Şiir en çok aşka yakışır. Aşk en çok şiire. Aşkın içeriğinin bir önemi yok. Aşk bir anlamın çok ötesinde. Bir kelime. Şiirin içine ölümsüzlük iksiri gibi serpiştirilen şey. Bir kelime.

Aşka inanmalı. O en gerçek şey. Ölüm gibi. Bir boşluk bırakır insanın içine. Kaburgalarının aşağısına, karnın biraz üstüne. Bir dize bir ölümün üstüne söylenmiş.

‘bir boşluk çöker içime siz gidince’

Bir başka dize. Bir aşk üstüne söylenmiş.

‘kimse bilmedi kimse içimde o kocaman gömü’


Aşk bir kişi değildir. Bir şeydir, kelimedir. Buna hem nasıl inandım, hem nasıl günahına girdim.

Aşkın imkânsızlığı ölçüsünde güzelliğini tattım. Bir koca boşluk, bu tatmadan sonra. Anlayamadım. Dilimde bir aşk şeyinin, bir aşk kelimesinin bıraktığı bir garip tat. Gitmiyor.

Aşk bir limandır. Bir mağara. Bir koca orman. Bir dere. Bir sokak. Bir masa. Bir yastık. Bir düş. Bir kaybolma. Bir saklanmadır yani. O hiç olmayan dünyanın dikenlerinden seni uzak tutan şeydir. Bir sarhoşluk. Bir düşünmemedir.

Ben çok uzun yıllar, uykunun hayaller içinde kaybolma olduğunu düşündüm. Yastığa baş konulduğunda bir şey gelir insanın aklına. Sonra o bir şey bir başka şeye götürür insanı. Derken çok öte şeylere gitmişsin. Hatta bu ilerlemede bir şey bu ilerlemeyi durdursa, geldiğin yere kendin bile şaşırırsın. Bir rüyanın yarıda kalmış halidir o. İşte benim o ilk şeyim uzun süre bir aşktı. Böylelikle şeylerde ilerleme çok daha kolaydı. Bunu çok özlüyorum. Artık o ilk şeyi bulmaya çalışırken uyuyorum.


‘biliyorum
matarada su
torbada ekme
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında su
torbasında ekmek
ve kemerinde kurşun kalmamışları
ayakta tutabilir’

Hasan Hüseyin’in bu şiirindeki şiir kelimesinin yerine aşk koymalıydı. Koydu da. Şiir öyle bir aşktı onda.

Aşk bir gelmedir. Ölüm bir gitme. İşte bir boşluk kendini böyle tamamlar. Bir boşluk. Yaşamak denen o garip şey.