‘Her insanın amelini boynuna yükledik!’ kuralını bildikleri halde, eylemlerinin sorumluluğunu ‘başkalarına’ yükleyen ‘inanmış insanlar’ın yaşadıkları ruh hallerine, bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Hayatının her alanında, ömürleri boyunca, girdiği her işte ve her eylemde ‘başarısız’ olan, ancak başarısızlığını bir türlü ‘kabullenemeyen’ bir kısım zat-ı muhteremlerin hallerini bir türlü anlayamıyor, bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Siyaset arenasında işi bitip şutlananların, bir dahaki seçimler yaklaşırken, farklı seçim sathı maillerinde boy göstermelerine, çeşitli mahfillere ziyaretlerde bulunup, çeşitli organizasyonlar içinde yer almalarına bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Eline aldığı bardağın hep ‘boş’ kısmana bakıp, hayatlarını bunu eleştirmekle geçiren, hayatın her alanında sürekli olarak hep ‘boşluk’ları gören, tek yanlı bakış sahibi, ‘boş’ kişilere bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Kendi dilini hor gören, kendi dilinde ‘doktora’ yaptırdığı elemanlarını, yabancı dil açısından ‘yetersiz’ diye aşağılayan, ancak kendisi de yabancı dil bilmeyen bazı akademisyenlerin kendilerini inkâr eden tavırlarına üzülüyorum.

Siyaset deryasına dalıp, orada ‘vurgun’ yedikten sonra, kendilerini kurtaramayan ancak vatanı kurtarma (!) mücadelesine devam eden zatı muhteremlerin hallerine bir yandan acıyorum, bir yandan acıyorum, bir yandan da da üzülüyorum.

‘Nefsin için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil mümin olunmaz’ prensibine ‘inanan’, ancak bunu ‘başkalarının’ yapmalarını isteyen ve kendileri için geçerli kabul etmeyen Müslüman kimlikli (!)  zavallıların ruh hallerine bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Necip Fazıl Kısakürek rahmetlinin ‘davasını savunan’ ve onun ‘yola çıktıklarını yolda buldukları ile değiştirirsen, hem yolunu kaybedersin hem dostunu’ kuralını çok iyi bildiği halde, buna aykırı davranan ve bahsedilen eylemi yapan nankör varlıklara bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

16 sene, binlerce kişiye ‘âmirlik’ yaptıktan sonra idari görevi biten, görevi sona erdikten sonra da hiç kimsenin yüzüne bakmadığı ve adam yerine koymadığı, eski kurumuna gelmeye yüzü olmayan, selam verecek birkaç yalakadan başkası olmayan, giderken arkasından teneke çalınan ‘sabık’ yöneticilerin hallerine, bir yandan acıyorum, bir yandan da üzülüyorum.

Ülkemizde ‘Cumhuriyet’ yönetimi kurulalı neredeyse 100 yıl oldu. Bu süre içinde topluma hep “Demokrasi’nin fazileti” anlatıldı ve öğretildi. ‘Demokrasilerin vazgeçilmez aracı’nın da ‘sandık’ olduğu nesillerin kafalara yerleştirildi. Son 10 yıla gelinceye kadar hep buna inandırıldık. Ancak son 10 yıldır, sandıkla işbaşından ‘uzaklaştırılamayan’ bir yönetim gelince, ‘sandık her şey değildir’ demeye başladık. Ne kötü… İçine düştüğümüz veya düşürüldüğüz bu garip hale, hem acıyorum hem de üzülüyorum.


Hülâsa:
Hani diyorum ki, o duygular bazılarında olmasa bile ben, hem acıyorum hem de üzülüyorum.