O bizim ağabeyimiz, o tüm Adapazarı’nın ağabeyi.

Bir yiğit, bir kalender, bir korkusuz adam.

İki metreye yakın dev fiziğinin, ciddi yüz ifadesinin, disiplin kokan bakışlarının yanında, merhamet samimiyet ve yardımseverlikle dolu bir kalbin, bir ince duyarlığın, bir yufka yüreğin sahibidir o aynı zamanda.

Bazılarının unutulmaz mahalle arkadaşı, bazılarının basketboldan yakın dostu, kimilerinin beden eğitimi öğretmeni, kimilerinin futbol maçı hakemi veya hakem arkadaşı, kimilerinin spor il müdürü, bazılarının Ankara’da bürokrasiden arkadaşı…

Ama o en çok Adapazarı arkadaşı, Adapazarı sırdaşı, Adapazarı aşığı.Tepeden tırnağa, saçından topuğuna, öfkesinden sevincine…  iliklerine kadar, hücrelerine kadar, hınçlarına kadar Adapazarı ile dopdoludur Erdoğan Çamlıyurt.

Aslında yarım milyonluk Adapazarı’nda hemen herkesin bir yerlerden tanıdığı tanıştığı, yolunun kesiştiği adamdır kendileri. Aynı oranda az bilinenlerden birisidir de.Bilinmeyen meşhurlarımızdandır Erdoğan Çamlıyurt.Bilinmeyen dediysek yüzü sözü ismi bilinen; ama ruhu, ahlâkı, mizacı ancak yakından tanıyanların bildiği, tanıdıkça da sevdiği bir delikanlı adamdır.

Peki Erdoğan Çamlıyurt kimdir; dünü önceki günü daha eskisi nedir?

Kaç kişi bilebilir onun, ünlü “Han Duvarları” şairi Faruk Nafiz Çamlıbel’le amcaoğlu olduğunu. Daha doğrusu, babasıyla Faruk Bey’in amcazâde olduklarını; asıl köklerinin Kastamonu Taşköprü olduğunu, dede dedesinin ta 1800lerin ortalarında İstanbul’a yerleştiğini, 1936’da soyadı kanunu çıkınca da diğer kolun Çamlıbel, bu kolun Çamlıyurt soyadını aldığını…

Ve yine kaç kişi bilebilir, Çamlıyurt’un dedesi Ali Rıza Efendi’nin II.Abdülhamit döneminde sarayın eczacılarından biri olduğunu;eyvallahsız ve müdanasız karakteri nedeniyle bir gün kafası atıp sarayı terkettiğini, işten ayrıldığını. Yine Erdoğan Hocamızın babası Mehmet Muzaffer Amca’nın dişçi olması istendiğinde ‘ben el-alemin ağzıyla uğraşamam’ dediğini, babası benzeri mizacı nedeniyle günlerden bir gün tası tarağı toplayıp İstanbul’u terk ettiğini ve Adapazarı’nı mesken tuttuğunu, Ziraat Bankası’nda muhasebecilikle ailesini geçindirdiğini; sonra Tozlu Camii doğusunda bulunan ve caddeye adını veren meşhur Küçükhamam’ın işletmecisi Hamit Necati Bey ile Huriye Hanım’ın gözbebeği kızları Mahmure Hanım’la evlendiğini, bu evlilikten Cevza, Erdoğan (1944) ve Saniye‘nin doğduklarını…

Çeşmemeydanı’nda, Eski Hendek Caddesi çevresinde geçen rüya gibi bir çocukluğu var onun. Herkesin birbirine tanıdığı, herkesin birbirini sevdiği, herkesin birbirini kolladığı; zengin ve fakirin bir, birlikte, beraberce yaşadığı 1950’lerin Adapazarı’nın çocuğudur Erdoğan Çamlıyurt. En çok da beyaz eşyacı Ahmet Aslan’ın yahut Sapancalı İsmail Efendilerin (Arzu Açıkel’in dedesi) evinde komşularla huşu içinde kıldıkları teravihlerin, mezarlıktan geldikten sonra evvelâ aile büyüklerine sonra da komşulara tek tek, zengin fakir ayırmadan, ailece yapılan bayram ziyaretlerini, anneannesinin yaptığı Adapazarı’nın o beş yüz yıllık kıvırma tatlısının lezzetini…  Hâlâ büyük bir özlemle hatırlıyor o.

Adapazarı Ortaokullu, Adapazarı Liseli günleri sonra. İnanılmaz basketbol müsabakaları, mücadeleleri, muhabbetleriyle dolu İdmanyurtlu günleri ...

Sadece içinden geldiği için, sevdiği için, merak ettiği için yaptığı kamyon şoförlüğü meselâ.

Bulvar turları meselâ. Çark Mesire’de yüzmeler meselâ.Enişte’nin Ayranı meselâ; Recep Gazozu meselâ, Neşe gazozu meselâ.Gülseven Helva’nın doyulmaz lezzeti meselâ.

Sevginin gökyüzünde, saygının yeryüzünde dopdolu gepgeniş, depderin yaşandığı masalsı günler o günler, o aylar, o yıllar. Adapazarı’nın Adapazarı olduğu günler; hemen herkesin birbirini tanıdığı, kucakladığı, sahiplendiği günler o günler.

Sonra beden eğitimi öğretmenliği tahsili, sonra Kütahya’da öğretmenlik; gönlünün sultanı Filiz Hanım’ı orada buluşu, evlenişi, üç prensese Figen, Ceren ve Gökçenlerinekavuşmaları…

Adapazarı Ticaret Lisesi’nde öğretmenlik günleri. Fedekârane, disiplinâne şahane günler. Eşimin deo günlerden öğretmeni. İlk akla gelen; disiplin ve ciddiyet. İşini bin kere ciddiye alışı, öğrenciye de aldırışı. Ama tatlı sert bir disiplin. Hani Hulusi Kentmence.

Yüzlerce binlerce öğrencisi arasından, uzunca bir süredir Almanya’da yaşayan sevgili Ertan Gökmen’e kulak verelim: “19 Mayıs gösterilerine hazırlanıyorduk Adapazarı Atatürk Stadyumu’nda. Biz binlerce öğrenci tribündeyiz. Ellerimizde beyaz kırmızı mavi sarı renkli kartonlar. Başımızda tabii Erdoğan Çamlıyurt Hocamız var. O komut veriyor megafonla, biz ona göre karton kaldırıyoruz, bir komutla Atatürk oluyoruz, bir başka komutla Türk bayrağı, bir başkasıyla ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazıyoruz. Herkes her seferinde ayrı bayrak kaldırıyor. Aramızdan muzip biri ise komiklik olsun diye kırmızı renk karton kaldıracağına mavi kaldırarak hepimizi güldürmeye kalınca, Erdoğan Hoca duruma el koydu hemen. Komut verdi: “Herkes olduğu gibi kalsın! Kimse kıpırdamasın!” O orta yuvarlakta,  biz tribündeyiz. O kadar kısa süre içinde o tel örgüleri ne zaman, nasıl atladı geldi tribüne… Hiç anlayamadık. O şakacı arkadaşımızı öyle bir sertçe uyardı ki. Herhalde o arkadaşımız kolay kolay bir daha ömrünce şaka yapamamıştır. Erdoğan Hocamızı hem çok ama pek çok severdik. Hem deonun disiplin ve ciddiyetinden ödümüz kopardı. “

Sonra, o günkü adıyla ‘Milli Hakem’lik, bugünkü adıyla Süper Lig futbol hakemliği. İlk maçı da Alisamiyen’de GS-Bolu maçıdır. GS’ın kaptanı ise elbetteki Fatih Terim’dir.

O yıllarda bazı boş haftalarda milli hakemlere amatör kümede de maç verilirdi, bir nevi idman niyetine. Ben anlatanların yalancısıyım: Erdoğan Hoca, Karaaptiler Stadı’nda maç yönetmektedir. Tribünde zaten kırk elli kişi ya vardır ya yoktur. Tribünden ince bir küfür gelir Erdoğan Hoca’ya. Türkiye’deki statlarda görülmedik bir şey yaşanır; Erdoğan Hoca maçı durdurur. Tribünün önüne doğru gelir. Tribündekilerin duyacağı sesle o zata küfrü aynen iade eder, tribüne çıkar adamı bir güzel pataklar, elinden zor alırlar. Dört beş dakikalık bu kesintiden sonra maçı da kaldığı yerden sürdürür. Bir şehir efsanesinden değil, o maçın yan hakeminden işittiklerimi naklediyorum sizlere. Teyit etmek amacıyla bunu geçen gün Erdoğan Hoca’ma sordum. Verdiği cevap:  “Ooooo, o kaçıncı. Cevdet Güngör çetelesini tutmuştur o tür olaylarımın.”

Sonra Adapazarı sporunun bir başka ‘efsane ismi’, dayısı Necmi Uztürk’ten o günkü adıyla Beden Terbiyesi İl Müdürlüğü, bugünkü adıyla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü hizmet bayrağını devralış, nefis hizmetlerin ardından, dayıoğlu Arif Uztürk’e devredişi. Arif Uztürk’ün o bayrağı daha da yükseklere çıkartarak dalgalandırışı…

Benim Erdoğan Çamlıyurt ile yakınlaşmam, bana ‘ağabey’ olması o dönemlere rastlar. Ben Sakarya Gazetesi’nde genç bir spor muhabiriydim o yıllarda. Şimdi Sakaryaspor’umuza sığınak barınak huzur limanı olan Rüstemler Spor Tesisleri yeni yapılıyor devletimizce. Tabii işin başında, günde on altı, bazen on sekiz saat çalışan Spor İl Müdürü Erdoğan Çamlıyurt var. Kıt devlet imkânlarıyla, yokluk içerisinde inşa ediliyor o sırada tesisler.

Bir gün Rüstemler’eziyarete gittim kendisini. Haber yapacağım. Yakıcı bir ağustos sıcağı. Rüstemler Köyü muhtarı elinde bir güğüm ayran, çıkageldi; “Müdürüm, size mis gibi Manav ayranı getirdim, içip serinleyin biraz.” diyerek ikram etti. Erdoğan Ağbi memnun olacağına, yarım ağız çıkıştı muhtara: “Ben de Manav’ım. Sen boşver şimdi Manav ayranını. Dünyanın her yerinde ayran aynıdır. Sen bize ikramda bulunmak istiyorsan, mis gibi Manav gözlemesi yaptırıp getir de midemiz bayram etsin…”

Ha unutmadan; o yıllarda tek kanal TRT, tek spor programı da Spor Stüdyosu. Geniş geniş eskrim diye bir spor dalını gösteriyor her hafta, sinir oluyorum ben de. Bir gün kafam attı, kalktım Gençlik Spor İl Müdürü Erdoğan Çamlıyurt’un makamında aldım soluğu: “Ağbi, ben eskrim il temsilcisi olmaya talibim. Bu sporu il geneline yaymak istiyorum!” “Hoş geldin.”Dedi, sonra şöyle bir baktı bana… Gözüpek tutmamış, pek deinandırıcı gelmemiş, eskrim gibi ekstrembir spor dalıyla ilgileneceğime pek de inanmamış olmalı ki sordu:  “Eskrimin kaç dalı olduğunu biliyor musun sen bakalım?” Hemen cevap verdim, dersime iyi çalışmıştım zira: “Evet, üç: Kılıç, epe, flöre.” Allah Allah, burada da takılmamıştım. Belli ki ciddiyetime inanmıyor; ama yirmi beş yaşındaki bu delikanlının hevesini dekırmak istemiyordu. Ustaca işi zamana yaymaya karar verdi zahir: “Bunu bir düşünelim, araştıralım.” Şu andabu konuşmanın üzerinden dolu dolu otuz yıl geçmiş durumda. Erdoğan Ağbi hâlâ düşünüyor. Yöneticilik literatüründe; ‘Bunu bir düşünelim’in aslında ‘Bunu bir daha hiç düşünmeyeceğim, sen bunu unut koçum’ manasına geldiğini, ilk o zaman öğrenmiştim. Doğrusu ben de pek ciddi değildim, gıcığına taliptim. Erdoğan Ağbi hislerinde yanılmamıştı. Bugün Sakarya’da hâlâ eskrim diye bir spor yaygınlaşmamışsa, sorumlusu o konuşmamız ve ikimizizdir yani.

Sonra Ankara günleri var Erdoğan Çamlıyurt’un; genel müdür yardımcılığı günleri, bakan danışmanlığı günleri. Merkez Hakem Kurulu üyeliği günleri. Bugünkü hakem hocalarının çoğu o kurullardan yakın dostlarıdır onun. Ankara’da da kimseye bir haksızlığı, iltiması, adam kayırmacılığı görülmedi Çamlıyurt’un. Hep dua, hep takdir, hep teşekkür geldi kulağımıza onunla ilgili.

Sonra tekrar döndü yuvaya, yuvasına, en çok huzur bulduğu memleketi Adapazarı’na. Kaç kişi bilir meselâ; onun en çok Adapazarı’nı soluya soluya, konuşa konuşa, yaşaya yaşaya mutlu olduğunu…

Kalbi;insan, Türkiye ve bayrak sevgisiyle lebalep dolu bir Malkoçoğlu’dur Erdoğan Çamlıyurt.

Gençliğe hizmetten, vatanına bağlılıktan ve Adapazarı’na vefadan gayrı bir derdi, uğraşı, sevdası olmamıştır yetmiş yıllık ömründe onun.

O hayatımızı, çevremizi, Adapazarı’nı güzelleştiren adamlardandır.

O yüreği ve bileği güçlü bir Adapazarı delikanlısıdır.

Hatta Adapazarı’mızın ‘Delikanlıbaşı’dır o…