Adapazarı 45.Belediye Başkanı’nı Seçiyor
Bin dokuz yüz doksan dört kışından çıkıyorduk, aylardan Mart, günlerden Pazar, ayın yirmi yedisi; Yüz seksen beş bin nüfuslu Adapazarı, bin sekiz yüz altmış sekizden bu yana kırk beşinci belediye başkanını seçiyordu. Geniş kitlelerin beklentisi şuydu: İki kez (aralıklı olarak) belediye başkanlığı yapan CHP adayı Avukat Ünal Ozan, zorlansa da biraz, kazanır. ATSO (Adapazarı Ticaret ve Sanayi Odası) genel sekreteri iken Refah Partisi’nden aday olan İktisatçı Aziz Duran, yükselen muhafazakarlık ve arı gibi çalışan RP teşkilatı, kadın kolları ve gençlik kollarına rağmen, partisinin oylarını arttırsa da seçimi ‘kurt siyasetçi Ünal Ozan’dan alamaz.

Elitlerin Adayı Ünal Ozan’a Karşın, Kenar Mahalle’nin Adayı Aziz Duran Kazandı

Bir önceki seçimde ANAP’ın 32.000 oyu, kendi partisi SODEP’in 9.900 oyuna rağmen , Demirelvari usta taktiklerle ANAPlı rakibi (mevcut belediye başkanı) Erkal Etçioğlu’nu 12.873’e indirip oylarını 25.005’e çıkartan CHPli Ünal Ozan, bu kez kaybedecek miydi? Ve sandıktan Aziz Duran çıktı. Merkezin, seçkinlerin, elitlerin adayı Ünal Ozan’a karşın,’kenar mahalle’nin oy verdiği Aziz Duran 32.000’e yükselerek kazanmıştı. Ünal Ozan ise oylarını tekrarlasa da bir işe yaramamıştı. Memleketi daima kendilerinin sayan elitler, sonuçların açıklandığı o akşamı ‘kara gün’ olarak tanımlıyorlardı yakınlarına; şahit oluyorduk!0.
Bir Nisan bin dokuz yüz doksan dört Cuma günü, namazı Orhan Camii’nde kılan Aziz Duran ve arkadaşları, mahşeri bir kalabalıkla belediye önüne geldiler. Güzel ve nezih konuşmalardan sonra belediyeyi teslim aldılar. Teslim aldılar dediysem, Ünal Ozan ve ekibi görev teslimi yapmayarak, demokrasi etiğinden de –adeta- sınıfta çaktılar.

Seçilmiş Su İşleri Müdürlüğüm

Seçim sonrası yeni belediye başkanımız Aziz Duran, -sağ olsun- bana da müdürlük görevi vermek istedi ve hangi müdürlüğü düşündüğümü sordu. Ben de ‘Kütüphane Müdürlüğü’ cevabını verince ‘boş işleri bırak Fahri Tuna’ dedi (on beş yıl birlikte çalıştığım sürede, bana hep adımla soyadımla, birlikte hitap edecekti). Neyse ilk bir ay içinde müdürlük atamaları büyük oranda tamamlandı. Fen İşleri’nden sonra belediyelerin en ağır ikici müdürlüğü olan Su İşleri’ne bir türlü bir mühendis bulunamamış. Şefleri (İbrahim Ağbi, Ömer Ağbi, Mustafa Çalık), koordinatörü (Yılmaz Gültekin), müdür yardımcısı (Mesut Seslioğlu) atanmış, ama bir tek müdür yok? Bir gün yeni Su İşleri yönetimini oluşturan altı kişi, Aziz Başkan’dan randevu alıp gitmişler, ‘Biz başımızda müdür olarak Fahri Tuna’yı istiyoruz, hem mühendis de’ demişler. Sağ olsun Aziz Duran başkanımız da münasip görüp beni çağırdı ‘başkanım, ben sudan hiç anlamam’ deyince ‘Fahri Tuna, gençler başlarına seni istediler, altı aylığına nöbet tut sen orada, o sırada birini bulur seni değiştiririz’ diyerek beni ikna etti. Özetle, yarı seçim yarı atama sonucu, 27 Nisan 1994 tarihinde ‘Ya Bismillah!’ diyerek resmen göreve başladım.

Particilik Yapmayacaklarına Dair Kur’an’a El Bastırıp Yemin Ettirdim!

İlk iş olarak, 4. katta batıya (Çark tarafına doğru) bakan odamda yardımcım Mesut Seslioğlu, müdürlük koordinatörüm Yılmaz Gültekin ve bana bağlı dört birim şefini odama topladım. Abdest almalarını istedim, gidip alıp geldiler. Kapıyı içeriden kilitledim. Kur’an-ı Kerim’i çıkartıp masaya koydum. Topluca Kur’an’a el bastırdım. Ve hep bir ağızdan yemin ettirdim: ‘Su İşleri Müdürlüğü’nde görev yaptığım sürece; iş yaparken Refah Partili olan olmayan şeklinde ayırmayacağıma; dini inancı ne olursa olsun, hangi ırktan mezhepten cemaatten şehirden olursa olsun, hiç birisi arasında ayırım gözetmeden hizmet edeceğime; milletin hakkını yemeyeceğime yedirmeyeceğime, çalmayacağıma çaldırtmayacağıma Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin ediyorum!’ 1996 Eylül ayına kadar, yaklaşık otuz ay sürecek Adapazarı Su İşleri Müdürlüğü günlerim de böylece başlamış oldu.

Adapazarı Semenderle Yatıyor Semenderle Kalkıyor

Gelişimizin üzerinden bir ay, ya geçti ya geçmedi, ‘Semender Vak’ası’ patladı; Cevdet Güngör Ağbi Semender Vak’ası’nı patlattı demek daha doğru. Güya Turan caddesinin başlarındaki bir pasajda bir dükkân sahibi, elinde su saati ve bir santim büyüklüğünde bir hayvan yavrusu gazeteye gelmiş, ‘sular çok kirlendi, bu hayvan da bu kirliğinin alameti, bu hayvanları mı içeceğiz?’ diye sormuş. Aman Allah’ım; o da ne? Bir hafta on gün bütün Adapazarı, Adapazarı Gazetesinin manşetlerinden düşmeyen ‘Semender’le yatıp kalkıyor. Bu sayede biz de Semender diye bir hayvanı (hayvancağızı) öğreniyoruz. ‘Semender bu saatten geçer mi geçmez mi?’ bahisleri oynanıyor şehirde. Belediyede ise moraller çok bozuk. ‘Bir çözüm bulmalı, kafanı çalıştır Fahri Tuna’ deyip duruyorum. Ve çözümü buluyor, hedefi 12’den vuruyorum.

Su Ürünleri Enstitüsü Müdürü ‘Semender Ancak Temiz Sularda Yaşayabilir’ Demesin mi

Aklıma ‘cin’ bir fikir geldi, belediyemizin sağlık müdürü Dr.İbrahim Sağır’la hemen yürürlüğe koyduk ; ‘Semender Araştırma Komisyonu’ adıyla bir komisyon kurduk, Dr.İbrahim Sağır’ın başkanlığında. Başta Adapazarı Gazetesinden Cevdet Güngör Bey olmak üzere, Yeni Sakarya’dan ve 3 televizyon kanalının haber müdürlerinden oluşan 7 kişilik ( ben de varım tabii) bir kurul oluşturdum. Her gün haberlerimiz çıkmaya başladı gene; yok ‘Belediye Semender Araştırma Komisyonu’ kuracak, kuruyor, kuruldu. Yok toplandı, şu çalışmaları yaptı, İstanbul Ü. Su Ürünleri Fakültesi’ne gidecek, gidiyor, gitti diye. Böylece aleyhimize olan kamuoyunu da arkamıza almayı başardık. Bu arada ‘Allah’ın yardımı’ yüzünü gösterdi; İstanbul Ü. Su Ürünleri Enstitüsü Müdürü, tüm basın mensuplarının da bulunduğu ziyarette ‘Semender temiz sularda yaşayabilir ancak; Adapazarı’nda musluklardan Semender çıkması suyun içilebilirliğinin göstergesidir’ demesin mi? Adeta dünyalar benim oldu. Böylece ‘suyumuz’ da ben de ‘aklanmış’ olduk. Sevgili Cevdet Ağbi de –her zaman ustaca yaptığı gibi- şehirde gündemi belirlemenin hazzını yaşadı; biz de aleyhimizdeki kamuoyunu –ustaca- yanımıza çekmeyi başarmış olduk.

Dr. İbrahim Sağır Komisyon Başkanlığını Kime Bıraktı? Elbette ki Cevdet Güngör’e!

Aradan altı yedi sene kadar geçti. Şu bizim anlı şanlı Semender Araştırma Komisyonu’nun şehirdeki hemen herkesçe çok sevilen başkanı Dr. İbrahim Sağır Ağbimiz, kalp krizi sonucu Hakk’ın rahmetine kavuşmasın mı? Kendisini dualarla ebedi istirahatgâhına uğurladık.
Tabii bu arada bir de sorunumuz ortaya çıktı: Merhum İbrahim Sağır’dan boşalan Adapazarı Semender Araştırma Komisyonu başkanlığına kim seçilecekti? Kriterlerden birisi-ki en başta geleni- yaş!.. Son bir asrındaki Osmanlı hanedanı gibi, yaş sırası gelen elbette ki koltuğa oturmalı. Bu durumda da başkanlık sırası Cevdet Ağbimize düşmüyor mu. Ben yaklaşık on beş senedir onu nerede görsem ‘sayın başkanım’ diye abartılı bir ilgi ve saygı gösteriyorum. O da –her zamanki kurnazlığıyla- ‘komisyon başkanları öbür dünyayı çabuk boyluyor’ endişesi içerisinde ‘aman efendim, başkanlık benim neyime, kurum temsilcisi olarak başkanlık elbette senin hakkın!’ diye topu bana atıyor. Millet de ‘ne diyor bu adamlar’ diye bizlere şaşkın ve istihzalı bakarken Cevdet Güngör’le bu seramoniyi bıyık altından gülerek yaşatmaya devam ediyoruz.

Beşköprü’de Su Krizi Meydan Muharebesine Dönebilir

Yaklaşık otuz ay süren Su İşleri Müdürlüğü’m süresince, ufak tefek güzellikler yaşasam da, hemen her günün kriz ve sorunlarla dolu olduğunu söylemeliyim. İkinci yılın yazında ‘Beşköprü’ krizi yaşadım iliklerime dek meselâ. Beşköprü’de 568 hane (89 Muhaciri adı verilen) Bulgaristan göçmeni kardeşlerimiz, o meşhur çalışkanlıkları sayesinde ve imece ile kısa sürede evlerini inşa etmeye başladılar. İyi de içme ve kullanma suyu doğal olarak yetmemeğe başladı. Belediyemiz de çalışan işçilere altı maaş birikmiş borcu olan, tarihinin en kötü günlerini yaşayan bir belediye; yani yatırımla sorunu çözmesi imkansız. Beşköprü Arnavutları olarak şöhretleri senelerdir yayılmış grubun lideri ise ‘Kral’ lakaplı Hasan Ağbi. İnşaatların pıtrak gibi çoğalmasıyla semtinin suyu azalan Arnavut Hasan, Muhacirlere giden su borusunu kırarak, sorunu kontrolüne almış. Tabii göçmenler de doğru valiliğe, bizi ve Hasan Arabacıgil’i şikayete. Aziz Başkan ‘Sorun büyüyor, acilen çöz bakalım’ sözleriyle sorunu bana tevdi etti. İyi de, kolay mı? Hasan Arabacıgil, namı üzerinde, ‘eli silahlı beli külahlı’, hamuru sert adam! Haber gönderiyoruz, anlamıyor; evinin betonunu atacak Muhacirler mağdur, şikayetler infiale dönüşmüş. Dedim kendi kendime ‘Oğlum Fahri, saksıyı çalıştır bakalım!’ ‘Kim bu adam?’ diye bir araştırdım; lise yıllarımdan sınıf arkadaşım Cavit Arabacıgil’in amca oğlu olduğunu öğrendim, ‘artı bir’ dedim kendi kendime. Üzerinde 24 devlet bulunan geniş coğrafyada asırlarca Osmanlı, benzeri sorunları nasıl çözerdi? Diye düşündüm. Ve planımı uygulamaya karar verdim.

‘Kral Hasan’ Elindeki Anahtarı Öfkeyle Masama Fırlattı; Kavga Çıksın İstiyordu

‘Dördüncü Murat’ lakaplı dostum, Zabıta Müdürümüz Arnavut Murat (Kosova) aracılığıyla Hasan Ağbiye beni ziyaret etmesi yönünde haber gönderdim. Ertesi gün odama adeta burnundan soluyan öfkeli bir adam girdi; elinden gelse beni (ve belediyeyi elbet) bir kaşık suda boğacak biri. ‘Hepinizin Allah belâsını versin!’ diye bağırarak, Beşköprü’deki su motorunun kulübesinin anahtarını ‘takkkk’ diye masama, adeta küfreder gibi fırlattı; olay çıksın istiyordu. ‘-Cavit Arabacıgil senin neyin olur ağbi?’ deyince, bir an duruktu, nefes aldı, şaşırdı, bana döndü, ‘- Amca oğlum’dedi; o öfkeli adam artık meraklı ve yumuşak gözlerle bakıyordu bana. ‘- Cavit benim sınıf arkadaşım, çok da severim, çoktandır görmedim. Nerelerde?’ deyince ben, aramızda insani bir diyalog kuruldu ‘Arnavutların Kralı’ Hasan Ağbi ile. ‘- O şimdi İstanbul’da…’ diye anlatmaya başlayınca, ilk golümün ağlarla buluştuğunun sevincini yaşamaya başladım. Sıra ikinci gole, esas gole gelmişti. Mecelle’nin (Osmanlı’nın son kırk yılında uyguladığı enfes kanunname kitabı) ruhundaki bir maddeyi uygulamaya koyma zamanıydı. Çay söylemiştim muhatabıma. Söze girdim: ‘-Siz Arnavutlar kaç yıldır Beşköprü’desiniz Hasan Ağbi?’, ‘-Bilemem ama, en az yetmiş beş!’, ‘- Yetmiş beş senedir su sorunu yaşamadınız değil mi?’, ‘-Evet, yaşamadık. Ta ki şu Bulgarlar (Türkiye’de kızdıkları zaman Bulgaristan Türklerine söylenen küçümseyici bir tanımdır) gelene kadar!’

Krizi Osmanlı’nın ‘Güvene Dayalı Yerinden Yönetim’ Felsefesiyle Çözebildim Ancak!

‘- Peki sana bir soru sorabilir miyim ağbi?’, yumuşamıştı, ‘-Buyur!’, ‘- Beşköprü’de su sizin hakkınız ağbi!’, daha da rahatlamış, yüzüne kan gelmeye başlamıştı, bir yudum daha aldı çayından Hasan Ağbi. ‘- Sonra da hayvanlarınızın hakkı! Tamam mı Hasan Ağbi?’, ‘-Tamammmm’ dedi Hasan ağbi; sözün gidişatından çok memnundu. ‘-Peki ağbi, senden bir şey isteyebilir miyim?’, ‘- Buyur Fahri kardeşim!’ dedi; kardeş olmuştuk. Golün tam zamanıydı; ‘- Sizden ve hayvanlarınızdan artan suyu, Balkan göçmenlerine vermeye ne dersin?’, düşündü, başını kaşıdı; ‘- Ben ne yapayım fazla suyu!... Tabii veririm!..’ On beş yirmi dakika önce öfkeyle masama fırlattığı anahtarı aldım, sağ avucunun içine tutuşturdum: ‘- Sen bundan böyle Beşköprü’nün kralısın Hasan Ağbi. Ben olduğum sürece kimse senden bu anahtarı alamaz, Cavit’e de çok selamımı söyle! Olur mu?’ ‘Kral Hasan’ kalktı, vedalaştı benimle, ayran içmeye evine davet etmeyi de ihmâl etmedi beni, üstelik, çıktı gitti. O gün bugün Beşköprü’den bir daha su sorunu gelmedi; herkes (Arnavutlar da, Balkan Muhacirleri de, biz de) memnundu! Osmanlı’nın ‘güvene dayalı yerinden yönetim’ felsefesi gene işe yaramıştı.