Gâlib Dede’den el almış şairlerden Hilmi Yavuz’un ‘büyü’sün, yaz!’ şiiri, ‘ben hep yollar düşledim/derin yollarda yürürken’ mısralarıyla başlar; çünkü ‘yollar gül sesleridir’, çünkü ‘yana yana’ yürüyenlerin de, döne döne yürüyenlerin de, kana kana yürüyenlerin de kitabıdır Hüsn ü Aşk. Derin yollarda yürürken, yollar düşleyenlerin…
Değişim Yayınları tarafından yayımlanan ve Ahmet Doğan imzasını taşıyan Aşk’ın Kalbe Yolculuğu, yolculuk ile değişim/dönüşüm arasındaki ilgiden yola çıkılarak hazırlanmış bir kitap. Yol ve yolculuğu hem gerçek hem metaforik düzlemde ele alan kitabın ‘Dönüşüm ve Yolculuk’ başlıklı giriş bölümü, yol ve yolculuk olgusunun dönüştürme gücüne odaklanmış. ‘İnsanın Yaratılışı, Yeryüzü Yolculuğu ve Dönüşümü’ isimli ilk bölümde insanın cennetten yeryüzüne indirilmesi ve mutlak dinginliğe ulaşmak için girişilen yeryüzü serüveni, ‘Anlatı Dünyasında Sembolik Seyahat ve Dönüşüm’ başlıklı ikinci bölümünde özellikle Doğu’nun ve Batı’nın mistik içerikli yolculuk anlatıları ve bu metinlerdeki tekâmül süreci ele alınıyor. Okuru kâh metinlerarası kâh tinlerarası yolculuğa çıkaran Doğan, sadece akademik içerikten hoşlananlara değil yol ve yolculuk ilişkisini ve bilhassa da Hüsn ü Aşk’taki sergüzeşti merak edenlere de keyifli bir okuma şöleni sunuyor. Hüsn ü Aşk’a ayrılan üçüncü ve son bölümde, ilk olarak eserin orijinalliği, sembolik yapısı ve yenilikçi yönü üzerinde duruluyor. Şeyh Gâlib’in o zamana kadar herkesçe bilinen ‘divan yolu’ndan farklı bir zeminde inşa ettiği ‘Hüsn ü Aşk’ın Anlatı Düzlemindeki Görünümü’ başlığını taşıyan ikinci alt bölümde, modern anlatı metinlerinin yapısal çözümlemesi esas alınarak eserin çözümlemesi yapılıyor. Tematik kurguya da değinilen bu bölümün ardından son olarak ‘Aşk’ın Dönüşüm Yolculuğu’ üst başlığında; kahramanın yolculuğa çağrılışı ve yolculuk esnasında yaşadıkları, daha çok mistik gelenekle irtibatlandırılmak suretiyle, etraflıca irdeleniyor.
Kitap, Mevlânâ’dan ‘Satrançta piyade, seferden dolayı vezir olur.’ epigrafıyla açılıyor. Doğan, Attar’dan, Hesse’e, Pürcevadi’den Şehbenderzâde’ye birçok ehl-i dil ile yoldaş kılıyor bizi. Yolculuk önce Dil’de başlar diyerek. Kalpten kalbe bir yol vardır diyerek. Önce yoldaş sonra yol diyerek. Gâlib Dede’nin mumdan gemilerle yaptığı kışkırtıcı yolculuğa davet ediyor bizi. ‘Bulan arar’ fehvasında çıkılan yolculuk her ne kadar metin düzleminde de olsa okura bambaşka bir ‘ben’ hediye etmek için onu, yola çıkmadan kemâle erilemeyeceğini bilen irfan sahiplerinin dünyasından Hüsn ü Aşk’ın coğrafyasına doğru parıltılı bir seyahate çıkarıyor. Yazarından dinleyelim: ‘Hikâyenin sonunu bir nevi; aramakla bulunamayacak olanı bulanların yine arayanlar olduğu tezinin tecrübe edilmesi şeklinde düşünmek mümkündür. Aşk’a her ne kadar rah-ı galatta yürümüş olduğu söylense de onu böyle bir idrakın içerisine getiren şüphesiz orada bulunmak üzere yola çıkması ve bu uğurda pek çok zahmeti göğüslemesidir. Aşk’ın yaşadığı bu paradoksal, ‘hazine arayan fakirin bizzat kendisinin hazine olması’ hali, ancak ‘yolun simyası’yla mümkün olur. Aşk’ın yolculuğu, üzeri tozla kaplı olan bir aynanın tozlardan arındırılması şeklinde gerçekleşir. Aşk, nihai amacına ulaştığında, cilalı bir hâl alan kalp aynasında Hüsn’ü olduğu gibi -tüm gerçeklikleri- müşahede edebilme imkânı bulur.’
Fuzûlî, Farsça Divanı’nın mukaddimesinde büyük şairin hem geleneğe bağlı kalması hem de onu aşmak durumunda olduğunu söyler. Şeyh Gâlib’in hem geleneğe bağlı kalmış hem onu aşmış biri olarak sahih şair payesini hak edişinin hikâyesi bir bakıma Aşk’ın Kalbe Yolculuğu.
‘Görünende görünmeyeni, değişende değişmeyeni yakalama ve gösterme cehdindeki müslüman sanatkâr, ideler âlemine yükselmek ve orada reel dünyanın kayıtlarından kurtulmak istemektedir âdetâ.’ Yolculuk ise bu arzunun metaforu olur. Bu hâli Fuzûlî ‘Gelin ey ehl-i hakîkat çıkalım dünyadan/Gayr yerler görelim özge safâlar sürelim’ beytiyle dile getirirken, Divan şairlerinin hemen tümüne tercüman olur. Gâlib’in Hüsn ü Aşk’ı Fuzûlî’nin bu muhteşem beytinin açılımı gibidir.
Kitabın söylediği şeyi şöyle özetlemek mümkün sanırım: ‘Aşk, Kalp Kalesi’ne yaptığı yolculuk boyunca kendi ruhsal derinliklerinde ilerken kendisini yolundan alıkoymaya çalışan güçlerle ve güçlüklerle boğuşmak zorunda kalır. Bu her kahramanın kaderidir, hiçbir kahraman, tehlikelerin içerisinden geçip büyük zahmetlere katlanıp, acı çekmeden hazineyi elde edemeyecektir. Zaten mihnet olmadığı takdirde ‘sınavlar yolu’ da olmaz. ‘Mutlak’a uzanan yol pek çok zahmetin içerisinden geçer. Cemâli bulmak için yola çıkan sâlik, ancak celâlin potasında yana yakıla ‘kemâl’i elde edebilir. Yol, zahmet ve eziyetlerle doludur. Bu yol, varlığı döküp gitmeyi gerektiren, cihanın hiçe satılması gereken bir yoldur. Hedefteki aşkına doğru pek çok sıkıntıyı göğüsleyerek yürüyen Aşk, karşılaştığı müşkülleri olağanüstü yardımlar alarak aşar ve nihayet kimyayı almak üzere Hisar-ı Kalb’e girdiğinde her şeyin ve Hüsn’ün kendisinde olduğunu fark etmesiyle macerası son bulur. Aşk’ın bu dikey eksende gerçekleştirdiği yolculuğu, aslında onun kalbî miracıdır.’
Işıktan, sesten, nûr-ı siyahtan, renklerden, ateşten ve elbette suskunluktan müteşekkil büyülü bir yolculuk; ateşten denizleri mumdan gemilerle geçerek… Aşk’ın Kalbe Yolculuğu, işte bu yolculuğun yolculuğu niteliğinde bir kitap. Âteşler içinde kaknüs olup yola çıkmayı göze alabilenler için elbette!