Kitabımız Kur’an ilk inen vahiyde kaleme işaret etmiştir. Allah Teâlâ Ekrem oluşunu yaratmak ve kalem ile bildirmiştir. Dikkat edilecek olursa ilk ayetlerde “silah” ifade edilmemiştir. Günümüz dünyasında silaha kalem değil, kaleme silah hükmetmektedir. Kalem insan için öncelikli bir nimettir. Bu sebeple ilimsiz yapılan tüm mücadeleler vahşete sebep olmuştur. Kalem geleceğin kuşaklarına bir dildir.
Kalemini şükre vesile kılmayanlar için hesap çok zor olacaktır. İnsan kalem için de sorguya çekilecektir. Şimdi kalemin yerini alan nice nimetler olsa da, hepsi kalemin işlevini yapmaktadırlar.
Kalem en çok hattatların elinde başka bir değer kazanır. Kalemi tutan eller, yazıyı okuyan gözler, sözü dinleyen kulaklar ve anlayan ve akleden kalp ve akıl insan hep nimetle donatılmıştır.
Görme engellilerinde altı nokta esasına dayalı Braille yazıları var ki, o da farklı da olsa kalemle yazılır ve parmak uçlarıyla okunur. Onların göz bebekleri, parmak uçlarıdır. Kalemi kimin tuttuğuna dikkat edin ki kalemin rabbine şükretmiş olasınız.
Kur’anda kalemle ilgili şu ayetleri yeniden tefekkür edelim ki şükrümüz artsın.
96:4 - O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
68:1 - Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun.
31:27 - Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
GÖNLÜMÜ YAZIYA VERDİM
Şeyh Hamdullah'a, bu yazıyı nasıl elde ettiğini sormuşlar, O da; "gözlerimi hocamın eline, gönlümü yazıya verdim, elimle kalemi de gereğine bağladım, bir harfi nasıl yazmak icab ediyorsa yazıncaya kadar yazmaktan bıkmadım." cevabını vermiş!
YAZMAK / KARALAMAK
Klasik Hat Sanatımızda geleneğe bağlılık ve sanatta yeterlilik son derece önemlidir. Bir hattat, hocası; "artık belirli bir seviyeye ulaştın, eserlerine imza koyabilirsin" demedikçe imza koymaz. Hatta o kadar ki, yirmi otuz sene, geceli gündüzlü hiç nefes almadan çalışan üstadlar bile eserlerini imzalarken korku duyarlarmış. Mükemmele ulaşmak isteyen sanatçı eserini kesinlikle mükemmel görmez. Bu düşünceyle bazı hattatlar yazısını "eser" yerine koymayıp "sevvedehü (karaladı)" diye imzalar, "ketebehü (yazdı)" şeklinde imza atmazlarmış. Ya da tevazu ile "ed'af-ül'küttab (katiplerin en zayıfı)" şeklinde imzalar da çok rastlanan imza türlerindendir
BİZ „ALLAH“ YAZIYORUZ KARDEŞİM YANMAYIZ
Bir ara Hattat Hâmid’in odasının bulunduğu han büyük bir yangın geçiriyor. Eğer Hattat Hâmid’in odasına da yangın gelecek olursa —ki eski İstanbul yangınlarını düşünelim— mevcut olan bütün eserler yanıp kül olacak. Hancı geliyor: “Üstad!” diyor, “çabuk davran, toparlan, yangın geliyor, yanacaksın!”. Hattat Hâmid hiç istifini bozmadan çalışmasına devam ederek diyor ki: “Biz ‘Allah’ yazıyoruz kardeşim, yanmayız; siz başınızın çaresine bakın”, ve hakikaten bunu nasıl güçlü bir imanla söylediyse, ateş Hattat Hâmid’in kapısına kadar geliyor ve kapısında sönüyor.
TABUT İÇİNDE Kİ KALEM
Matbaa ile kitap basma tekniği Türkiye'de iki yüzyıldan fazla süre geçtikten sonra 18.yüzyılın birinci çeyreğinin sonunda uygulanmaya başlandı. 1727 yılında kurulan matbaaya, o dönemde yalnız İstanbuldaki mevcutları onbinlerle ifade edilen (hat) yazı sanatcılarından ciddi tepkiler gelmişti. Kitap yazmakla ve çoğaltmakla geçinen hat sanatcıları İstanbul sokaklarında tabut icinde yazı takımları gezdirerek protestolarda bulunmuşlardı.
O' NA SAYGISIZLIK OLUR
Şeyh Hamdullah, Sultan II. Beyazıd’a ve çocuklarına hat hocalığı yapmıştır. O’na son derece hürmet ederdi. Sultan II. Beyazıd Şeyh Hamdullah’a o kadar hayrandı ve o kadar itibar ederdi ki, etrafındaki ulema kendilerinin küçümsendiğini düşünerek Şeyh’i kıskanmaya başladılar. Ne yapıp edip Şeyh’i gözden düşürmeye çalışıyorlardı. Sultan Beyazıd bunu fark ederek, bütün ileri gelen ulemayı saraya davet etti.
Toplantıyı açarken onların kitaplarını da üst üste koymaya başladı. Sonunda hazır bulunanlara elindeki Şeyh Hamdullah tarafından yazılmış olan Kur’an-ı Kerim’i göstererek bunu kitap yığınının en altına koyacağını söyledi. Ulema; -“Olmaz, olmaz! Kur’an-ı Kerim’i en alta koymak O’na saygısızlık olur” diye itiraz ettiler. Bunun üzerine Sultan Beyazıd; -“Hakkınız var!’” dedi, -“Hakkınız var ama bu Kur’an-ı Kerim’i yazmış olan üstadı sizlerin altında tutmak da saygısızlık olmaz mı?” dedi. Ulema, Sultan’ın bu kurnazca hazırlanmış tertibinden mahcup oldular ve Şeyh Hamdullah’ı kıskanmaktan vazgeçtiler.
KALEMİN AHI KALDI SATIRLARDA
Birer göz yaşı oldu âharlı kağıtlarda mürekkep damlaları. ..
Her kalemin kendince uzun bir varoluş hikayesi ve yine kendince bir yok oluş hikayesi vardır. Mürekkep zaten baştan başa bir serüven... Kandillerin raks eden alevlerinden kubbeye doğru kıvrım kıvrım yükselen isin (siyah duman) aylar belki de yıllar süren yolculukları neticesi oluşan birkaç damla... Ölümsüz satırların şahidi mürekkep...
Aslında yolculuğa çıkarken “kalemin ahı” demiştik lakin mürekkep; “kalemsiz ben neylerim” diye feryadı koparınca onun da gönlünü alalım deyip bir iki laf da mürekkebe attık. Artık şimdi rahat rahat kalemin derinden derinden çağlayan kulakları gönülleri dağlayan âhı-zarına( inleme) kapı aralayabiliriz.
Kalem kalem olalı hiç kendini bu denli yalnız ve pür melâl hissetmemişti. Kalem artık terk edilen bir sevgili bir daha peşine düşülmemesine terk edilen bir dost. Yalnız mı yalnız; uzak mı uzak şimdi gönüllerden.
Kalem artık kalemliğinden utanır oldu. Kalemin şaşalı saltanatı sona erdi sessiz sedasız. Bir jübile bile yapılmadı kalemlere. Bu ne vicdansızlık bu ne vefasızlık? Pc’ler elektronik daktilolar ve bilumum klavyeli yazı araçları sevinçten göbek atabilirler. En güçlü rakiplerini alt ettiler artık. Şimdi sahnede parmakların tuşlarla dansı var mekanik ve geometrik. Başparmak artık yön tayin etmiyor kayarcasına satırlarda...
Kalemin ahı inletiyor yeri göğü. Varır mı acep; kamışların feryadı Karahisâri’ lerin Hamit Aytaç’ların bârigâhına; bilinmez zahirde ancak ehli anlar..
Parmaklarla kağıt üzerindeki raksını özlüyor ve için için gözyaşı döküyor kalem en sadık dostu kağıtlara... Yılların ezeli iki dostu birbirine son kez sarılıyor belki de birkaç yaşlı titrek ellerin sayesinde. O yüzden daha bir samimiler daha bir vefalılar birbirine karşı.
Kalem kelamı ölümsüzleştirirdi satırlarda... Akardı ırmak gibi kıvrım kıvrım erbabının görmüş geçirmiş gönül pınarından beyaz sayfalara...
Kalem sahibinin hünerli elleriyle ne ölümsüz eserlere imza atmıştı... El yazması eserler denilen dev hazineler kalem ile ehli kalemin müşterek çalışmasıyla vücuda gelmişti.
Hat ve hattat kalem ile neşvünema buldu. Bugün varlarsa; varlıklarını kaleme borçlular.
Kalem ya da kamış hattatın zarif ve hünerli parmaklarında en nadide şaheserler ortaya çıkarıyordu... Harfler alelâde değil adeta bir raks uyumu içerisinde peşpeşe diziliyor bazısı incelerek bazısı kıvrılarak bazısı da ince bir yay çizerek ilerliyordu tezhipli ya da aharlı kağıtlar üzerinde...
Kalem sadece hat ve hattatlar için olmazsa olmazlardan değildi. Yazabilen yazan düşünen mütefekkir münevver muallim ve daha eli kalem tutan her insan her bilgin her ressam için de bir elzemdi.
Kur’an nasıl mushaf olurdu kalemsiz? Şair gönül dilini nasıl dökerdi çağlara? Devirden devire nasıl gelirdi mısralar? Sultanlar nasıl ferman buyururdu uzaklara? Kadılar hükümlerini ne ile yazardı kader denilen ömür defterine? Hakimler idam kararından sonra neyi kırardı kalem olmasaydı? Bilginler formüllerini nasıl ulaştırırdı bu günlere? Âşıklar aşklarını mektuplarla ulvileştirebilirler miydi ya da gurbet sılada anlaşılabilir miydi kalemsiz?
Kalem gönle kalbe tercümandı. Kalem duygulara tercümandı. Kalem maziye hâle tanıktı. Kalem geleceğe atıftı...
Sonra kalem etrafında oluşan onunla beslenen bir iş bir kültür vardı. “Kalem işi” denilen ayrı bir dünya oluşmuştu. Hepsi kalemin âhıyla sarsıldı derinden ve tarih sayfasında şimdiden yerlerini aldılar...
Kalemlikler vardı türlü türlü renk renk desen desen. İçlerinde de kalemler vardı çeşit çeşit. Her kalemin ayrı bir yeri vardı. İçinden birinin yeri daha bir ayrıydı şüphesiz... O çok özel işler için kullanılır; öyle her işe koşulmazdı. Belki bir imza için belki de bir mektup için açılırdı. Kim bilir ne zaman ne amaçla alınmıştı o kalem...
Hediye kalemler de vardı bir hayli... Dostlardan gelmişti bazıları... Onlar çok kıymetliydi.
İşte bu türlü türlü kalemler türlü türlü hikayeleri ile bir bir tarihin çöp sepetinde yerlerini aldılar. Şimdi onların yerinde bilgisayarlar dijital kalemler saltanat sürüyor. Parmaklar onlarla haşır neşir şimdilerde. Ama şu bir gerçek ki bu günün modern kalemleri kağıtlarla asla dostluk kuramıyor kuramayacaklar da... Arada mesafeler var çünkü.
Bir de kalem dostlukları vardı. Kalem sahiplerinin kalemleriyle kurdukları dostluklar kadar ehli kalemle kurdukları dostluklar da dikkate şayandı. Kalemle kurulan dostluklar kaybolurken beraberinde insani dostlukları da alıp götürdü.
Hâlâ kalemlerini terk etmeyen vefalı kalem sahipleri yok değil ama sayıları o kadar az ki bir elin parmaklarını geçmez. Onları örnek almak ve asırlarca süren bir güzelliği yaşatmak gerekir.
Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin insanlarla gönül bağı kuramıyor. Çünkü hep insanın maddi cephesine hitap ediyor. İnsanın ruh dünyasını göz ardı ediyor. Ama şu da bir gerçek ki ruha hitabetmeyen her ne varsa alemde gelip geçicidir.
Gelip geçici olmayan değerler geliştirmek ve yaşatmak tüm insanlığın görevi olmalı...
ADEM KEVEN