Merhameti olan hakta yüceyken,
Tevazu ruhuyla özü dolandır.
Şu dönen zamanda kibir geceyken,
Gündüzden geceye izi olandır.
Merhamet duygusu annelerde sır,
Evladı çocuktur geçse de asır,
Annenin duası ederse tesir,
Sıratı geçecek hızı olandır.
Merhamet süslüyse silahın üstü,
Yok ise insana kin ile kastı,
Savaşın sonunda dikilen büstü,
Barışa hizmette tezi olandır.
Merhamet ruhuyla gönlüne giren,
Mahzun olan güle suyunu veren,
Bülbülün diliyle şarkılar deren,
Sevdadan neşeye hazzı olandır.
Aydın ÇETİNKAYA
-------------------------------------------------------------------------
DUA
Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır:
Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emreder:
“Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini) bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.” (Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526)
“Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır”
--------------------------------------------------------------------------------
RAMAZAN VE HELAL KAZANÇ
"Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın
mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle
hâkimlere koşmayın".(Bakara/188) Bu ayeti kerime oruç bahsinin en son
ayeti kerimesidir. Ayet oruç derslerinin sonuncusunu vermektedir.
Helalle imtihan olan nefsimizi, başkasının malına göz dikmemek ve el
uzatmamakla sınamaktadır.
"Bu âyet, çok büyük bir hukukî ve sosyal esası içine almaktadır. Bu
öyle bir sosyal hayat tesisinin başlangıcıdır ki buna riayet eden
insanlar, mahkûmluk bağından kendilerini kurtararak mutlulukla
yaşarlar, zalimlerin zulüm pençesine düşmezler. Ancak bunu hakkiyle
tatbik edebilmek, oruç gibi nefsî terbiye ettirecek ibadetlerin
kıymetini bilmek ve onu güzel bir şekilde eda edip "nefs-i mutmainne"
makamını elde etmekle mümkün olur. Buna işaret için bu âyet, oruç
âyetlerini takib etmiştir. Şöyle ki:
Ey müminler! Yiyin, fakat birbirinizin mallarını aranızda batıl bir
şekilde (meşru bir sebep olmaksızın) yemeyin.
Bir malın haram olması, ya kendisindeki bir manadan veya kazanma
şeklinden dolayıdır.
Birinci kısım: Malların aslı, ya madenlerden, ya bitkilerden veya
hayvanlardandır. Madenler yerin parçalarıdırlar. Bu yüzden zehir gibi,
yiyenlere zararlı olma yönünden başka bir şekilde haram olmazlar.
Bitkilerin de hayatı, sağlığı veya aklı yok edenlerden başkası haram
olmaz. Hayatı yok edici olanlar, zehirler; sağlığı ortadan kaldırıcı
olanlar, tedavi dışında kullanılan ilaçlar; aklı yok edici olanlar da
sarhoşluk verenlerdir. Hayvanlara gelince, bunlar yenen ve yenmeyen
kısımlarına ayrılır. Yenmesi helâl olan da şer'î usûl ile kesilmedikçe
helâl olmaz. Kesilenin de bütün parçaları helâl değildir. Hayvanın
işkembesinde bulunan yem kalıntısı ve kan haramdır ki tafsilatı fıkıh
kitaplarındadır.
İkinci kısım: Elde edilmesi yönündeki bozukluktan dolayı haram
olanlardır. Şimdi bir malı almak ya irade dışı bir sebeple olur, miras
gibi. Yahut da alanın isteğiyle olur. Bu da ya sahibinden alınmış
olmaz, kazanıp elde etme gibi. Yahut da sahibinden alınmış olur. Bu da
ya zorla alınır, veya karşılıklı rıza ile. Zorla alınan, ya mülkiyetin
masumluğu düştüğünden dolayı alınır, ganimetler gibi. Yahut da alanın,
o şeyi hak etmiş olmasından dolayı alınır, zekat vermekten
kaçınanların zekatı ve vacib olan nafaka gibi. Karşılıklı rıza ile
alınan da ya bir karşılıkla alınır, alış-veriş, mehir ve ücret gibi.
Yahut da karşılıksız olarak alınır, hibe ve vasiyet gibi. Böylece
kazanma ve elde etme için altı kısım, ortaya çıkar ki, tafsilatı,
fıkıh kitaplarındadır.
Düşününüz, Ramazan günleri, lezzetlerinden ve kendi öz malını bile
yemekten Allah'ın emrine uyarak nefsini yasaklayan insanlar, sonra
başkalarının malını haksız olarak nasıl yerler? Elin malına nasıl göz
dikerler? Elbette bunlara yaraşan daima helâl yemektir. Sakın haksız
mal yemeyin. Yiyip de insanların mallarından bir kısmını günahla,
günahkârlıkla yiyesiniz diye, mallarınızla hakimlere, hükümetlere
düşmeyin. Halkın mallarından yemek için hakimlere, hükümetlere
bağlanmayın, rüşvet vermeyin, yani bunları bile bile yapmayın.
Muamelelerinizde birbirinizin malına ve hukukuna iyi riayet
ederseniz, yaptığınız anlaşma ve sözleşmelerde haksızlıktan,
tartışmaya sebep olacak ve işi mahkemelere düşürecek bozuk şartlardan
sakınırsanız; hakimlere, hükümetlere boyun eğmekten kurtulursunuz. Her
nasılsa mahkemeye düştüğünüz zaman, gerek hakimi ve gerek birbirinizi
yalan dolan, şarlatanlık ve rüşvet gibi batıl sebeplerle ikna ve
bağlamaya uğraşmazsanız; hakimlerinizi bozmamış, zulme meydan
vermemiş, haksız yere birbirinizin malını yememiş, yedirmemiş
olursunuz. Hatta mahkemede lehinize hüküm verilmiş olsa bile sırf
bundan dolayı kendinizi haklı sanmamalısınız, hakkın aslını
gözetmelisiniz. Nihayet hüküm ve hükümeti, yeme yeri sayarak halkın
malını yemek için hükümeti vasıta edip bağlanmaktan sakınırsanız;
hükümetiniz yükselir, hâkimiyetiniz artar. Vazifeler hakkiyle görülür.
Allah'ın kullarının işi hakkiyle düzeltilir, haksızlığa sed çekilir,
bunun sonucunda siz mutlu bir hayat yaşarsınız.
---------------------------------------------------------------------------
BATIL
Sözlükte zâil, yani varlıkta durmayan, yok olan demektir.
Bundan dolayı "batıl sebeplerle": yok yere, haksız, gerçek sebep
olmaksızın, itibara değer meşru bir sebep olmaksızın demek olur.
Haksız yere mal yemeye kalkışmak bütün kötülüklerin başıdır. Bundan
sakınmanın, dinî terbiyenin istenen en büyük neticesi olduğu, bu
âyetin, oruç âyetlerini takib etmesinden anlaşılır.
Rivayet edilmiştir ki Abdân el-Hadremî, İmrü'l-Kays el-Kindî'den bir
parça yer dava etmişti ve delili yoktu. Bundan dolayı Resulullah
İmriü'l-Kays'a yemin ettirmeye karar verdi. O da yemin etmek istedi.
Hemen Peygamber (s.a.v.): "Gerçek şu ki, Allah'a olan ahidlerini ve
yaptıkları yeminlerini az bir para karşılığı satanlar..." (Âl-i İmrân,
3/77) âyetini okudu. Okuyunca İmrü'l-Kays yeminden çekindi ve adı
geçen araziyi Abdan'a teslim etti. Bunun üzerine, işte bu, "yemeyiniz"
âyeti nazil oldu.
Bir de iki hasım, Peygamberimizin huzuruna muhakeme olmaya
gelmişlerdi. "Resulullah buyurdu ki: "Ben de sizin gibi bir insanım,
siz ise bana muhakeme için geliyorsunuz. Olabilir ki bir kısmınız
delilini diğerinden eksik ifade eder. Ben de dinlediğime göre hüküm
veririm. Bundan dolayı her kimin lehine, kardeşinin hakkından bir
şeye hüküm verirsem, ona bir ateş parçasını hüküm vermiş olurum.'
Bunun üzerine taraflardan ikisi de ağladılar ve her biri: 'Benim
hakkım arkadaşımın olsun.' dedi. Resulullah da: 'Haydi bakınız,
araştırınız, sonra kur'a atınız. Ondan sonra da birbirinizle
helâlleşiniz' buyurdu". (Elmalılı tefsiri)
Elmalılın muhteşem tefsirinden sonra başka bir söze gerek yok
sanırım. Şimdi kendimize dönüp soralım, acaba Ramazan bize bu eğitimi
kazandırdı mı? Bayram tatlılarını yemeden önce, helal yemeğe ve
kazanmaya azim ettik mi? Batıl olarak topladıklarımızı hak sahiplerine
vermeye söz verdik mi? Ölmeden önce kendi helalliğimizi kendimiz
almaya hazır mıyız?