Mâlumunuz yalaza Taraklı’ya mahsus geleneksel bir mizah türü. Doğaçlama çoğu kez. Yaşayan büyük usta Hasan Çolak’a göre ‘yalaza bir tür tilki muhabbetidir.’

Büyük yalaza ustaları tanıdım ben. Gelmiş geçmiş en büyük usta Alaattin Öncü Ağabeyi (Cevat Hafızın Alaattin’i) dinledim kaç kez canlı canlı. Bayram Amca’ya da yetiştim. Naci İşsever’in -  Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin - çok muhabbetinde bulundum.

Yaşayan büyük usta Hâfız Hasan Çolak’la on beş yıldır beraberiz. Hayatını kitaplaştırdım. Belediye başkanının Nasrettin Hoca olanı Tacettin Özkaraman hayatımdaki en yakın arkadaşlarımdan. Genç kuşak yalazacıların en yeteneklisi Gazeteci İzzettin Kömürcü de yakın dostumdur.

 

Sonradan Taraklılı Biri Olarak Ben de Yalaza Yapabilir miyim?

Çeyrek asırdır Taraklı’ya gider gelirim. Hatta Türkiye’de çok kişi beni Taraklılı zanneder. Halbuki Sakarya’nın güneydeki ilçesi Taraklı’da değil kuzeydeki ilçesi Kaynarca’da doğmuş, ilk ve orta okulu orada okumuş, sonra Adapazarı’na yerleşmiş biriyimdir ben. Gerçi Taraklı ve Kaynarca’nın kültürü gelenekleri mizahı yüzde 95 aynı. Lisan mekân ruh hemen hemen aynı. Müziği oyunları söylenceleri bile.

Peki ben yalazadan anlar mıyım? Yalaza yapabilir miyim ben de? Fikriniz nedir?

2006 yılından itibaren dönemin Kültür Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen Ağabeyden aldığım talimatla yirmi kadar yalazayı derlemişliğim vardır öncelikle. Gerçi yalazanın özelliği yaşanmasında / anlatılmasında. Yazıya dökülünce donuyor adeta.

Denemişliğim üretmişliğim de vardır benim de yalazayı. Sınıfı geçer miyim? Bilemem… Not sizin artık. Birkaç örneği / denememi paylaşmak isterim efendim.

 

Bilecik Müftüsü Prof. Dr. Engin Yılmaz’a Taraklı’da Çiğ Köfte Partisi

2011 yılı sonbaharı. Takvimler 26 Ekimi gösteriyor. Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman evine muhabbete davet etti bizleri. Sekiz on kişi Adapazarı’ndan biz, birkaç kişi de Taraklı’dan. Çiğ köfte partisi verecekmiş evinde. Taraklı’yla çiğ köftenin alakası neyse artık. Diyarbakır’da iki yıl öğretmenliği var, orada öğrenmiş zahir…

Biz Adapazarı’ndan iki araba yola çıktık. Yatsıya bir saat kala. Arabayı ben kullanıyorum, yanımda yaşayan efsane yalaza ustası Taraklı Akçapınar Köyü’nden Hâfız Hasan Çolak var. Gecenin yıldızı o olacak, olmalı. Arka koltukta ise Mali Müşavir İmdat Akgünler ile Söğütlü Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Talat İr bulunuyor. Taraklı Termal’in iki ortağından birisi olan, o sıralarda kültür sanat danışmanlığını yaptığım çok sevdiğim kardeşim Süleyman Tunç ise diğer araçla Sapanca Kaymakamı Osman Sarı ile Sakarya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin – Süleyman gibi Erzurumlu – öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Yılmaz’ı ve bizim İnsan Kaynakları uzmanı Psikolog Hüseyin Balta’yı getirecek.

Geyve Boğazına girişte Karaçam’a yaklaşırken cep telefonundan Süleyman Tunç’u aradım: ‘Aldın mı Kaymakam Osman Bey’i?’ ‘Aldım ağabey…’ Aklıma Hasan Çolak’ı yalazaya getirmek düştü. Zira o hepimizi defalarca yalazaya getirmiş birisi. Beni seni onu, herkesi. Herkesin intikamını almalıyım diye düşündüm, yıldırım hızıyla. Kaymakam Osman Bey’i tanıyabilirdi Hasan Hoca. Ama Edebiyat Profesörü Engin Yılmaz’ı tanıması zayıf ihtimaldi. Yalazanın başlama vuruşunu şu soruyla yaptım: “Süleyman, Bilecik Müftüsü Engin Bey’i de aldın mı?” “Aldım ağbi, almaz mıyım!”   

Süleyman cin gibi çocuk. Kaçın kurrası. Yalaza kültürüne de vakıf. Çaktı köfteyi. Hasan Çolak kulakları dikti: ‘Bilecik Müftüsü de mi geliyormuş bu akşam?’ ‘Evet Hasan Ağbi.’ ‘Tanıyorum ben onu, Cafer Tayyar Bey. İyi müftüdür. İyi de arkadaşız.”

 

‘Sen Marmara Edebiyat’ı Değil Marmara İlahiyat’ı Bitirdin, Tamam mı Engin?’

“Eyvah, baltayı taşa vuracağız. Hemen başka bir çözüm bulmalıyım” diye düşündüm ve buldum: ‘Cafer Tayyar Bey’in tayini çıkmış on beş yirmi gün önce. Kütahya’dan Engin Bey gelmiş yeni. Erzurumluymuş Engin Bey. Süleyman Bey, hemşerisi ya, o da Taraklı’yı bölgeyi tanısın diye Engin Müftü’yü de davet etmiş bu akşam…’ İkna oldu Hasan Hoca. Ellerini ovuşturarak ekledi: ‘Desene bu akşam şenlik var, ben yeni müftüyü nasıl sulu götürüp susuz getireceğim, görün siz de!..”

 Hasan Hâfız ısınmaya başlamıştı. Ben ocağa biraz daha odun atmalıydım. Tabii tersinden giderek: ‘Aman hocam ha. Bu müftüleri sen iyi bilirsin, otuz altı yıl bunlarla yakın çalıştın sen; biraz bürokrat, biraz kasıntı, havalı olurlar. Aman ha adamın façasını bozmaya kalkma sakın!’ ‘Ne demek? Bana bırakın siz. Bütün müezzinlerin imamların intikamını almazsam Hasan Hâfız değilim ben de!’ Arada dikiz aynasından arkada İmdat Ağbi ile bizim Talat’a göz attım. Onlar da bir saat sonra başlayacak yalaza şöleninin farkında olmalılar ki, gözleri gülüyor şimdiden.

Neyse Taraklı’ya vardık. Onlar bizden on dakika kadar sonra geldiler. Biz parkta şark kahvehanesinde çay içiyoruz. Onları karşılamaya çıktım dışarı: Edebiyat Profesörü dostuma: ‘Enginciğim sen nereden mezunsun?’ ‘Marmara Edebiyat’tan ağbi.’ ‘Bu akşam yalaza yapıyoruz. Sen Bilecik Müftüsüsün. Yirmi gün kadar önce Kütahya’dan Bilecik’e tayin oldun. Yaşayan Nadrettin Hoca Hâfız Hasan Çolak’a seni müftü olarak yutturacağız bu gece. Sorarsa eğer, sen Marmara Edebiyat’tan değil, Marmara İlahiyat’tan mezun oldun. O sana Taraklılı İlahiyat Profesörü Mehmet Erkal’ı soracaktır. Çok sevdiğim bir hocamdır. Arada görüşüyoruz. Bize çok Taraklı anlattı Mehmet Hoca’m. Hâfızları meşhurmuş buranın. Hatta Hasan Çolak diye çok meşhur bir hâfız varmış, tanımak isterim’ dersin dedim.    

 

Hâfız Hasan Çolak Bilecik Müftüsüne Yalaza Şöleni Sunuyor Gece Boyu. Yalazaya da Geliyor Ama.

Her şey beklediğimiz gibi gelişti; tanıştırdım. Hâfız Hasan Hoca tek tek beklenen soruları sordu, - güya - müftü beye. O da - kurguladığım üzre- cevaplar verdi. Mehmet Erkal Hocayı sordu. ‘En çok sevdiğim hocamdır. Taraklı’yı çok anlattı bize derslerde. Hatta bir Hâfız Hasan varmış, onu anlata anlata bitiremedi’ deyince bizim Hasan Çolak mutluluktan uçacaktı adeta. Bir görmeliydiniz, ‘şöhretim ta nerelere kadar yayılmış, çok şükür’ dedi başını aşağı yukarı sallayarak.

Ardından bizim Keşkapan Tacettin’in (Özkaraman’ın) evine geçtik. Taraklı Termal’in diğer ortağı Ahmet Genç ile Taraklı’nın iyilikler padişahı Ormancı Alettin (Yılmaz) da katıldı bizlere. Aman Allah’ım. Ne muhabbet. Ne kahkaha. Ne mizah. Ne ironi öyle. Öyle böyle değil. Gülmekten karnımıza ağrılar girdi resmen. Gözlerimizden yaşlar boşandı.

Tamam. Küçük Keşkapan Abdullah’ın (Özkaraman) yoğurduğu çiğ köfteler de şahaneydi, tamam. Hâfız Hasan Çolak - müftü sandığı - Edebiyat profesörüne neler dedi neler, ‘imamların ve müftülerin aldıkları paranın yetmediğinden alınan salâ ve cenaze yıkama paralarına kadar. Bir ara hızını alamadı: ‘Sizin keyfiniz gıcır Müftü Efendi… Ay başında altı milyar lira cukka. Biz öyle mi ya?’ deyince Engin Yılmaz da ‘Din – Diyanet işleri, bizim mesleğimiz ihlas mesleğidir. Duymamış olayım’ diye cevap verdi. Bu kez Hasan Hâfız daha bir bastırdı… Muhabbeti dinleyen herkes Engin Bey’in müftü olmadığını biliyordu: İki kişi hariç, biri Hâfız Hasan Çolak diğeri de Ormancı Alettin. Bizlerse yerlere yatıp gülüyorduk. Herkesi yalazaya düşürmesiyle ünlü Hasan Çolak bu kez kendisi tam orta yerinden gelmişti yalazaya. ‘Furdi furdi furuldi’ bu olmalıydı işte.

Gecenin sonunda Engin Yılmaz, ‘Hasan Hocam, siz büyük bir yalazacıymışsınız, doğru mu?’ diye sordu. Gerine gerine ‘evet’ dedi Hasan Çolak. ‘Bu akşam sizden öğrendim ben de, ne demek olduğunu yalazanın. Çok teşekkür ediyorum size. Ancak bağışlarsanız sevinirim; ben Bilecik Müftüsü değil Sakarya Üniversitesi Edebiyat Profesörü Engin Yılmaz’ım’ deyince kıyamet koptu. Kahkahanın bini bir para… Büyük yalaza ustası Hâfız Hasan Çolak ‘ben de biraz şüphelenmediğim değil sizden müftü efendi. Hem bıyığınız yok. Hem de yüzünüzde nur yok’ deyince ikinci bir kahkaha tufanı daha koptu. 

 

Taraklı’ya Gidilir de İzzet Kömrücü’nün Dıngıldak Masası’nda Çay İçilmez mi Hiç

Bilenler bilir; Bizim İzzettin (Kömürcü, TRT ve AA Taraklı temsilcisi, köşe yazarı, bakkal, köpük helvacı) Taraklı’da kırk yaş kuşağının en iyi en popüler en zeki yalazacısıdır. Çok da iyi kalpli biridir İzzettin. Taraklı’ya gidip de ona uğramamışlığım, misafirlerimle tanıştırmamışlığım, çayını içmemişliğim yoktur. Allah’ı var, İzzettin de her zaman saygılı misafirperver cömerttir. Her misafirine meşhur Dıngıldak Masası’nda çay ikram eder hemen, fotoğrafı da çektirir, paylaşır.

2011 yazı. Dönemin Tüvasaş Genel Müdürü İbrahim Ertiryaki Ağabeyim ve Mali Müşavir İmdat Akgünler Ağabeyim, sıcak sımsıcak yapış yapış Adapazarı havasından Taraklı’ya sığındık bir gün. Taraklı Termal’in iki ortağından birisi olan Süleyman Tunç ile Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman karşıladı heyetimizi. Tesisleri gezdik. Yedik içtik. Taraklı merkezini geziyoruz. Tam İzzettin Kömürcü’nün dükkânı önünden geçerken muzipliğim (yalazacılığım) tuttu gene.     

 

‘Buyurun Sayın Başbakanlık Müsteşarım!’

Dükkânın kapısından içeriye adımımı atar atmaz ben hemen İbrahim Ertiryaki’yi göstererek ‘buyurun sayın müsteşarım. Sizi TRT ve AA temsilcisi İzzettin bey ile de tanıştırmak istiyorum’ dedim, İzzettin o her zamanki mahcup ve telaşlı hâliyle ‘hoş geldiniz sayın müsteşarım, nasılsınız?’ filan dedi. Ben duruma daha bir açıklık getirdim: ‘İzzettin, sen haberleri ve siyaseti yakın takip eden birisin. (İbrahim Etiryaki’yi göstererek) Başbakanlık Müsteşarımız Efkan Âlâ Bey’i de tanımışsındır?’ ‘Tanımam mı abey!’ ‘Sayın Müsteşarımız İstanbul’a geçerken, hemşerisi Süleyman Tunç’u ziyaret etmek ve termal proje hakkında bilgi almak istemiş de…’ Cin gibi kurnaz Süleyman Tunç daha da alevlendirdi yalazayı: ‘Sayın Müsteşarım, tembih etmiştim, korumalarınızın yemeklerini tesisten şimdi getirdiler. Siz müsterih olun efendim.’

İzzettin iyice gelmişti yalazaya. Gazeteciliği depreşti hemen: ‘Sayın Müsteşarım, Taraklı’mızı nasıl buldunuz?’ İbrahim Ertiryaki Ağabeyim zaten çok az ve ölçülü konuşan biridir. İki cümle etti sadece: ‘Methini duymuştum, çok merak ediyordum. Çok beğendim, çok güzel gerçekten.’  İzzettin fotoğraf makinasını çıkardı, müsteşar beyle yani esasen Tüvasaş Genel Müdürü ile ikili röportaj yapıyor gibi ve bizimle toplu fotoğraflar çektirdi. Biz zor tutuyoruz gülmemek için kendimizi.

İzzettin yeterince tatmin olmamıştı. Gazeteciliği tavan yapmıştı, bana döndü: ‘Fahri Abey, bir konuşuversen de gazetem için bir röportaj yapsam sayın müsteşarımla…’ Teybini çıkartmıştı. İbrahim Ağbi ile arasında bir metre var yoktu. Röportaj başlayacak, foyamız meydana çıkacaktı.

Durumu açık etmek zorunda kaldım. İzzettin çipil çipil gözleriyle, gözlüklerinin arkasından bir daha bir daha baktı. ‘Çok özür dilerim İbrahim Bey. Nasıl tanıyamadım ben sizi. Halbuki her gün yerel gazetelerde fotoğrafınız var.’

Bizimkiler makaraları koyuverdiler.

İzzettin affetsin beni. Böyle üç dört yalazam daha var ona. Hakkını helal etmezse ötede yatacak yerim yok benim. Sen hep herkesi yalazaya getirecek değilsin ya İzzettin Kardeşim…

Yalazalarımdan birisi de bu.

Bilmem sınıfı geçebildim mi?