inkâr edecek kadar da bilinçsiz bir eylemdir,bu. Hayalleri gerçeklere tercih ederim. Gerçeklerin sınırları, hayallerin sınırsızlığı kadar ferahlık vermez bana. Yine de ağzımda gerçekler ve gerçekçilikle ilgili övgü sözleri vardır. Hayallerin fazlası zarar verir çünkü. Bu yüzden hayallerle ilgili güzel bir söz yazan arkadaşımı eleştirmiş ve onu kızdırmıştım.
Önceden duygusal kararlar alır; gerçeklerle sonra yüzleşirdim. Tecrübe ile birlikte gerçekçi kararlar almaya, duygularla sonra haşır neşir olmaya başladım. Dedemin "doz" diyişini, babamın "namus" diyişini, annemin "boş ver" diyişini unutamam. Hayat, dozunu ayarlayabildiğin, namusunla ve hakkıyla yaşadığın, değiştiremeyeceklerine boş verdiğin şeylerden ibarettir.
"Hayat felsefem..."diye başlayan cümleleri hiç sevmem. Felsefe, belirsizlikten ibarettir. Hayat ise belli olanlarla yürür. Birinin kulağına söylenen, başkasına söylenmesinde sakınca olan sözlerin doğru olmadığına inanırım. Gerçekler haykırılır, yalanlar fısıldanır çünkü.
Sevmeyi sevdiğim kadar sevmem hiçbir şeyi. Bazıları az ve öz sevmeyi sever. Bunun için haklı gerekçeleri de hazırdır: Kalbinde herkese yer yoktur. Kalbin hacmini maddenin hacmi gibi sanırlar. Değildir oysa. İnsan aynı anda pek çok kişiyi sevebilir. Hepsi gerçek sevgi de olabilir.
"Sevgi neydi? Sevgi emekti." en sevdiğim film repliğidir. Mümin Sekman'ın kitabında okuduğum duayı ben de ederim:"Allah'ım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme gücü ver. Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenme gücü ver. Bu ikisini birbirinden ayırt etmeyi nasip et."
Hiç kimse, kimseyi tam olarak tanıyamaz. Hatta bazen kendini bile tanıyamazsın; ama samimi olmak başkalarına verebileceğimiz en güzel hediyedir. Sözlerimi Wimbledon'un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe'nin hayatı anlattığı ve yorumladığı mektubu ile bitiriyorum.
Wimbledon’un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’ten ölüm döşeğindeydi…
Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı.
Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
- Tanrı, böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti ?
Arthur Ashe cevap verdi:
- Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir.
500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer,
5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2’si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım.
Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Niye ben’ derim?


         Mutluluk insanı tatlı yapar.
         Başarı ışıltılı…
         Zorluklar güçlü…
         Hüzün, insanı insan yapar,
         Yenilgi mütevazı…
         Tanrı’ya asla ‘Neden ben?’ diye sormayın.
         Ne olacaksa olur…

                     Arthur Ashe