Fransa’ya giden orada belli zaman diliminde yaşayanlar bilirler ki Marsilya Paris’e yakın olmasıyla birlikte genellikle ülkede ki azınlıkların yaşadığı bir kenttir. Hatta bu karmaşık yapısı sebebiyle de futbol takımı taraftarları da ülkenin en fanatik taraftar grubunu oluşturur. Fransa’da yaşayan 500.000 Ermeni vatandaşının büyük çoğunluğu da burada yaşıyor. Hatta Marsilya’da yaşayan halk Parislileri sevmez bunun sebebİ genelde herkesin bildiği Fransız kibirinin Paris’te yoğun şekilde yaşanmasıdır.
Şimdi gelelim bu kentin anne ve babası Cezayir ve Tunus asıllı olan milletvekili Valerie Boyer’e hani tabiri caizse gerçekten olaylara Fransız olan bu bayanın hazırlamış olduğu yasa tasarısı neticesinde 22 Aralık tarihinde ülkesinin gündemine getirdiği Ermeni Tehricini Soykırım kapsamına taşıma noktasında yaptığı seviyesiz ve bir o kadar da uluslar arası diplomasiden uzak adıma.
Bakın aslında bu yasa tasarısının gündeme geldiği tarih son derece manidardır ki 22 Aralık 1979 Paris’te görev yapan Turizm Müşavirimiz diplomat Yılmaz Çolpan’ın ASALA tarafından katledilişinin tarihidir. Daha fazla isim sayabilirim size İsmail Erez, Talip Yener, Reşat Morali, Tecelli Arı, Cemal Özen ve daha birçok diplomatımız ASALA terörü nedeniyle acımasızca öldürülmüşlerdir. Nerede biliyor musunuz? Valerie Boyer’in ağlayarak demokrasi ve insan haklarının merkezi artık ülkemiz olmuştur dediği Fransa’da. Şimdi kendi ülkesinde güvenliği sağlamayan üstelik Cezayir’de yapılan soykırımın mimarı olmuş bir ülkenin Türkiye’yi tarihe soykırımcı gibi göstermeye çalışması ne kadar manidar ve ne kadar art niyetlidir değil mi? Aslında bu bayanın ataları Fransız zulmünü yakından bilen belki de canlı yaşayanlar olmasına rağmen kendisi ne çabuk asimile olmuş ve şuurunu kaybetmiştir.
Şimdi Ermeni Olayı ile ilgili bilgi harmanı yapıp kimsenin kafasını bulandırmak istemiyorum. Çünkü bir sorun varsa bunları belirleyecek olan kanıtları ile bunları ortaya koyacak olan tek bir bilim var o da tarih bilimi siyaset bilimi değil. Siyaset, tarihi gerçekler ışığında yapılır. Siz geçmişte yaşananları kendinize örnek alıp yeni siyasi yaklaşımlar oluşturabilirsiniz.
Bakın ben size Ermeni tehrici ile ilgili olarak bazı bilgiler vereyim. Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Sayın Yusuf Halaçoğlu’nun Osmanlı Arşivlerine dayanan rakamlarında 413.067 kişi tehrice tabi tutulmuştur. ABD resmi rakamlarına göre bu sayı 486.000 kişi, Catholic Encyclopedia’ya göre 600.000 kişi ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından üstün hizmet madalyası verilen Kuzey Kıbrıslı yazar Prof. Salahi Sonyel’e göre 700.000 kişi olarak belirlenmiştir. İngiliz kaynakları rakamı 1 milyon ile 1 milyon 200 bin kişi arasında olduğunu yazıyor. İşte bu yüzden daha rakamları üzerinde bile uzlaşılamamış bir konu üzerinde nasıl soykırımdan bahsediliyor.
İki ülke arasında yaşanan sıkıntılı bir dönem olabilir. İstenmeyen olaylarda yaşanmış olabilir. O dönemdeki savaş ortamı ülkenin yaşadığı zor durum yokluk ve savaşla mücadele döneminin yanında belirli bir grubun sürekli anarşi uygulayarak ülkeyi zor duruma sokması neticesinde bir tehric kararı alınmış olamaz mı? Bunu kendi siyasi menfaatleri nedeniyle kullanmak, sadece seçim kazanmak adına tarihi ve ekonomik ilişkileri olan iki ülkeyi karşı karşıya getirmek kime ne kazandırabilir ki.
Bizim temel dış politikamız sınır komşularımızla ilişkilerimizi sıfır sorun olarak yürütmek. Ermenistan’da bizim komşumuz. Ekonomik anlamda yapılacak çalışmalar ile birlikte tarih bilimcilerin yapacağı araştırmalar neticesinde aydınlatılması gereken bir olay var ise önümüzde bu iki gerçeklik ile hareket edilirse bence sorun kısa zamanda çözülecektir. Biz şu anda Sakarya Ticaret Borsası olarak Karadeniz İşbirliği Hibe programında uluslar arası bir konsorsiyumun içerisindeyiz. Konsorsiyum içerisinde Romanya, Yunanistan, Gürcistan ile birlikte Ermenistan’da var. Proje geçerse ilimize 150.000 Euro kazandıracağız. Bu tarz çalışmalar neticesinde iki ülke halkı ortak değerler içerisinde buluşursa sorunlarımızı çok daha rahat çözeriz. Yoksa Fransa’daki Türk düşmanlarının yaptığı gibi nifak tohumu atmak sadece ortalığı gereksiz bulandırmaktan ibarettir.
Sağduyulu ve sabırlı olmak şu anda yapmamız gerekendir diye düşünüyorum. Tabi ki tepkimizi dile getireceğiz ama akıllı yollarla yapmalıyız. Fransız gazetesi Le Figaro’daki şu açıklama gazetelerimizde yer aldı. “Türkiye’nin en büyük ihracatçısı Renault eğer yatırımını Fas’a kaydırırsa ne olur?” Yazılarımı okuyan ve takip eden okuyucularım aslında Fransız köşe yazarının ne demek istediğini çok iyi anlamışlardır. Onların hatırlamasını kolaylaştıracak şifreyi hemen vereyim. “Kendin üret, marka ol ve ihraç et”
Evet yazımın başlığı hepimiz Yılmaz Çolpan mıyız? 22 Aralık tarihinde Fransa’da mecliste yasa tasarısı konuşulurken Hepimiz Yılmaz Çolpan’ız diye yürüyen binlerce insanı görmek isterdim. İlla haksızlığı savunmak için Ermeni olmamıza veya Hrant Dink olmamıza gerek yok ki biz Türk kimliğimizle zaten yıllar boyunca bunun mücadelesini vermedik mi? Biz Hrant’a yapılan saldırıyı da bir sıfatın içine bürünmeden de savunabiliriz. Hrant Dink’i hiç tanımadan sokakta gösteri yapan insanlar biliyorum ben. Her ne kadar aralarında bu insana gönül vermiş kişiler olsa da. Artık Hrant Dink’i kullanmayı bırakalım derim ben.
Bakın bende Hrant Dink ile alakalı çok güzel bir örnek var hem de kısa bir süre önce yaşanmış bir olay:
Türk Diasporası Fransa’da yoğun bir kulis içerisinde ülkemize yapılan haksızlığı önlemek için yoğun bir mesai harcıyorlar. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Başkan yardımcıları Tanıl Küçük, Murat Yalçıntaş ile birlikte Türk-Fransız Ticaret Derneği Başkanı Zeynep Necipoğlu ve Paris Büyükelçimiz Tahsin Burcuoğlu ile birlikte Senatoda oylamayı izlerken. Bir Fransız milletvekili yine Hrant Dink üzerinden sömürü yaparken şu cümleleri kullanıyor:
-Hrant Dink “ Türkiye bizi ancak sıkıntılı günlerde hatırlıyor” derdi. Zaten onun öldürülmesi bile Ermenilerin yaşadığı baskıyı ortaya koymaya yetiyor.
Zeynep Necipoğlu bu sözü duyar duymaz Hisarcıklıoğlu’nun kulağına eğilir ve şunları söyler:
Fransa, bu tasarıyı 2006 yılında ilk gündeme getirdiğinde Türk-Fransız Ticaret Derneği bir imza kampanyası başlatmıştı. Tasarıya karşı çıkan bu kampanyaya ilk imza verenlerden biri de Hrant Dink’ti. ( Bu diyalog 25 Ocak 2012 tarihli Vahap Munyar’ın Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinden alınmıştır.)
Şu an yaşasaydı bu yasa tasarısını Anayasa Mahkemesine taşımak için gereken 60 senatör yada milletvekilinin imzasının bir tanesini de belki o atıyor olacaktı.
Saygılarımla...