Yürüyenler arasında, yanakları soğuktan kızarmış hamile genç bir kadın dikkatleri çekiyordu; kendisine, “Keşke gelmeseydiniz” diyenlere, bu sözden hoşlanmadığını anlatan onurlu bakışlarla, “Bir ay sonra geliyor. Uğur geliyor. Kız olacak, adını Uğur koyacağım” karşılığını veriyordu. 24 Ocak 1993’te bir pazar günü, aracına bomba konulması sonucu suikasta kurban giden efsane gazeteci-yazar Uğur Mumcu da 22 Ağustos 1942 günü, Şinasi Bey ve Nadire Hanım’ın üçüncü çocukları olarak Kırşehir’de dünyaya geldiğinde; kardeşleri “Beyhan ve Ceyhan”a uysun diye adını “Seyhan” koymayı düşünen babasının ağzından, “Uğurdur, uğur olsun” sözleri dökülüyordu.

İşte on binler, Uğur Mumcu’nun 27 Ocak 1993 günü düzenlenen görkemli cenaze törenine katılmışlar, onu sonsuzluğa uğurluyorlardı.

Korkusuzdu

Kaçakçılığa, çıkar çevrelerine, din istismarcılarına, yolsuzluklara karşı yazılarıyla dikkatleri çeken Gazeteci yazar Uğur Mumcu, çevresindekilerin yaşamından endişe etmelerine karşın o,  korkusuzca kaleme aldığı yazılarıyla vurguncunun, kaçakçının, karanlık güçlerin üzerine gitmekten yılmıyordu. 

Meclis Parkı’ndaki kafeteryada gazetecilerle yemek yerken, Türkçe bilen bir yabancı, “Böyle orta yerde oturmaktan korkmuyor musunuz” diye sormuştu. Pek çok kişiden aynı uyaran sözleri duyuyordu:  “Aman Uğur dikkat et!” Uğur Mumcu ise “Hepimiz bir kaza sonucu gidebiliriz. Ne yapalım, böyle bir şey olursa benimki de iş kazası olur” diyordu. Mavi Renault’una binen dostlarını, “Korkuyorsanız arabama binmeyin” diyerek uyardığı da oluyordu. Bir gün, “Çok dikkatli olmalısın Uğur Bey” diyen TBMM Müdürü Ali Rıza Cihan’a, “Bak dostum, sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye karşılık verecekti.

Suikast sabahı

24 Ocak 1993 Pazar günü Mumcu ailesi kahvaltıda bir aradaydı; oğlu Özgür, Altınpark’ta bir dinletiye gidecekti. Öğleyin de eşi Güldal Mumcu ile İbni Sina Hastanesi’nde tedavi gören Prof. Dr. Kazım Türker’i ziyaret etmek üzere yola çıkacaklardı. O korkunç patlamaya giden dakikalar, Yazar Sevgi Özel’in, suikasttan on yıl sonra Bilgi Yayınlarından çıkan “Uğur Olsun! Bir Devrimcinin Öyküsü” adını verdiği “yaşamöyküsel roman”ında, şöyle anlatılacaktı: 

“...Güldal da çocuklar da alışmıştı artık, onun hepsinden önce arabaya yönelmesine. (...) eşine, ‘ben çıkıyorum, sen de çabuk gel’ dedi. Güldal hızla mantosunu giydi, gözü saate ilişti, 13.25’ti, hasta ziyareti 13.30’da başlıyordu. Eşini bekletmemek için merdiveni koşarak çıktı. (...) Özge (kızları) evde yalnız olduğu için apartmanın dış kapısının iyi kapanmadığını düşünerek geri döndü. Kapıyı çekti, bir adım atmışken duydu, o korkunç gümbürtüyü. Arkasından bir kez... Bir kez daha... Karlı Sokaktaki trafo mu patlamıştı yoksa? Gök gümbürtüsü dese değil, kıyamet dese... Yeriydi.  Bir duman sarmıştı her yeri. Gözüne araba ilişti, tanınmaz durumdaydı. Demir, sac, boya... Karmakarışık bir metal yığını... ‘Uğur!’ diye bağırdı. Gördü onu. Yer yer karla kaplı olan karşıki su deposunun bahçesindeydi. Oraya nasıl gitmişti? Ve kulaklarında o korkunç gümbürtü... Başka ses yoktu Ankara’da... Kulaklarında arka arkaya bombalar patlıyordu... Önce büyük bir patlama, sonra bir kez daha... Sonra yine... Yine...”

HABER MERKEZİ-AJNSBMZM

Editör: Haber Merkezi