İçimde hikâye yazma isteği var. Çok değil iki üç sayfa civarında olması şimdilik kâfi… Ama olmuyor işte… Kurgulayamıyorum ve cümleler akmıyor. Ufkun geniş, zihnin rahat olması şart… Şartların oluşmamışı için en büyük neden tembellik biliyorum ve kabul ediyorum… Başka sebepler yok mu peki?
Ülke olarak maalesef en çok dizi izliyoruz. Ve muhtemelen senaryoları beğenmiyoruz. Artık “klişe” haline gelen durumların sonunu tahmin etmek hiç de zor değil. Hangimiz bölümün finalini sezinlemiyoruz ki. Sadece benim mi “böyle diziyi bende yazarım” cümlesi kuruyorum acaba. Sanmam.
İşin aslı öyle olmuyor ama. Geçmişten günümüze binlerce dizi vardır. Yani binlerce hikâye demektir bu. İşin içine para girince dozajı üst noktalara çıkmış ve gözümüze sokulmuş hikâyeler tabi ki belli süre sonra kendini tekrarlayacaktır… Günümüzdeki dizi erozyonunun sebebi halkın beğenmemesinin verilen uyuşturucunun bağımlılara etki etmiyor olmasıdır. Bu yüzden sürekli diziler bitiyor ve başlıyor. Korkuyorum bir gün “altın vuruş” olacak ve patlayacağız diye…
Eğitimini alamadım ama işim edebiyat. Ve tabi ki içinde “mübalağa” olacak ama “mübalağada” da mübalağa yapmamak gerekir… Bu sebebin üstünde çok düşündüğüm için belki de ben asla Ezop gibi fabllar veya "J. K. Rowling’ın" gibi Harry Potter serileri çıkaramam… Yaptıkları iş takdire şayan kabul ediyorum ama “insana insanı insanca” anlatabilmek samimidir… Daha sıcaktır ve kendisiyle bağlantı kurulduğu için ders çıkarma olasılığı daha yüksek ihtimal…
İşin başındayım zaten, iki üç sayfaya razıyken yüzlerce sayfalık ve milyonlarca insanın bildiği okuduğu eserleri “yermek” yanlış oldu belki ama çerçevemi istediğim boyutlara getiriyorum ki yazmak kolaylaşsın.
Küçük çevremden en iyi resmi görmem gerekiyor. Belki bir ilham gelir dökülür sözcükler. Cahit Zarifoğlu ne güzel demiş: "uçuşup duran, üst üste gelip birikmeyen şeyler var, içim dolu bunlarla. Biliyorum ki şiir bunlar. Ve şiirin kendisindeki huzursuzluk bu." Şiir yazarken insanın içine huzursuzluk kaplıyorsa daha kapsamlı anlatım isteyen hikâye de gül bahçesi açmaz herhalde…
İnsana şevk veren umut tazeleyen bir sözle yazmaya başlamam gerekiyor belki de. “Başlamak için mükemmel olmak zorunda değilsin; fakat mükemmel olmak için başlamak zorundasın”. Misyonum bu olursa kaybetmem herhalde. Zaten kaybedecek neyim var ki?
Belki de hikâyem benim gibi bu detayları sürekli düşünen ve işin içinden çıkamayan ve başlamadan pes ettiği için deliren birinin hikâyesi olmalı ne dersiniz? Güzel fikir değil mi? Bu da bir başlangıçtır bir şeyler çıkar çıkmaz mühim değil… Size yazımın kısa olmasından dolayı müteferrik bir şiir paylaşmak istiyorum Cahit Külebi’den. Allah’a(c.c.) emanet olun.
HİKÂYE
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!