“Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s “Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât,
“Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, 133)
NASIL BİR DÜNYADA YAŞADIĞINIZIN FARKINDA MISINIZ?
Akıl, iman edenlerle inkârcıları birbirlerinden ayıran en önemli
Özelliklerdendir. Allah'ın iman eden kullarına ait bir özellik olarak
yarattığı akıl, kişinin imanı, Allah korkusu ve teslimiyeti ölçüsünde
gelişir. Allah korkusu ve samimi iman, kişiye hayatının her anında
Allah'ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan bir anlayış
kazandırır. Böyle bir kişi vicdanını kullanarak Kuran'a en uygun olan
tavrı seçer ve bunun sonucunda tüm hayatına hakim olan bir tavır
mükemmelliği elde etmiş olur. Allah Kuran'da iman eden kulları
üzerindeki bu rahmetini şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Sûresi, 29)
Allah Kuran'ın pek çok ayetinde inkâr edenlerin akıldan yoksun
olduklarına dikkat çekmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
... Ancak inkâr edenler, Allah'a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar.
Onların çoğu akıl erdirmezler. (Maide Sûresi, 103)
İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip
(duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran
(bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Sûresi, 171)
Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir
türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Sûresi, 22)
İnkâr edenlerin, yaşadıkları bu dünyayı gerçek sanıp ahireti
unutmalarının ve sadece nefislerinin isteklerini karşılamaya
çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, ayetlerde bildirildiği
gibi "akıl erdirememeleri"dir. Bu yüzden tüm yaşamlarını bu dünya ile sınırlı sanırlar. Olaylara bakış açıları ve değer yargıları da
neredeyse tümüyle dünyaya yöneliktir. Dünya hayatının sadece zahiri yönünü görür, gerçek amacını kavrayamaz, ahireti ise tamamen unutmuş şekilde yaşarlar. Allah Kuran'da bu insanlar için şöyle bildirir:
Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise
gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah,
gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve
belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan
çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ediyorlar. (Rum Sûresi, 7-8)
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma
güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Sûresi, 14)
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir.
Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır.
Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Sûresi, 32)
Başka ayetlerde ise Allah; "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı
(dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip bırakıyorsunuz." (Kıyamet Sûresi, 20-21) sözleriyle insanların asıl hayatlarını yaşayacakları
ahireti gözardı ettiklerini hatırlatmıştır. Kuşkusuz bu, insanları sonsuz kayba uğratacak bir davranıştır.
Yüksek ilim sahibi, değerli İslam alimi İmam Gazali de bir sözünde bu konuyu hatırlatmış; geçici dünya nimetlerinin, Allah'ın ahrette vereceklerinin yanında nasıl sönük ve değersiz kalacaklarını anlatarak, insanları asıl olarak ahiret için çalışmaya çağırmıştır:
... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları
makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez!
Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye
baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (İnsan
Sûresi, 20)
Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve
değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve
çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde
etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve
malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı
elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar. (İmam Gazali, Cennete
Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)
KENDİNLE MEŞGUL EYLE
Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı. Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek
bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet
ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, o da
yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin
yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. Mum söndü.
Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı.
O da;
"Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden
sabredemiyorum." diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev
yanacaktı.
Bir ses duyuldu:
"Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. İstersen,
üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. Fakat bu dertler, belâlar ile
dünyâ bir arada bulunmaz."
Bu sözü işitince;
"Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere
bulaştırma." diye duâ etti.
Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;
"Bu benim son namazımdır." diye huşû ile kılar, hep Allahü teâlâ ile
meşgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile
meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla;
"Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın."
diye duâ ederdi.
KEVSER
İmam Hatip Lisesinde teftiş yapan bir müfettiş sınıfa girer.. Ders
Kur'an-ı Kerim'dir. Bir öğrenciyi kaldırarak ismini sorar.
Öğrenci:"Fatih" diye cevap verir.. Müfettiş : "Peki öyleyse yavrum
Fatiha suresini oku bakalım.."..çocuk sureyi okur. Sıra başka bir
öğrenciye gelmiştir. Müfettiş yine sorar.."İsmin ne kızım?"..çocuk
cevap verir: "Meryem ama arkadaşlar bana kısaca Kevser derler."
ATTA
Temel iyice yaşlanmış, yaş doksan beş olmuş. Bir gün Azrail
çıkagelmiş. Temel, ' Ne yapsam da paçayı yırsam' diye düşünmeye
başlamış. 'Hah buldum. Çocuk taklidi yapayım, beni tanımasın demiş'
Azrail iyice yaklaşınca başlamış ağlamaya:
Ingaa! Ingaa!
Azrail Temel'in kulağına eğilmiş ve şöyle demiş:
- Atta! Atta!

PEYGAMBERİMİZ’İN MERHAMETİNE DAİR ŞİİRLER
Âlemlere gönderdi Huda zatını rahmet
Hakkâ ki cihan mürde iken eyledin ihya
Sabunî (ö. 1647)
(Allah seni âlemlere rahmet olarak gönderdi, Gerçek şu ki, Cihan ölü iken onu yeniden hayata kavuşturdun.)

Ey şah-ı enbiya sen o rahmet-şiarsın
Ahir zamana bir gül-i evvel-baharsın
Kamî (ö. 1723)
(Ey peygamberler şahı, sen baştan sona rahmetsin. Ahir zamana bir ilkbahar gülüsün.)

İncitme sen kimseyi, kimseye incinme hem,
Güler yüzlü, tatlı dil, her ağızın balı ol.
Güneş gibi şefkatli, yer gibi tevâzûlu,
Su gibi sehâvetli, merhametle dolu ol!"
Darendeli Osman Hulûsî Efendi