“Tevbe suresi, (119) ; Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve doğru, dürüst insanlarla beraber olun.”

            Günümüz insanın en çok muhtaç olduğu hakikat; Doğruluktur. Maalesef doğruluk Kaf dağının ardına mı gizlendi. Ya da okyanusların derinliklerinde mi kayboldu. Gerçek olan şu ki doğruluk eridi gitti.

            Ülke gerçeklerine baktığımızda kim doğru söylüyor, kim yalan söylüyor belirsizleşti. Kim kime inanacak şaşırdı kaldı. Akıl, hikmet ve muhakeme, fıtrat gibi duygu ve deliller yerini “taraftarlığa” bıraktı. Taraftarlık hak ve batıla bakmadan ardı sıra gitmektir. Hikmetli bir tutum değil, güruh oma şaşkınlığıdır. Bu sebepledir ki hakikat elimizden uçtu gitti.

            “Emin” Muhammed’e (aleyhisselamın) emin olmayan ümmeti olduk. Hangi haber, hangi medya ve hangi taraf haklı ve hangisi haksız bir bilen varsa ortaya koysun. İnsanların sözleri birer zehirli ok gibi gelişi güzel etrafa fırlatılmaktadır. Silah taşımak ruhsat ister de söz söylemek ruhsat istemez mi? Vasıtalar çarpışmaz, sürücüler çarpıştırır deriz de, bu toplumu kim birbirine çarpıştırıyor?

            “Ahzab suresi (70-71) Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin ki Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin, günahlarınızı affetsin. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olur. “

            Gazeteler bakın ister siyaset, ister ekonomi, ister üçüncü sayfa veya da spor sayfalarına bakınız. Allah aşkına hangisi doğru söylüyor? Dopingli sözler, hormonlu cümleler, GDO’ su bozulmuş beyanlar birbiriyle yarış ediyorlar.

Bir sahabe Hz. Peygamber(sav)’e: ‘’Ya Rasulullah, bana İslam’ı öyle tanıt ki; Senden başka birine sorma ihtiyacı duymayayım.’’deyince, Rasulullah(sav)

’’ALLAH(cc)’a inandım de, sonrada dosdoğru ol.’’(Müslim,iman,62)

‘’Doğru olunuz, kurtuluşa erersiniz’’(İbn Mace,tahare4)

            Sufilerden birine:’’sürekli farz nedir?’’ nedir diye sorulunca;’’Sıdk(içi ve dışıyla doğruluk)demiştir.

Peygamber (s.a.v.) buyurdu: “Doğru sözlülük iyiliğe götürür, iyilik de cennete götürür. Adam doğru söylerse Allah katında Sıddıklar derecesine çıkar. Yalan söylemek kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyler (durur da), sonunda Allah (c.c.) katında yalancı diye yazılır.”


(Rabbimiz!) Bize doğru yolu götser. Kendilerine lutuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (Fatiha Süresi)

HZ. ÖMER VE DOĞRULUK

Hz. Ömer (r.a.)’in şöyle dediği rivâyet edilir: “Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak, 2- Gece ibâdetinin meşakkat ve zorluğuna katlanmak, 3- Sözün temizini, hurmanın temizini seçer gibi seçen kimselerle düşüp kalkmak.”

Hz. Ömer (r.a.)’in arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb’ı râzı edecek şeylerdir. Sâdık bir müslüman dâvetçinin sadâkati onun yüzünden ve sesinden belli olur. “Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.” (48/Fetih, 29). Rasûlullah’ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: “Vallahi, bu bir yalancı yüzü ve yalancı sesi değildir. Dâvetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görünmesi, muhâtabına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevkeder.

DOĞRULUKLA İMTİHAN

"İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece 'iman ettik' demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır." (29/Ankebût, 2-3)

'Bu, sâdıklara/doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur." (5/Mâide, 119)

Acı da olsa, doğruları söyleyiniz (Hadis-i Şerif)

Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. (Yunus Emre)

Budur benim hayatta en beğendiğim meslek, sözün odun gibi olsun hakikat olsun tek (M Akif Ersoy)

DOĞRULUK VE CESARET

Bir zamanlar, Uzak Doğu'da, artık yaşlandığını ve yerine geçecek birini seçmesi gerektiğini düşünen bir imparator varmış. Yardımcılarından ya da çocuklarından birini seçmek yerine; kendi yerine geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar vermiş. Bir gün, ülkesindeki tüm gençleri çağırmış ve: "Artık tahttan inip yeni bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden birini seçmeye karar verdim." demiş. Gençler şaşırmışlar, ancak o sürdürmüş: "Bugün hepinize birer tohum vereceğim. Bir tek tohum... Ama bu çok özel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayıp büyütmenizi istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o tohumla buraya geleceksiniz. Sizi, yetiştirdiğiniz o tohuma göre değerlendirip, birinizi imparator seçeceğim."

Gençlerin arasında Ling adında biri varmış. O da diğerleri gibi tohumunu almış. Eve gidip heyecanla olayı annesine anlatmış. Annesi bir saksı ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardım etmiş. Sonra birlikte dikkatlice sulamışlar. Her gün sulayıp büyümesini bekliyorlarmış.

Yaklaşık üç hafta sonra diğer gençler tohumlarının ne kadar büyüdüğünü anlatırken, Ling hayretle kendi tohumunda hiçbir değişiklik olmadığını görüyormuş. Üç hafta, dört hafta, beş hafta geçmiş... Hala hiçbir şey yokmuş. Diğerleri yetişen bitkilerinden söz ederken Ling çok üzülüyormuş. İmparatorun onu beceriksiz sanmasından çok endişeleniyormuş. Ancak, arkadaşlarına hiç bir şey demiyor sabırla bekliyormuş.

Sonunda bir yıl bitmiş ve tüm gençler bitkilerini imparatorun huzuruna getirmişler. Ling, annesine boş saksıyı götüremeyeceğini söyleyince, annesi ona cesaret verip; saksısını götürüp dürüst bir şekilde olanları imparatora anlatmasını istemiş. Ling, annesinin sözünü tutmuş ve boş saksıyla saraya gitmiş. Saraya varınca; gördüğü bitkilerin güzellikleri karşısında şaşırmış.

Sonra imparator gelmiş ve tüm gençleri selamlamış. Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya çalışıyormuş.

"Ne büyük bitkiler, çiçekler ve ağaçlar yetiştirmişsiniz. Bugün biriniz imparator olacak." demiş imparator.

Aniden arkada elinde boş saksısıyla Ling'i fark etmiş. Hemen muhafızlarına onu öne getirmelerini emretmiş. Ling çok korkmuş. "Sanırım beceriksizliğimden dolayı beni öldürtecek."

Ling öne geldiğinde imparator adını sormuş.

"Adım Ling." demiş. Tüm gençler gülüşüp onunla alay etmeye başlamışlar. İmparator onları susturmuş. Ling'e bakıp kalabalığa doğru dönmüş. "Yeni imparatorunuzu selamlayın. Adı Ling!" demiş. Ling inanamamış. Çünkü tohumunu bile yetiştirememiş, nasıl imparator olurmuş?...

İmparator devam etmiş: "Bir yıl önce burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayıp bir yıl sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamış tohum vermiştim. Asla büyümeyecek olan... Ancak Ling'in dışında herkes ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdi; çünkü tohumun büyümediğini fark edince hepiniz onu bir başka tohumla değiştirdiniz. Oysa sadece Ling içinde benim verdiğim tohum olan boş saksıyı getirme cesaret ve dürüstlüğünü gösterdi. Onun için yeni imparatorunuz o olacak!!!"

DÜRÜSTLÜĞÜN KARŞILIĞI

Gencin biri Kâbe'de hep, "Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım sana hamdü sena ederim" diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Biri, (Neden hep ayni duayı yapıyorsun, başka dua bilmiyor musun?) der. O da anlatır:

“7-8 sene önce yine Kâbe'de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malını kullanmam haram olur dedim.

Bu sırada birisi, "söyle bir torba bulan var mi?" diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.

Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım.

Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,

-Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi. O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı?

Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar.

30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler.

Ben o 30 bin altınla işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, "çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim" dediler. Ben de "olur" dedim. Nikah kıyıldı.

Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, "bu nedir" dedim. "İçinde 970 altın var, babam Kâbe'de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi".

Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.