Adonis, o gerçekten kıymetli kitabı 'Sûfizm ve Sürrealizm'ın 'En-Nifferî'nin Eserleri ya da Poetikası' başlıklı bölümünde şöyle diyor: 'Şiir bize diğer dünyayla en zengin, en insanî ve en güzel bağlantıyı sağlar. Çünkü benliğin özünü ifşa ve diğer boyutunu açığa vurmaya en çok muktedir olan şeydir. Benlik bu diğer boyutu yalnızca ilişkilendirmek, eşleştirmek ve aynı hâle gelmek için değil, aynı zamanda onu kendi eşsizliğine dair bir anlam sağlamak için ihtiyaç duyar. Ötekinin ayrılığı beni bana açık kılan ve beni onunla uyumlu kılan şeydir. Şiir bizi sürekli olarak evrensel bir insanî birlikte yaratarak farklı bireyselliklerde bir araya getirir. Bizi yakaza hâli olan bir vecd hâline götürür. Uyanıklığın en mükemmel biçimi olan bu uykuda, insan dünyanın gelişimi için kardeşlik içinde çalışır. Heraklitus'un ifadesini hatırlarsak 'İnsanlar uykularında dünyanın bayındırlığı için kardeşçe çalışır.'

Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan 'Kudüs Konçertosu' kitabında Adonis, bir yandan benliğinin özünü ifşâ etmeyi denerkenv öte yandan toplumsal vicdanın sesi olmanın peşinde görünüyor. Denebilir ki hem bireysel hem de toplumsal olanı birleştiren bir söylemin imkânlarını aramak gibi zor bir işe soyunuyor.

Dünyanın yaşayan en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Adonis'in hayatı da eseri de bir 'konçerto' metaforu çerçevesinde değerlendirilebilir pekâlâ. Konçerto; tek ya da birden fazla çalgı için orkestra eşliğiyle bestelenmiş çok bölümlü müzik eseri.  'Teklik' ile 'çokluk' arasında bir meddüzcezir ya da şu: 'Çokluk'ta 'tek'i aramak; 'tek'te 'çokluk'u. Metafizik imaları olan bu belirlemenin hem gerçeğe hem de gerçek ötesine bakan bir yanı var. Söz konusu Adonis olunca mesele gelip insanlık trajedisinin Şarkî cihetine dayanıyor. Yani şu: İlk insandan bu yana devam eden bir 'kan imtidâdı' var. Bu imtidâdı, Ortadoğu coğrafyası özelinde epik düzlemden sürrealist düzleme taşıyor Adonis. Bir süredir gerçeküstücülüğün metafizik yanıyla ilgilendiğini bildiğimiz şair, son şiir kitabı Kudüs Konçertosu'nda kutsal kitaplardan hareket ederek, deyiş yerindeyse bir 'kıyamet konçertosu' ya da operasını sahneye koyuyor. Hayatın gerçeküstü olduğunun sezgisel bir kavrayışı bu. Öte yandan Kudüs'ün çoksesliliğinden yararlanarak farklı bir şiir dili kurmaya çalışan Adonis, dilin o ilk saf halinin sesini yakalamaya çalışıyor. Kanla yıkanan kelimelerin kıyameti diyebiliriz bir bakıma. Dil'in inşa ettiği Babil kulesi ya da kuyu. İmrü'l Kays geliyor ve 'ağlama duvarı'na asılıyor şiirleri. Ka'b bin Züheyr'in hırkasını ateşe veriyor insanoğlu. Kumrunun sesini bastırıyor silah sesleri. Burak'ın kanatları nerde? Golgotha'da erguvan bahçesi. Nasıl? Okumaktan, bakmaktan, yaşamaktan manâ ne?

Adonis, kâh 'dünyanın metnini okuyup sezgisel bir tarzda evrenin kanunlarını deşifre eden bir kâhin' kâh sürrealizmin sûfizmle izdivacını sağlayan bir kuramcı olarak karşımıza çıkıyor Kudüs Konçertosu'nda. Adonis'in sürrealizmi, 'antik toplum ve onun kurumlarıyla, ahlâkı, estetiğiyle' aykırılığını ilan etmek şöyle dursun onlardan beslenen bir anlayışa dayanıyor. Düşler, mucizeler, dilsel oyunlar, halisünasyonlar, delilikler, cezbe halleri bir çeşit 'konçertonun' enstrümanları. Zamanlar arasında yapılan geçişler, dünyanın bilgisini yeniden üretme yolunda imkân tanıyor şaire ve o da akıl-ruh, gerçek-hayâl, geçmiş-gelecek, Dil-Söz gibi ikili karşıtlıklar üzerine kuruyor şiirini.

Aragon, sûfîlerin vecd hâllerine benzer tecrübelerinden oraya çıkan zihin hâlini şöyle ifade etmişti: 'Her şeyden önce, her birimiz kendisini belli bir karışıklığın bir nesnesi olarak kabul etmiş ve bu ızdıraba karşı savaşım vermiştir. Sonra bu ızdırabın tabiatı açığa çıkmıştır. Her şey, sanki zihin bilinçaltının doruğuna ulaşınca, konumunu tanımada takatini kaybetmiş görünmüştür. Bunda sûretler şekil almış ve gerçekliğin özü hâline gelmişlerdir. Bu ilişki uyarınca kendilerini tefrîk edilebilir bir güç olarak tecrübe etmişlerdir. Dolayısıyla görsel, işitsel ve dokunsal halüsinasyonların özelliklerini üstlenmişlerdir. Biz bu imgelerin tam gücünü tecrübe etmişiz. Onları yönetme gücünü kaybetmiş ve onların alanı olup onlara tabi olmuşuz. Uykudan hemen önce ya da caddede gözlerimiz sonuna kadar açık, dehşetin tüm mekanizmalarıyla ellerimizi yatakta hayâletlere uzattık.' Şimdi'de varolmayı sürdüren tarihi ve onun enstrümanlarını, artık birer gölgenin gölgesinden başka bir şey olmayan nesneler vasıtasıyla ve derinlerde gizli olanı açığa çıkarma teşebbüsündeki Adonis, sürrealizmin kurucusu Breton gibi 'absürdlüğü, nevrozu, cinnet ve tefekkürü, bize verilmiş olan ve bunlar yoluyla psişik hayatın kökenlerini idrak edebileceğimiz vasıtalar olarak konumlandırıyor.

Adonis'in şiiri için bir çeşit kurban ayini tınılarını taşıyor desek mübalâğa etmiş sayılmayız. Aslında mistisizm ile tasavvuf arasında bir yerde konumlandırılan sürrealizm, Adonis'in ' Kudüs'ü 'görme biçimi' oluyor. Vecd hâlinin cinnete evrildiği günümüz dünyası, Kudüs metaforuyla evrensel bir anlatıma kavuşuyor. Deyiş yerindeyse şair, Dil'den önceki o saf halini özlüyor dünyanın; yeryüzünün çocukluk çağını. İnsanın bu dünyada şairane konaklayacağı yerlerin başında gelen Kudüs'ün 'kıyamet'in metaforu olarak yeniden inşa edildiğine şahit oluyoruz biz Adonis okurları.

Bir çığlık: 'Evet, bu caddelerde her meyve bir acı' 'Âlemin başlangıcında söz vardı/sözün  başlangıcında kan.' İmrü'l Kays öyle mi dedi? Kâbe'nin duvarlarına şiirler asılıyordu; Mescid-i Aksa'nın duvarlarına şiirler asılmıyor, kandan gömlekleri asılıyor şairlerin; ceylanlar gibi geziniyor hüzün bu duvarlarda; kanın, cinnetin, kinin panayırı...

İmrü'l Kays, Kudüs'ün sokaklarında yürüyor, Golgotha'sını arıyor Söz'ün.
Dil'in acı meyvesi oluyor şiir Adonis'te. Okur, o acı meyveyi tadıyor bu şiirleri okurken... Yer yer gerçeküstünün diline yaklaşan Adonis, böylece gerçeğin zalimliğinden koruyor kendini: 'Dilsel bir nakış senin göğün. Yerinse kuruntular hamalı.' 'Gerçek bende nefes darlığı yapıyor' diyordu Cioran, gerçek Adonis'te de nefes darlığı yapıyor ve onun için 'Ey şair, iki omzunun arasında bir adam başı taşıyan her varlığın bir insan olduğundan kuşkulanmakta haklısın.' dizesini yazıyor.

Kudüs'ün 'şimdi'sini yazıyor Adonis; 'şimdi'deki mazisini... Kâh Ka'b bin Züheyr oluyor kâh İmrü'l Kays Adonis. Peki Adonis'in kılığındaki kim? 'Kudüs bir düş-bir dil. Tarihin, öncesiyle ve sonrasıyla içinde kaynaştığı bir dil. İnsanla gerçeklik, son ile sonsuz kaynaşıyor.'

Ebu Hureyre'den aktarıyor şair: 'Kim Beytülmakdis'te ölürse, gökte ölmüş gibidir.' Peki ama Beytülmakdis'in anlamı ne? Onu hangi dil anlatmaya muktedirdir? Onu kim düş olarak telakki edebilir, kim hayâl edebilir? Hz. Eyüb yaralarını çiçeklere emanet eder, Eski Ahit'ten kumrular kanat çırpıp gelir, Yeni Ahit'ten Zeytin Dağı dilimize doğru yürür, Kur'an, kalbimizi yeniden yazar... Kalbimize sûr üflenir, kalbimize sûr üflenir, kalbimize...

Kudüs Konçertosu, bütün bunları duyuruyor bize.

'Ey ölüm, herkesin ekmeği' diyen Octavio Paz ile benzer duyguları paylaşıyor Adonis. Şimdi şu: 'Yıkım bu, taşın ve beşerin yıkımı.' Söz'ün, Dil'in, Kalb'in ve Gelecek'in yıkımı. Ve elbette: 'Dünyâ biter o yerde ki mağlûb olur hayâl'

İbn Abbas'ın 'Kim cennetin köşelerinden bir köşeye bakmak isterse, Beytülmakdis'e baksın.' cümlesinden 'Her taşında bir tank üremekte, he ağacında bir bomba mevzilenmekte.' dizesine...

Umut: 'Birlikte sevginin elinden tutup diyeceğiz ki: Kudüs'ün saçlarını tara ve bir şiir aynası sun ona da kendine baksın o aynada.' Yûsuf'a verilebilecek en anlamlı hediye 'ayna' değil miydi? Ve şair soruyor: 'Bölümlerini tek nabızda birleştirecek şarkı nerede?'

'Eyüb'ün şiiri gibi' kalbimizde, 'açık bir yara' Kudüs, hâlâ ve hepimiz için... Ağlama duvarı'na asılan bir şiir şimdi Adonis'in şiiri. Panayır mı? Âh, hayır, kıyamet!

Adonis'e soruyorum: Cehennemde hangi dil konuşulacak?

Sezai Karakoç'un 'Alınyazısı Saati'ni okuma vaktidir:
'Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir./Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri./Altında bir krater saklayan şehir./Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi./Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi/Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin/Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine/Ruhları aydınlatan bir lâmba/İfriti döndürecek insana:/Söndürecek canavarın gözlerini/İfriti döndürecek insana.'

Kan, yine kan, yine kan... Kulakları sağır eden bir orkestra...