Türkiye’nin derdi nedir? Ekonomi mi? Kürt sorunu mu? Eğitim mi? Dindar gençlik mi? Çapulcular mı? Ateistler mi? Nurcular mı? Sabetayistler mi? Yobazlar mı? İmam Hatipler mi? Robert Kolej mi? Başörtüsü mü? Mini etek mi? Fethullah Gülen mi? Fethullah Gülen’in şeriatı getirmek istemesi mi, Amerikan ajanı olması mı? Hangisi? Bunda Müslümanların bile aralarında anlaşamaması mı? Cemaat mi yoksa Milli Görüşçüler mi asıl sorun? Demokrasi mi? Din mi? Laiklik mi? Ordu mu? Sermaye mi? Medya mı? 2. Abdülhamit midir derdi Türkiye’nin Atatürk mü? Hangisi?
Defalarca yazdım, yine yazayım. Hiç biri. Bunlardan hiçbiri. Hiçbirinin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz çünkü. Evet, aynen öyle. Cehaletimizden daha kutsal neyimiz var? Gururumuz. Hani şu en çok cahillerde bulunan şeyden söz ediyorum.
Türkiye’nin derdi, ahlaktır. Ahlak dediğim zaman, Din Kültürü ve Ahlak dersindeki ahlakla benim dediğim ahlakı karıştırdığımız için de çözemiyoruz problemi. Ahlak, yerli yerindelikten, her türlü hadde riayete, edepten, kimyasal atık kirlilik limitlerinden trafikte hız sınırlarına uymaya kadar her çeşit gereklilik ve hududa, zihnen olduğu kadar kalben ve vicdanen tabi olmak demek oysa.
Yani dediğim şu, sen fakir olduğun için audi’ye binemiyorsun demiyorum ben, ahlaksız olduğun için audi üretemiyorsun diyorum. Dinden ya da laboratuvardan uzaklaştığın için füze yapacak teknolojin yok demiyorum, dikkat et, ister camiden çıkma ister üniversiteden, fark etmez, sen ahlaksız olduğun için, yani ahlakın ilme hürmet ve gayret şubelerinden kovulmuş olduğun için uzaya gidemiyorsun diyorum. Yalan de hadi. Diyemezsin.
Sorunu laiklik sanan dindarın Karl Marks’tan öğreneceği o kadar çok şey var ki! Arapçaya çevirsem Ali Şeriati’den alıntı sanacağı o kadar çok şey var ki! Sorunu dindarlık sanan ateistin İmam Gazali’den öğreneceği o kadar çok şey var ki! Rusçaya çevirsem, Das Kapital’den alıntı sanacağı o kadar çok şey var ki! Mesele, tamamen ahlaki. Yüzde yüz ahlaki. Kesinlikle ahlaki.
Kapadokya ile ilgili bir belgesel yayınlandı dün tv’de. Ayrıntısını internetten bulabilirsiniz. Selçuklular’dan söz ediyordu. Bir mağara kilisesi. Zengin Hristiyanları gömmek için yapılmış. Duvarlarında, mağaranın tavanında inanılmaz güzellikte freskler. Müslüman kıyafetleri giymiş bir Romalı resmi. Selçuklulara saygısından ve bağlılığından giysileri, sakalı bile bir Müslüman gibi ama Romalı. Bu kaya kilisesinin duvarlarındaki paha biçilmez resimlerin yanında bu gerçekleri öğrenmemize yarayan yazılar var. A, o da ne? Türkçe yazılar da var. Erkan yazıyor. Başka isimler de var.
Dost acı söyler, derler. Dost acı söylemez. Dost doğru söyler. Doğru acı gelir. “Gerçekler acıdır” derler ya. Acı sözü sona saklayacağım.
Mustafa Sönmez yazdı: “Yandaş gazetelerin en haslarından Star’ın 21 Temmuz tarihli köşe yazılarından biri Elif Çakır imzalı ve başlığı da hayli dikkat çekiciydi; “Devlet rantını yiyen Gülen cemaati değil”... Tartışma malum; Gülen cemaati ile RTE kanadının arası şeker renk ve her fırsatta masanın altından tekmeler savruluyor. Son kavga devlet rantları üstüne. Kısaca “nurjuvazi” diye etiketlenen İslamcı sermayenin AKP rejimi ile hem merkezden, hem yerel yönetimler, TOKİ üstünden dağıttığı rantlarla palazlandığı biliniyor. Her ne kadar Elif Çakır hanımefendi, yok böyle şey, demeye getirse de...” Bu yazılıyor Türkiye’de, gazetelerde.
Ekrem Dumanlı, 'Gel de kaygılanma' yazısı yazıyor. “Şu anki fotoğraf gayet net: PKK barış adına adım atmıyor; tam aksine büyük bir çatışmaya hazırlandığına dair görüntü veriyor sürekli. KCK yönetimi değişti, nerdeyse Türkiye'ye tehdit savurmayan ‘PKK kurmayı' kalmadı. Üstelik süre veriyorlar, ‘Son kez uyarıyoruz!' diyorlar. Yeni KCK stratejilerinde açıkça görülüyor ki örgüt, taraftarına sokağa dökülmeyi emrediyor. Bunlardan kaygı duyduğunuzu söylediğinizde bazı pembe dizi senaristleri her şeyin çok iyi gittiğini, endişeye mahal olmadığını vs. söylüyor. Güzel! Ama manzara hiç öyle bir şey demiyor.”
Mahmut Övür’e CHP'li bir dostu, ekim ayında kaotik bazı hadiseler yaşanacak demiş. 2007'de benzer bir uyarı yapmış ve dediği çıkmış bir dost bu. Övür, şimdiki senaryonun mezhep çatışması olduğunu yazıyor. “Askerden umut kesildiği için bu kez Türkiye'nin en yumuşak karnı, mezhep çatışması devreye sokulacak”mış. “Yanı başımızda alev alev yanan Suriye'de olduğu gibi...”
Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni ile röportaj yapılıyor. “Nefret söylemi listelerinde Milli Gazete, Akit'le yarışır gözüküyor. Bunların arasında en sık Yahudiliğe dair yapılan haberler geliyor; "İşte Yahudi kafası" manşeti veya "Yahudilerden dost edinmemek gerek" yazısı sadece iki örnek.” Diyor röportajı yapan. Cevap: “Bu bir nefret söylemi olamaz ki. Kuran-ı Kerim'de de çok sık yer buluyor.” Gelen soru: "İşte Müslüman kafası" diye bir manşet görseniz "Sizi değil, teröristleri kast ediyoruz" savunması sizin için yeterli olur muydu?” Cevap: “Diyorlar zaten. O manşetler İsrail medyasında boy boy var. Onları bırakın, bizim gazeteler arasında bunları yapanlar var. İslamofobi var. İslam eşittir terörist mantığını yerleştirmek isteyenler var. İslam’dan nefrete kimse ses çıkarmıyor.”
Nasıl gazeteler? Nasıl dünya? Sırbistan diye bir ülke var mı? Var. Kürdistan olmasın ama. Nasıl? Sırp babanın oğlu ya. Doğramadı senin Müslüman kardeşini Bosna’da. Ama o sınır komşum değil. Peki. Rusya ne, Suriye ne? Komşularının yakınlığını km hesabıyla ölçmeye devam et, bak daha ne mesafeler kat edeceksin ahlaksızlıkta. Haklı olmanın haklı olmaktan başka bir yolu bulunabilseydi keşke. Keşke, haksızlıklar sürse ama terör bitseydi, ahlaksızlık, ilkesizlik, çıkarcılık sürse ama kargaşa bitseydi. Keşke. Ama olmuyor işte. Yazık.
Yeni Şafak’ta dün yazdı İbrahim Karagül: “Sınır boyunda Suriye askerleriyle değil, onlarca örgütler mücadele etmek zorunda kalabiliriz. Petrol şirketleri burada, Türkiye ile husumeti olan ülkeler burada, 'müttefik' adı altında Türkiye'nin burnunu sürtmek isteyenler burada. İran orada, Avrupa ülkeleri orada, İsrail ve ABD orada. Belki bazları sadece El Kaide ile PYD'yi görüyor ama ben bu resimde onlarca ülke görüyorum. Onlarca şirket, boru hatları, finanse edilen örgütler… Olmaz demeyin. Bugün küçük çatışmalara müdahale eden Türkiye, on yıllık süre içinde bütün boyutlarıyla Suriye savaşının içinde yer alabilir.”
Nasıl? Ahlaksızız derken düşmanlarımız yok yahut onlar birer vicdan ve erdem abidesidir demiyorum. Sömürmekten utanmayan kepazelere dur diyecek ahlaka sahip olmadıkça ne ekonomi ne de siyasette dik durabiliriz diyorum.
Acı sözü sona saklayacağımı söylemiştim. Kendi kendime konuşacağım. “Demek bu saygısızlar, eski bir kilisenin yarısı dökülmüş gavur resimlerinin üzerine adlarını yazmışlar ha. Vah vah. Bak sen şu utanmazlara. Yahu senin Müslüman kardeşlerin, Aziz Peygamberlerinin Cebrail Aleyhisselamdan Allah’ın son dininin vahyini duyduğu mukaddes Hira’nın müberra duvarlarına adlarını, memleketlerini yazıyorlar da kilisenin duvarına mı yazmayacaklar? Utanmıyor musun Cihatcım, sen bunları yazmaya?”