Başta spor ve iş dünyasının çok yakından tanıdığı Ali Şen farklı bir konuda milad sebebi oldu. Gerçi bu konuda diğer zamanlarda da cızlı bazı haber ve olaylar olmuştu fakat bu kadar ses getirmemişti.
Konu herkesin malumu olmakla beraber tekrar özetleyecek olursak; Ali Şen’in torunu bir motor kazası sebebiyle on yedi yaşında vefat etti. Cenaze defni esnasında din görevlisi olduğu sanılan kişi dua yaparken duanın maksadın dışına çıkması üzerine Ali Şen önce elleriyle sonra yüksek sesiyle “yeter, yeter, kes masalı kes” tarzında itirazda bulundu.
Bu olayın konuşulacak birçok yönü var. Öncelikle “Dua dili ve anlamı daha sonra da Ali Beyin çıkışının edeb sınırlarına uygun olup olmayışıdır”
Dua, islamın tevhid hakikatinin en önemli ibadetidir. “Duanız olmasaydı rabbim size niye değer versin” ayetiyle meselenin önemi ortaya konmaktadır. Gelelim sadede, bir ülkenin din algısı bozulmuşsa o ülkenin dua dili de bozulmuştur. Bu hadise Ali beyin çıkışıyla sınırlı ve başlayan bir olay değildir. Din görevlilerinin merkez hizmetinde bulunanlar tarafından malumdur.
Ülke iktidarlarına ve diyanet yapısına göre dua dilleri daima değişikliğe uğramaktadır. Geçi din hizmetinde bulunanların da ekserisi dua dilini nezih ve temiz bir örnek ve özelliğe taşıyamamışlardır.
Söyleyeceklerim ve örneklerim yeni bir tartışmaya yol açmaması için şimdilik sukutu tercih ediyorum. Duanın Kur’an ve sünnet sınırları içinde olması kaydıyla yapılması esastır. Özel isimlerin söylenip, söylenmemesi tartışma sebebi olduğundan kurum ve isim zikrinden uzak durulması daha gerçekçi olur.
İstanbul da katıldığım bir cenazede, dua eden şahsın şov yaparcasına ortalığı inleten duasına iştirak etmeyi bırakmıştım. Ali bey ise duayı herkese bıraktırdı, tabi o aynı zamanda cenazenin velisiydi.
Duaların şirk, riya, yağcılık ve korkunun sonucu olarak dökülen sözler olması islamın ruhuyla asla bağdaşmamaktadır. Birçok kişi inanmadığı birçok sözcüğü, olağan üstü şartlar sebebiyle duasına ilave etmektedir. Dua edenler üzerinde de görünmeyen baskılar ve beklentiler vardır.
Kurumların bizden talebi olmadığı halde korku ve muhtemel tehlikeler sebebiyle, bazı kurumların ve şahısların isimleri özellikle zikredilerek dua hakkın değil, katılan ve duyanların rızasına uygun yapılmaktadır. İslam’ın değil de rejimlerin devam ve bekası adına yapılan dualar maalesef islamın tarif ettiği ve önerdiği dualar değildir.
Ali Şen beyin itirazı ne sebeple ve olayın öncesi ve sonrası nedir bilemiyoruz. Göründüğü kadarıyla dua eden şahıs âmin diyenlerin sabrını ve duanın anlamını yitiren sözleriyle bardağı taşırmıştır.
Sadece duaya âmin diyenler değil, dua edenlerde haddi aşmamalıydı. İşte ayet şöyle buyuruyor. Tevhid esasına göre yapılanmayan ve yaşamayan ülkeler de kavramlar ve dualar hiçbir zaman gerçeği yansıtmazlar.
“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edim. Çünkü o haddi aşanları sevmez”. (Araf suresi 55)
SOMA MADENİ VE HZ YUSUF KISSASI
Kader ve tedbir konularının çok konuşulduğu fakat gönle şifa olacak açıklamaların duyulmadığı günümüzde Yusuf suresini “kaza ve kader” bağlamında yeniden okumaya sizi davet ediyorum.
Sözü uzatmadan Elmalılı tefsirinden küçük bir alıntı yaparak sizleri sureyi yeniden okumaya, öğrenmeye ve düşünmeye davet ediyorum.
“Babaları onların teklifini red ile kabul arasında bir cevapla karşıladı: Dedi ki: Onu size emanet edeyim mi? Yani, etmem, nasıl edebilirim? Ancak bundan önce kardeşi (Yusuf) hakkında güvendiğim gibi güvenmiş olurum. Yani bu güvenmem, layıkıyle bir güvenme olmaz. Olsa olsa kardeşini güvendiğim gibi güvenmiş olacağım. Bu ifade hem sitemi, hem de reddi ifade eder. Biliyorsunuz ya! Bundan önce Yusuf'u size emanet ettim de ne oldu? Onun hakkında da böyle bastıra bastıra "Muhakkak ki, biz onu koruruz" (âyet 12) demiştiniz de ne yaptınız? Koruyabildiniz mi? Artık bunun hakkında "onu biz elbette koruruz" demenize güvenebilir miyim?
İmdi Allah'dır en hayırlı koruyucu. Korursa O korur. Allah korumayı istediği takdirde mutlaka korur ve Allah koruyanların en hayırlısıdır. Korumayı murad edince, nerde olsa, nasıl olsa korur ve en mükemmel, en hayırlı bir şekilde korur. Her türlü tehlikelerden kesinlikle uzak tutar ve korur. Onun için onu Allah'ın korumasına emanet etmek daha hayırlıdır. Ve O, erhamürrahîmdir, merhametlilerin en merhametlisidir. O'nun rahmetinden ve kereminden beklenir ki, onu korur da bir musibet, bir acı daha vermez.
…Ancak babaları bununla da yetinmeyerek: Onu kesinlikle sizinle göndermeyeceğim, ta ki, Allah'dan bana bir and ve misak verirseniz. Yani, Allah'a yemin ederek bana söz vermedikçe onun sizinle gitmesine kesinlikle izin vermeyeceğim. Allah'a yemin ederseniz, ki, onu muhakkak bana geri getireceksiniz, ancak hepiniz ihata edilmiş olursanız o başka. Yani hepiniz, her bakımdan yenik düşmüş ve çaresiz kalmış, hepiniz helak olmuş, gücünüz tükenmiş bir vaziyete düşmedikçe, onu bana geri getireceğinize dair Allah'a yemin ederek bana söz vermeden onu sizinle göndermem.
Kaderin ne kadar dikkat çekici bir cilvesidir ki, yemini son derece sağlam surette ifade olunan bu istisna ile Yakup Aleyhisselâm, ileride başlarına gelecek ihata (kuşatılıp çaresiz kalma) durumunu sanki bilerek önceden açığa vurmuş ve sanki öyle bir durumdaki mesuliyetsizliği belgelemiştir. Onun için demişlerdir ki, Yani, "bela, dile dayalıdır." Ağızdan çıkan başa gelir.
Maamafih Allah'dan herhangi bir şeyi sizden muğni olmuyorum. Yani, ben bu tedbir ve tavsiye ile sizi Allah tarafından gelmesi takdir edilmiş olan herhangi bir şeyden uzak tutmuş, sizi ondan kurtarmış olmuyorum. Eğer Allah hakkınızda bir kaza murad etmiş ise o mutlaka olur. O'nun takdirine karşı hiçbir tedbir fayda vermez. Her ihtimale karşı tedbir almak da gerekli ise de alınan tedbir, takdiri engelleyecek ve ilâhî muradın meydana gelmesini önleyecek değildir. Tedbir, nihayet Allah'dan o vesile ile bir yardım dilemedir. Takdire uygun ise faydalı olur, yoksa kadere mani olamaz. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim". Ancak O'nun hükmüne güvenip, O'na dayandım, O'na güvendim. Emir ve kumandayı O'na havale edip, sizi de O'na emanet ettim. Şu halde tevekkül edecekler de O'na tevekkül etsinler. Yani, tevekkül edecek olanlar veya bana itimadı olanlar da ancak Allah'a tevekkül etsinler. Ne başkasına, ne de kendi güçlerine güvenmesinler.
…Böyle yapmakla ancak Yakub'un içine doğan bir ihtiyacı yerine getirmiş oldular. Ki, onun bir baba olarak, şefkat hissi, kulluk anlayışı ve en selametli yolu arama ihtiyacı vardı. Bu tedbir ile gönlünün ğıllu ğışı giderilmiş, kendi içinde acaba bir tedbirsizlik yaptık mı, cinsinden şüpheleri bertaraf edilmiş oldu. Hasılı o tedbirin sırf enfüsî bir teselliden başka gerçekte hiçbir faydası olmadı. Aslında, muhakkak ki, o, bir ilim sahibi idi. Yani işin olacağına varacağını, tedbirin takdire engel olamıyacağını biliyordu. Yakup, bunu zaten biliyor ve her işinde bunun gereğini yerine getiriyordu. Çünkü ona biz öğretmiştik. Vahiy, ilham, tecrübe ve istidlal yoluyla biz öğretmiştik. Velâkin insanların çoğunluğu bilmezler. Onun bunları bildiğini bilmezler. Kaderin hükmünü icra edeceğini bilmezler. Bir kısmı kuvveti yalnızca kendi tedbirinde zanneder: Kendi mukadderatımızı kendimiz tayin edeceğiz, demeye kadar gider. Bir kısmı da tevekkülü tedbir almaya engel zanneder: Tedbir aldığı zaman tevekkül açısından kusurlu olacağını sanır. Oysa tedbirin de Allah'dan yardım istemek demek olduğunu, en azından kendi gönül huzuru açısından bunun gerekli olduğunu hesaba katmaz. “( Elmalılı tefsiri)
İSRA HUTBESİ
Nebî “Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlü’nü, bu ikisinden başka her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. (Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra) küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” 
Mekke de ki ilk Müslümanlar, on üç yıl bu tadı elde etmek için çaba sarf ettiler ve çeşitli bedeller ödediler. Müslümanlar, Mekke döneminden sonra yeni bir yolculuğa çıkacaktı. Bu yolculuk öncesi ilk durak ise Mescidi Aksa ve akabinde sadece Resulullah’a özel olan mirac yolcuğuydu.
Yeryüzünün mirası Salih insanlarda olmalı hükmünce, İsra’yı anlamak aynı zamanda Mescidi aksa şuur ve sorumluluğunu fark ederek yeniden, Mescidi aksanın hürriyetini sağlamaktır. // İsra ve mirac; “Ey iman eden kullarım, Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde ancak bana ibadet edin” ayetinin yol haritasıdır. Yüce Rabbimiz “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını göstermek üzere kulu Muhammed’i, bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”
Haktan sapmayan ve nefsinin arzusuyla konuşmayan Peygamberimiz sav, kendisine vahyolunan Kur’anın vahyine ve sünnetine bizleri davet etmektedir. Bu ziyarette “Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti, kalp gördüğünü yalanlamadı,” diye anlatılan yolculuk maddi ve manevi olarak sadece Peygamberimizin tecrübe edebildiği seyahattir.
İsra ve mirac ne bir vaaz, ne bir şiir ve ne de bir edebiyat konusu değildir. O ancak Allah Resulün yaşadığı bir gerçektir. İsra ve mirac öncelikle iman ve mücadelesi sonra hicret aşkı ve sonuncu olarak ise cihad şuurudur. Ayrıca İsrail oğullarının yeryüzünde ki fitnelerine karşı da uyanık ve tedbirli olmak mecburiyetidir.
Tüm bunların olması için öncelikle namaza ve kardeşlikde daim olmalı sonrada güzel ahlaka önem verilmelidir. İsra suresinin şu ayetle bittiğini ve görevimiz bu ayetin gösterdiği hedefler olduğunu unutmamalıdır; “De ki Hamd çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve acizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allaha mahsustur. Ve O’nu tekbir et”  (Pazar günü gecesi mirac kandilidir, unutanlara hatırlatılır)