Bir fil karanlık bir binada idi. Hindistan'dan bazı insanlar onu gösteri için getirmişlerdi.
Birçok insan o karanlık odaya fili görmek için gitmekteydi. Her biri ona karanlık odada elleriyle dokunuyordu, çünkü onu gözle görmek ihtimali yoktu. Bir kişi, onun hortumuna dokundu, 'Bu bir su borusuna benziyor' dedi. Filin kulaklarına dokunan bir başkası da onu yelpazeye benzetti. Bacaklarına dokunan diğer kişi, 'Filin şeklini bir sütun olarak algılıyorum' dedi. Hayvanın sırtına dokunan diğer bir kişi, 'Gerçekten de bu fil bir tahta benziyor' dedi.
Bunun gibi, filin herhangi bir parçasına dokunan kişiler algıladıkları yere göre bir anlayışa sahip oldular.
Bakış açınızı projeksiyon olarak düşünürseniz ışığın dışında olan her şey karanlıktır. Karanlıklar içindeki görülmeyen, bilinmeyen nesneleri algı alanınıza soktuğunuzda ön yargıları hareket geçirir. Fiziksel olarak bir insandan kat be kat büyük olan fili karanlık içinde dokunduğunuz kadar algılayabilirsiniz. Hikâyedeki fili tanımayan insanların yaptığı gibi.
Eğer fili tanıyor ve biliyorsanız karanlık içinde de olsanız bu fil’dir diyeceksiniz.
Sosyal yaşamdaki ilişkiler de çoğu zaman karanlık içindeki fil gibidir. Kişinin ruhuna dokunmadan, onun yaşanmışlıklarını bilmeden kulaktan dolma bilgilerle, algıladığımız dokunduğumuz kadarki bilgilerle birazda kolaycılığa kaçarak ahkâm kesmeye bayılırız. Büyük bir yanlışın içine düştüğümüzü de, ya fark ederiz ya da fark etmemeğe devam ederek doğruyu bilme kibrine sürükleriz kendimizi. Projeksiyonu kendimize (‘kendini tanı’ Sokrates) ve karanlık bölgelere çevirme becerisine sahip olmalıyız.
İş yaşamında da stratejik planlar yaparken karanlık bölgeler çoktur. Gelecekle ilgili planlarda vizyonun büyük olması çok önemli. Geleceğe geniş açı bir projeksiyonla bakabiliyorsak, karanlık bölgeler azınlıkta olur. Dar açı bir projeksiyonla bakıyor ve de konfor zonu’na tutulduysak durum vahim. “Konfor Zonu, (korunaklı, kendilerini huzurlu hissettikleri alan) bir şirketin “konfor zonu” içinde geçirdiği süre arttıkça kendisini panter, rakiplerini kedi gibi görmeye başlar; gerçekte ise her geçen gün refleksleri yumuşamaktadır.”
İş yaşamında karanlık odadaki fili tarif etme lüksü bulunmaz. Filin orada olduğunu bilmek zorundasınız. Karanlık riskinizdir. Ki, sosyo-ekonomik, politik, teknolojik ve küresel algılarınızın açık olmasını sağlar.
Bireysel yaşamda büyüklenme insanı vicdanın kıblesinden uzaklaştırırken, iş yaşamında refleksleri yumuşatıyor. Karanlık oda riskleri simgelerken refleksleri çelikleştiriyor.
Bakış açımızda (projeksiyonumuzda) her zaman karanlık noktaları da düşünme yetisi olmalı ki, ön yargılardan sıyrılalım.
“ Ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur” demiş Einstein. Belki de zor değildir kendini tanıyan için.