İŞİ SALİH EYLEMEK
İnsanın davranışları bazen fiil, bazen amel ve bazen de sanat olarak isimlendirilir. Bunlardan hangisi olursa olsun cümlesi “Salih Amel” kavramına dâhil olmaktadır. Salih ameli inatça tevhid, davranışta ise müstakim olmasıdır. Diğer ifadeyle şirk ve ifsat içermemelidir.
Salih amel Allah’ın sonra Resulünün ve aklıselim ile fıtratın öğrettikleridir. Bu ise başta iman ve namaz gibi vazifeler olmakla beraber tüm hayatta ait davranışlar bu kavramın içine girmektedir.
Biz Müslümanların iki yönlü Salih ameli vardır. Birincisi ibadetler olarak isimlendirdiğimiz namaz, oruç, hac, zekât gibi mükellefiyetler diğeri ise her birimizin dünyevi iş alanlarımızdır. Mesela bir dolmuş şoförünün Salih amelleri şu ve benzerleridir. Zamanında hareket etmek, yol boyu trafiği alt üst edecek davranışlardan kaçınmak, durak dışı durmamak, yüzelli kuruş için olur olmaz frenleyip diğer araçları tehlikeye atmamak, müşterileriyle kavga etmemek, vasıtada gelişi güzel yüksek sesli ve uygunsuz müzik çalmamak, mahremiyete dikkat edenlere yardımcı olmak, iş arkadaşlarıyla adil ve iktisatlı bir geçim sağlamak, diğer şoförlere karşı imrenilecek seyahat ve şoförlük öğretircesine vasıta sürmek, arabası temiz olmak, hızlı yol alış ve duruşlardan sakınmak, arabasın da kavga için sopa bulundurmamak, cahil müşterilerine karşı “selam” ruhuyla davranmak, ön koltuğa iki karpuz koyarcasına insan sıkıştırmamak bu ve buna benzer birçok şeyi sayabiliriz.
Birde dolmuş müşterilerinin uyması gereken Salih ameller vardır. Öncelikle vasıtaya duraklardan binmek, mümkünse parasını bozuk olarak hazırlamak, diğer insanları rahatsız edercesine davranışlardan sakınmak, hele de dolmuşta laubali bir tarzda telefon konuşmalarından sakınmak, sigarasının son dumanını dolmuşa bindirmemek, mahremiyete özen göstermek ve benzerleri de müşterinin Salih amal sorumluluğundandır.
Maalesef trafik ahlakı ve tolu taşıma ahlakımız henüz “Salih” denecek derecede gelişmemiştir. Virajda duran dolmuşçu, her elli metrede dolmuşu inmek ve binmek için durduran müşteri yaşamımızı ifsat etmektedir.
Unutmayın ki İslam bize yola ahlakını emretmekte ve namazla beraber zikretmektedir. “Rahman’ın (has) kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu ile yürürler… Onlar ki geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ile ibadetle geçirirler.” Kul ihlâslı, sükûnet ve ağır başlı bir hâlde yürümelidir. Gösteriş ve kibirden uzak durmalı, Allah’a boyun eğen mümin izzetini kendine düstur edinmelidir. Mü’min, zarif insandır. Adâp güzel ahlâkın zirvesi iken nezaket ve zerafet de adâbın zirvesidir. Bu mevzuyla alâkalı bir rivayette; Hz. Ömer yürürken böbürlenen bir genç gördü ve ona “Böbürlenerek yürüyüş, Allah için cihat meydanında hâriç, mekruh görülen bir davranıştır.” diyerek nasihatte bulundu. Başka âyetlerde de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme, çünkü toprağı yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin.” (İsrâ, 17/37) ve “İnsanlara karşı böbürlenme, yeryüzünde çalımla yürüme! Çünkü Allah övünen, gururlanan hiç kimseyi sevmez.” (Lokman 31/18).”
ACİLE ACİL ÇÖZÜM
Allah düşürmesin ve Allah eksikliğini vermesin duası tıb camiası için halk deyimidir. Bir gece yarısı eski devlet hastanesi yerinde ki araştırmaya gittim. Şikâyetim şiddetli (çeken bilir) baş ağrısı vardı. Gel gör ki gece bir civarında acilin girişlini bulabilene helal olsun. Yolu olmayan, doğru bulunmayan ve dönüşü de labirente benzeyen hastanemizin tedaviye ihtiyacı varmış. Birkaç yanılma ve dolanma sonucu yolu rasgele bulduk. Meğer karanlıkta okunmayan sıradan bir tabelası varmış ama görmek herkese nasip olmuyor.
Acil sıralamasını ve alarmını bilmem, bildiğim tek şey baş ağrımın şiddetiydi. Neyse yanımda zata sen kayıt ol ve fişi al dedim. Doğru doktor bey/bayan olduğu kısma gittim. İlk intibaım düzen eksikliği oluşuydu. Çözüm üreten değil, sorun varmış gibi bir duruş vardı. Aslında ne trafik kazası ve nede vurgun ve kalabalık vardı. Olsa olsa bir elin parmakları kadar hasta var idi.
O esnada ayağın da şiddetli ağrısı olan bir kadın el arabasıyla getirildi yakını ve doktor arasında ki konuşma az kalsın kavgaya dönüşecekti. Ki ben yattığım yerden üzerime olay gelmesin diye doğruldum. Güvenlik, sıra ve birkaç ses yükseltmesinde sonra tansiyonum ölçüldü ve bir iğne yapılarak bekleme adına koltukların olduğu yere uzandım. Bir müddet sonra kendi kendime ayrıldım. Bu olay bir şikâyet değil ve araştırma yapılarak doktor, nöbet ve olay neydi, nasıl oldu denmesinden çok “Acile” Daha onurlu ve yeterli çözüm bulmalıdır. Öncelikle doktor beylerin davranış modelleri konusun cidden ele alınmalıdır. Biliyorum yorgunlar ve belki nöbetleri uzun ve ya uzmanı olmadığı hastalıklarla yüzleşiyorlar fakat problemi nasıl çözecekleri konusunda ilk söz ve davranış onlara ve hastane yönetimine aittir.
Hiç kimse hastaneye tıb ehliyle kavgaya gelmiyor. Kavgayı da asla mazur görmem mümkün değil. Fakat psikolojisi bozuk bir doktor ve ekibinin olayı fitillemesi de an meselesidir. Unutmayın ki dinin hadis olarak emri “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz ve nefret ettirmeyiniz” Ayette de “Allah sizin için kolaylığı ister, zorluğu istemez” buyrulmaktadır.
Aciller hastanelerin zor olduğu kadar, ilk gülen ve kolaylaştıran yüzü olmalıdır. Bina güzel yol yok, önlük güzel kolaylık yok. Sağlam gelen neredeyse hasta olacak, haydi kolay gelsin hepimize.
Almanya da tanıdığım yaşlı bir Türk doktorun ifadesiyle “Bazı yerlerde hasta doktorun efendisi, bazı yerlerde de doktor hastanın efendisidir” Gelin kolaylığı her iki taraf için efendi kılalım.
SABAHIN YAKIŞIKLISI
O iş adamı, yaşı yolun yarısı, giyimine özenlimi özenli, bir yüzde ki ben gibi fark edilir kıyafetiyle, saati, yüzüğü ve diğerleri oldukça seçmece takılmıştır.
O’nun arabası var, güzel bir evi var, saygın bir işi var evet bunların hepsi dünya hayatının geçimlik vasıtalarıdır. Helal kazanıp, helal harcama azmi var.
Bunlardan daha önemlisi O’nun cami ve namaza sevdası var. O namaz gönüllüsü, cami sevdalısı ve cemaat aşığıdır. Uzak yakın demeden geç erken düşünmeden sabahtan yatsıya cemaatte hazır ve nazırdır.
Hele bu kısacık gecelerde sabaha gelişi var ki yüzü ve gönlü neşe kaynağıdır. Pırıl pırıl enerji dolu ve sevinçli bir namaz delikanlısı nede yakışıyor cami ve cemaate ah bir bilseniz.
Kur’an sabah namazına “Fecr Kur’an-ı” iadesini kullanmaktadır. Kuran her nazmın ana menüsüdür ama sabahın sanki tüm gıdasıdır. İşte bu gençte sabahın yakışıklıdır. Manevi ve maddi olarak nede yakışmaktadır.
Bu genç kim diye sormak yerine, ben o genç gibi olamam mı sorusunu kendimize sormak gerekir.
Unutmadan söyleyeyim bu genç tek kişi değil, belki benzerleri de var, elbette var. Bir de yaşı seksene yaklaşmış sabah nenemiz var ki yürüyüşüyle Uhud dağı onurunu taşıyan ve cemaati sabahleyin kaçırmayan haliyle ne güzel de duacımızdır.
Peygamberimiz (a.s.m.), "Kim sabah namazını kılarsa, Allah'ın garantisi altındadır. Dikkat et, ey Âdemoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin.” "Sizi atlılar kovalayacak bile olsa sabah namazının iki rekât sünnetini terk etmeyin.",
"O, dünyanın tamamından hayırlıdır." buyrulmuştur. (Kütüb-i Sitte, c.8, s.424)
Resulullah buyuruyor ki: “Münafıklara sabah ile yatsı namazlarından daha ağır gelen hiç bir namaz yoktur. İnsanlar, bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi”
Namaz kılmayı sevdaya dönüştürmeyenlerin namazları, sinelerinde yüktür.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
NAMAZDA VURGUN YEMEK
Peygamberimiz (a.s.m.) ve ashabı Zâturrikâ' Gazvesine çıkmışlardı. Bir yerde mola verildi ve Peygamberimiz Abbâd bin Bişr (r.a.) ile Ammar bin Yasir'i (r.a.) bir geçidin girişine nöbetçi tayin etti.
Bu iki zat geçidin ağzına gelince Ammar yattı, Abbâd ise namaz kılmaya başladı.
Onları izleyen bir müşrik, namaz kılan Abbâd'ın silüetini görünce derhal bir ok attı ve ok eliyle koymuşçasına hedefini buldu. Ancak Hz. Abbâd, oku eliyle çıkarıp namaz kılmaya devam etti. Müşrik onun namaz kılmaya devam ettiğini görünce okun isabet etmediğini sanarak tekrar ok attı. Derken üçüncü kez ok attı. Çünkü Abbâd namaz kılmaya devam ediyordu. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. Müşrik onların iki kişi olduklarını görünce kaçtı.
Ammar, arkadaşından akan kanları görünce:
"Sübhanellah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sordu.
Abbâd'ın verdiği cevaba dikkat edin kardeşlerim:
"Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim." (Kütüb-i Sitte, c.10, s.199)
Bu nasıl imandır, bu ne muhteşem teslimiyettir ki, vücuduna saplanan okları, bir iğneden farksız görüyor?
İşte sahabenin dünyasında namazdan daha önemli bir ibadet, ondan daha değerli bir davranış yoktu. Onun uğruna canlarını, mallarını, her şeylerini feda etmekten çekinmezlerdi.