Sosyal medya, hukukumuzda tam olarak tanımlanabilmiş bir mefhum değil. Bunun için sosyal medya aracılığı ile işlenen suçlar, diğer suç tanımlarına benzetilerek uygulanıyor. Ancak sosyal medyanın devleti aşan yapısı sebebiyle bazen bu yargılamalar mümkün olmuyor. Şöyle ki cezasız suç olmaz. Kişi gerçek bilgileriyle bir profil açtığında ve buradan bir suç işlediğinde yargılama yapmak mümkün oluyor. Örneğin hakaret suçu. Gerçek bilgileriyle profil açıldığı için bu suç işlendiğinde ona karşı dava açmak mümkün ancak aynı hakaret suçu sahte bilgilerle oluşturulmuş bir profille işlendiğinde yargılama yapılabilmesi neredeyse imkansız hale geliyor. Çünkü yetkili makamlarımızın bir suçu aydınlatmak adına facebook, twitter ya da diğer sosyal ağlardan bilgi istendiğinde ya hiç kale alınmıyorlar ya da uzun süreler geçtikten sonra yarım yamalak bilgi alabiliyorlar. Yani ortada bir suç olmasına rağmen bir yaptırım olmuyor. Yani cezasız suç olabiliyor.
-Bugün Fazıl Say sosyal medya aracılığı ile paylaştığı düşünceler sebebiyle yargılanıyor. Peki Fazıl Say’ın dedikleri gerçekten “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayıcı” nitelikte mi? “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ola meyhane midir?/ her mümine iki huri vereceğim diyorsun, cenneti ola kerhane midir? (Ömer Hayyam) Bilmem fark ettiniz mi ama nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa allahçı, bu bir paradoks mu?”, “müezzin 22 saniyede ezan okudu akşam ezanını yahu. Prestissimo con Zuco!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?”, “Tanrı, uğruna yaşayacağın bir şey mi, öleceğin bir şey mi, yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi? Bunu da düşün!” Fazıl Say’ın bu dediklerinin bence hukuki açıdan, bir iddianameye konu olabilecek nitelikte olduğunu düşünmüyorum. Nihayetinde kişisel bir alanında, kendisini takip etmek isteyenlerle paylaştığı düşüncelerden ibarettir bunlar. Ve bu düşüncelerde yoruma müsaittir. Bir hukuk adamının bir yorum neticesinde iddianame hazırlamış olması hazindir. Davanın hukuki dayanağı olan “dini değerlere ALENEN aşağılayıcılık” bence aksaktır. Çünkü “açıkça aşağılayıcılık” ancak yorumla mümkündür. Bir hukuk adamının “yorumla” iddianame hazırlaması namümkündür.
-Ne Fazıl Say ülkemizi yurtdışında başarıyla temsil eden bir sanatçımız olmuş, ne hukukun nitelikleri olmuş, ne Türkiye’nin zaten paramparça olmuş imajı olsun, ne ifade özgürlüğüne kelepçe takılıyor olmuş… bence bunların hiçbiri savcının isim yapmak için böyle bir davayı başlatmış olmasından önce gelen şeyler değil? Son dönemde savcılar arasında bir moda gibi dolaşıyor gündemi meşgul edecek davalar açmak. Reyting ile ilgili soruşturmayı düşünsenize. Dört kişi birer saat ifade vermiş ve evlerine gitmişti. Ama gündem bir anda, Üsküdar Adliyesine ve savcılara çevrilmişti?
Ahmet Taner Kışlalı yada…
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü saat 09:40'da Cumhuriyet gazetesine yazdığı son yazısını faksladıktan yaklaşık 19 dakika sonra evinden çıktı. 06 GK 377 plakalı aracına yönelen Kışlalı, arabasının üstüne silecek ile kaput arasına konulmuş poşete sarılı paketi alıp sol eliyle kapıyı açtığı sırada büyük bir patlama meydana geldi. Sol kolu kopan Kışlalı site bekçisi Arif Emirhan Kılıç tarafından Bayındır Hastanesi'ne götürüldü. Saat 10:02'de kalp koroner atışı durmuş, nabzı hızlanmış ve bilinci kapanmış bir şekilde Tıp Fakültesi Hastanesi'ne getirildi. Operatör Dr. Hasan Karakış tarafından yapılan muayene sonrası öldüğü tespit edildi.
-Ölüm yıldönümünde, Ahmet Taner Kışlalı’ya selam olsun…