Bilim insanlarının son günlerde yaptığı açıklamalar, yaklaşmakta olan yıkıcı bir depremin ağır sonuçlar doğuracağını ortaya koyuyor. İstanbul’un Marmara Denizi içerisinde olması beklenen 7 ve üzeri büyüklükteki depremde Kocaeli, Sakarya, Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Balıkesir başta olmak üzere birçok ilin etkileyeceğine dikkat çeken uzmanlar, “gerekli tedbirler alınmazsa çok sayıda bina yıkılacak, can ve mal kayıpları yaşanacak” uyarısı yapıyor. Yaplan ürkütücü açıklamaları bir felâket tellallığı olarak algılamak yerine, bu kaçınılmaz gerçekle yüzleşmeliyiz!

Depremin ne zaman meydana geleceğini bilmek ve önceden tespit etmek mümkün değil. Böyle bir teknik henüz bulunmadı. Ama depremin er ya da geç olacağını bilmek artık bir kehanet de değil… Sakarya’nın da üzerinde bulunduğu Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın ürettiği tarihsel depremler incelendiğinde; yaklaşık 250 yıllık dönemlere denk gelen 7 ve üzeri büyüklükte depremlerin olduğu görülür. 1766 Depremi dikkate alındığında 250 yıllık periyoda ulaşılıyor… 17 Ağustos 1999 Depremi ile birlikte bu sürenin artı/eksi 30 yıl olarak hesaplandığı ve beklenen depremin olma olasılığının %63 olduğu öngörülüyor.

İMO’nun hayatî uyarısı

Geçen salı günü, Marmara Depremi’nin 19. yılı nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Genel Başkanı Cemal Gökçe ve deprem hasarı yaşayan Bursa, Balıkesir, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale ve Sakarya şubesinin katılımı ile düzenlenen önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıldı. İMO Sakarya Şube Başkanı Hüsnü Gürpınar’ın organizesi ile gerçekleşen ‘Depreme hazır mıyız?’ konulu bu basın toplantısında, olası bir depremin Marmara bölgesinde nelere yolaçacağına dikkat çekildi. Katılımcılara detaylı bir sunum yapan İMO Genel Başkanı Cemal Gökçe, Beklenen İstanbul depreminin gerekli düzenlemeler yapılmaz ise başta kamu binaları olmak üzere çok sayıda binanın yıkılacağını, çok sayıda can ve mal kayıpları yaşanacağını söyledi.

“Bu deprem 17 Ağustos’u aratacak” diye ürperten bir çıkış yapan Gökçe, önemli uyarılarda bulunarak, “17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 19 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde, kısa süreli ve acil olan bazı önlemlerin bile alınamadığı, para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiği görülmektedir. Üzülerek söylemek gerekir ki deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değiliz. Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır; İlki mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır. İkincisi yeni yapıları bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır” dedi.

Deprem yaşanmadan önce alınacak önlemler ve parasal harcamalar, deprem yaşandıktan sonra yapılacak düzenleme ve parasal kayıplardan 20 kat daha az olacağını belirten İnşaat Mühendisleri Odası’na göre temel sorun; plansızlık, çarpık kentleşme, yapı üretim sürecinin ve mesleki uygulamaların niteliksiz olması ve yapı üretiminin yetersizliği veya hiç olmamasından kaynaklanıyor. Sorun, depremin kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlardır… Yapılacak olan; bu gerçeği kabul etmek ve depreme topyekün gereken biçimde hazırlanmaktır.

Yakın depremin olası zararları hesaplanırken, meydana gelecek yıkımın ülke bağımsızlığına etki edecek kadar büyük bir sorunu teşkil edeceği ve yalnızca İstanbul’a olan maliyetinin en az 100 milyar dolar olacağı öngörülüyor. Ortaya konan bu tespit ve uyarılar dikkate alınmaya değer sanırım.

İmar affeder, deprem affetmez!

Türkiye genelinde imar sorunu olan yapılar için getirilen ‘imar barışı’ başvuruları devam ederken, bir çok tartışmayı da beraberinde getirdi. 8 Haziran 2018 tarihi ile başlayan ve 31 Ekim’e kadar devam edecek imar barışında, konu ile ilgili meslek örgütleri bu durumun olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çekerek tepki gösteriyor… İnşaat Mühendisleri Odası’nın yaklaşımı; “Yapı sahiplerinin yapı güvenliğine ilişkin beyanlarının kabul edilmesi, inşaat mühendisleri ve mimarların yok sayılmasıdır! inşaat mühendislerinin diplomalarını yırtmaları gerekir! Bu konu vicdanları sızlatan acı bir durumdur. Mühendislik hizmeti almamış, kaçak olarak üretilmiş olan yapıların, süresiz olarak yasal hale getirilmesi, devletin asıl sorumluluğu olan halkın can ve mal güvenliğini koruması sorumluluğunu da bırakmış olduğu anlamını taşımaktadır. “İmar Barışı” denen bu afla, deprem güvenliği, mühendislik ve mimarlık mesleği hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliği yapı sahibinin “beyanına” teslim edilmiştir. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapılar da bu af kapsamına alınmıştır.

Ayrıca, tüm yasal kurallara uyarak onun bedelin ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar da cezalandırılmıştır. Değerler sistemi bir kez daha ayaklar altına alınmıştır. Güvenli ve sağlıklı yerleşim alanlarının oluşturulması için afete duyarlı ve bilimsel planlama ilkelerini esas alan kentleşme politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğinin altını önemle çiziyoruz” şeklinde oldu.

Diğer yandan TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası Sakarya Şubesi Başkanı Kamil Yavuz ise, “İmar affına dahil edilen ruhsatı olmayan, kat çıkılan kaçak yapılar için vatandaşlarımızı ve yerel yönetimleri duyarlı olmaya davet ediyoruz. İmar affından yararlanıp ruhsat alacağınız mevcut yapılarınızın olası bir depreme dayanıklı olup olmadığını anlamak için bina risk testlerini ve zemin etütlerini yaptırmalarını önermekteyiz. Unutulmamalıdır ki deprem değil, yanlış yapılan bina öldürür” diye uyardı.

İşte bu gerçekler ışığında, olası depreme hazırlanmada bilim insanlarının bu hayati uyarılarını dikkate almaktan başka çare olmadığı apaçık ortada... Düşünmeye zamanımız yok. Adım adım yaklaşmakta olan depremin bir felâkete dönüşmesini önlemek için bu memleketi yönetenlere büyük görevler düşüyor.

17 Ağustos 1999 Depremi’nde kaybettiklerimizi rahmetle anıyor, Allah’tan böyle acıları bir daha yaşatmamasını diliyorum.