Çok iddialı bir başlık oldu farkındayım…

Birçoğunuzun, “Belediye başkanı ile gazetecinin rutin buluşması… Ne var yani bunda! Bu buluşmanın nesi tarihi Allah aşkına” dediğini duyar gibiyim…

“Memleketin başka derdi mi yok hemşerim” diye düşündüğünüzden adım gibi eminim…

Esasında ben de sizinle aynı fikirdeyim…

Bence de bu buluşmada olağanüstü bir durum yok…

Lakin şehirde öyle bir hava estirildi, bu buluşmaya öylesine anlamlar yüklendi ki, ben de başlığı her zamanki ironik tavrıma da uygun olarak “Tarihi Buluşma” diye atmak durumunda kaldım…

Buluşmaya dair fotoğrafları sosyal medyada paylaşır paylaşmaz hücuma uğradım, telefonlara ve mesajlara cevap vereyim derken neredeyse sabahlayacaktım…

Aman ya Rabbim o nasıl bir telefon trafiği, o nasıl bir etkileşimdir ki tesiri ve akisleri hemen ertesinde ve takip eden günlerde dahi devam etti…

Sonradan öğrendim ki insanlar sadece beni değil bana yakın isimleri de telefon ve mesaj bombardımanına tutmuşlar…

Kendi aralarında da bu buluşmanın baya bir kritiğini yapmışlar…

Şehirde küçük bir kıyamet kopmuş, yoğun bir telefon trafiği yaşanmış…

“Yahu ne oldu bu Engin’e, o da mı Ekrem Yüce’ci oldu” diye soranlar…

“Şehirdeki son kalede de düştü” yorumunu yapanlar…

“Yazık, bu çocuğu da zehirlediler” diye dövünenler…

“Kenevir yağını da içti, artık bu iflah olmaz” diyenler…

Envai çeşit yorum yapılmış hakkımda…

Ekseriyetle bunun gerçekleşmesi gereken bir buluşma olduğu, ortada eşyanın tabiatına aykırı bir durum bulunmadığı şeklinde derli toplu ve eli yüzü düzgün tepkiler aldım diyebilirim…

Sadece şehirdeki “Azılı Ekrem Yüce düşmanları” rahatsız oldu kendisiyle bir araya gelmemden…

Bir de aynı mesleği yaptığım birtakım zevat “Hani hep eleştiriyordun, hani bir araya gelmezdin” gibi basit, sığ ve çocukça yorumlarla, güya bana ahlak dersi vermeye kalktılar…

Bir göz oda tutup, önüne de bir bilgisayar koyup gazeteci olduklarını zanneden, baktığı her şeyi para olarak gören ve de insanları maddi durumları ve makamlarına göre değerlendiren bu gibi “servet avcısı” karikatür tiplerin hazımsızlığını garipsemedim açıkçası…

Zira bu güruhtaki insanlar ezelden beri benden pek hazzetmez!

Çünkü ben röportaj yaparım kişilerden para almam, gazeteye haber koyarım herhangi bir ücret istemem, insanlar hakkında köşe yazıları yazarım lakin bunun herhangi bir bedeli yoktur…

İnsanları televizyon programına çağırırım bedavaya, radyo programında konuk ederim bedavaya…

Hiçbir konuğumdan herhangi bir şey talep etmem…

İşimin gereği neyse onu yaparım…

Hiç severler mi böyle adamı bu gibi sözde gazeteci, özde pazarlamacı konformistler!

Her neyse, çok da üstünde durmanın lüzumu yok…

Hiç unutmuyorum; bir zamanlar çok kıymet verdiğim bir büyüğüm yine bu gibi insanlarla tartışmaya girdiğim günlerde beni arayıp, “Oğlum sen hiç kendini üzme! Boşuna yorma, yıpratma kendini! Bu şehirde herkes kimin kaç paralık adam olduğunu zaten biliyor” demişti…

O yüzden kamuoyunda en ufak bir karşılıkları ve de zerre itibarları olmayan bu gibi adamlara laf anlatacak değilim…

Biz yine dönelim asıl mevzumuza ve de Ekrem Başkan ile tarihi (!) buluşmamıza…

BULUŞMA NASIL GERÇEKLEŞTİ?

Ekrem Yüce göreve geldiği günden bu yana, yani yaklaşık iki senedir kendisi ile hiç görüşmemiştim…

İlk zamanlar kimi basın toplantıları ve açılışlarda karşılaşır ve ayaküstü tokalaşırdık…

Bir zaman sonra, herhalde yaptığım eleştirilerden olacak bu tip toplantılara da “bizzat” davet edilmez oldum…

Gazeteye bir davet geliyordu tabii ki ama diğer meslektaşlarım gibi ilgililerden direkt davet telefonları almıyordum…

Birkaç defa gazete için röportaj talebinde bulundum lakin müspet veya menfi bir yanıt alamadım…

Başkan beyi radyo programıma davet ettim ama olumlu veya olumsuz bir geri dönüş olmadı…

Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek, kamuoyunda yaratılmaya çalışılan “Bu çocuk sizin düşmanınız” algısını yıkmak ve de hakkımda estirilmeye çalışılan olumsuz havayı dağıtmak için başkan beyle görüşmek istedim ama bunda da başarılı olamadım…

Baktım olmuyor, bir süre sonra bu tür girişimlerin hepsinden vazgeçtim…

Bir zaman sonra ise benim talebim olmaksızın “Seni Ekrem başkanla bir araya getirmek istiyoruz. Ne dersin” diyenler oldu…

Onlara da, “Olur tabii ki, neden bir araya gelmeyelim” yanıtını verdim…

Lakin girişimde bulunanlar hatırı hayli yüksek insanlar olmalarına ve karşı tarafa birden fazla kez ısrar etmelerine karşılık bu buluşma yine gerçekleşmedi…

Ben de artık, “Vardır bunda da bir hayır” diyerek ve bu durumu şahsıma karşı geliştirilmiş düşmanca bir tavır olarak kabullenerek, “Madem öyle ben de kapıları kapatıyorum” demeye başladım…

Derken bir gün Büyükşehir ve Adapazarı Belediye Meclis Üyesi Behlül Bayrak telefon etti…

O akşam yapacağım radyo programı dolayısıyla iyi yayınlar dilemek için aradığını söyledi…

Sonra telefonda, “Az önce Ekrem başkan yanımdaydı. Sana çok selam söyledi, seni arayacak ve seninle görüşecek” dedi…

Ben de, “Allah Allah, emin misin abi? Biz kendisiyle bugüne kadar hiç bir araya gelemedik de” dedim…

Behlül abi de, “Ya nasıl olur da bir araya gelemezsiniz, olacak şey değil! Sen bizim sevdiğimiz bir kardeşimizsin” dedi ve hemen bir randevu ayarlayıp bana döneceğini söyledi…

Nitekim birkaç gün sonra aradı ve “Başkan bey akşam saat 8’de bizi belediyede bekliyor” dedi…

Bir anda parlayıp çok çabuk sönen bir insan olarak benim de yağlarım eridi tabii ki, katılaşan yüreğim soğuyuverdi birden…

Böylelikle şeytanın bacağı kırılmış ve yılan hikâyesine dönen buluşma gerçekleşmiş oldu…

İLK DİYALOG VE İLK TESPİTLERİM

Allah’ın selamıyla makam odasına girdim…

Selamımı alan Ekrem Başkan beni çok sıcak bir şekilde karşıladı…

Salgın kuralları gereği tokalaşmadık, musafahamızı ellerimizi kalbimize götürerek yaptık…

Daha sonra oturmam için bana yer gösterdi…

Birbirimizin halini hatırını sorduk…

Hep söyledikleri gibi gayet nazik, gayet kibar ve güler yüzlü bir insan buldum karşımda…

Behlül Bayrak da buluşmanın başından sonuna kadar yanımızda kaldı…

Bir müddet sonra Genel Sekreter Yardımcısı Ziya Cevherli de aramıza katıldı…

Havadan sudan konuştuktan sonra ufak ufak civcivli meselelere giriş yaptık…

Ekrem Başkan bazı yazılarımın kendisini çok üzdüğünü söyledi…

Ben de, “Hepsi üzmemiştir. Sevindiren yazılarım da olmuştur” dedim…

Kendisi hakkında olumlu manada kaleme aldığım birkaç yazıyı örnek gösterdim…

“Bazı şeyleri yazmadan önce keşke benimle iletişime geçseydiniz” dedi…

Ben de, “Bunu çok denedim ama sizinle bir türlü bir araya gelemedim” yanıtını verdim…

Yapıcı eleştirilere her zaman açık olduğunu belirtti…

Bense kendisini eleştirilerden çok övgülere açık ve de “marifet iltifata tabidir” yaklaşımına daha yakın bulduğumu söyledim…

Kendisi hakkında söylenenlere, yapılan dedikodulara gereğinden fazla önem verdiğini, buna gerek olmadığını belirttim…

Birkaç hususu daha açıklığa kavuşturduktan sonra sıra benim sorularıma geldi…

Yani esasında kamuoyunun cevabını en çok merak ettiği sorulara…

Bugüne kadar hiçbir gazetecinin kendisine sormaya cesaret edemediği sorulara…

Bal, süt, yumurta satışından kabak sembolüne, belediyedeki kadro hareketlerinden başkanın çok tartışılan ekibi ve yakın çevresine, bugüne kadar yapılanlardan yapılmayanlara, sokakta konuşulanlardan gün yüzüne çıkmamış dedikodulara kadar yelpazesi geniş bir sohbet gerçekleştirdik…

Kitabın tam ortasından sorduğum bütün sorulara içtenlikle yanıt verdi Ekrem Başkan…

İki saati bulan zihin açıcı bir muhabbet oldu, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık…

Bu arada bakıyorum da yazı baya uzun oldu sanırım…

Biz en iyisi burada noktalayalım ve bu tarihi (!) buluşmanın notlarına yarın kaldığımız yerden devam edelim…