Yakın bir zamanda vefat eden ve adı 1999 asrın afetiyle “Deprem dedeye” çıkan Ahmet Mete Işıkara, nerede depremle ilgili konuşsa, şu cümlenin altını çizerdi ısrarla “İnsanları deprem değil, deprem konusunda önlem almayıp sağlıksız bina edilen yapılar öldürür...”
Bunun ispatı 1999 yılında meydana gelen asrın felaketiyle gerçekleşti...
Toprağın sırtına, zemine bakılmaksızın, taşınması hayli güç olan çok katlı binalar yüklendi, kullanılan ucuz ve kalitesiz malzemelerle...
Bu iki konudaki vurdumduymazlık, binlerce kişinin enkaz altında kalmasına yol açtı...
İlimiz her otuz yılda bir, böyle büyük felaketle sarsılır...
1943 yılında Adapazarı ilk büyük depremini yaşamış...
Eskiler anlatır, miyadı dolmuş eski ve ahşap evler hep yıkıldı...
1967 depreminde de çok katlı binalar büyük hasar gördü.
Kimi çöktü, bazıları da oturulamaz, kullanılamaz hale geldi...
Ve nihayet büyük acılara, yıkımlara yol açan 17 Ağustos 1999 afetiyle büyük acılar yaşadı, ilimiz ve bölgemiz...
Yıkılan yine aynı standart ve ölçülere sahip binalar oldu genellikle...
Nihayet ders alınmış olacak ki, ilimizde çok katlı binalara izin verilmeyecek kararlar alındı...
Acılar unutuluyor olmalı ki, yeniden rant ümidiyle 3-4 katlı yapılar konuşulur oldu...
Büyükşehir Belediye Meclisi, son oturumunda bu işe nokta koyacak olumlu bir kararla, yüksekliği 40 cm artırarak, 3 katlı yapılaşmaya yol açan imar değişikliğine gitti...
İlimizde mevcut koşullar içerisinde toprağın taşıyabileceği azami yük ancak üç kata müsait...
Bunun delinmesine izin verilmemeli...
Binalar mevcut sağlam yapı standardında ve kaliteli bir şekilde yapılmalı ve kontrol edilmeli ki, yine bir büyük afette öncekilerde olduğu gibi ödenmesi kolay olmayan faturalar çıkmasın önümüze...
Can ve mal kaybı, depremle iç içe yaşayan örneğin Japonya olduğu gibi asgari hadlerde, minimum düzeyde olsun.
İnşaat sektöründe çalışan teknik elemanlara göre bu topraklar için en ideali, Büyükşehir Belediyesi’nce kabul edilip bundan sonraki yapılar için geçerli olan ölçülerdir...
Bina yüksekliği 60 cm artarken, yoğunlukta bir değişiklik olmayışı sıkıntı oluşturacak gibi görünmüyor olsa da bu konuda da en doğru yolun bulunacağına yönelik çalışmalar yapılabilir...
Evet mazisi deprem yönüyle acılarla dolu bir ilde ve bölgede, sütten ağzı yanan halk olarak yoğurdu üfleyerek yemek zorundayız...
Depremle iç içe yaşamanın başka bir yolu ve yöntemi olmasa gerek...