Her gördüğüm yerde onları hayranlıkla karşılarım.

               İmrenir gıpta ederim.  Büyük saygı duyar, candan, can-ı gönülden severim.

               Bunlar, asrımızın“kahramanları, yiğitleri”dir, derim.

               Tesettürlü genç kızlarımızdan söz ediyorum!

               21.Asır da, Milenyum çağında, kapitalizmin tavan yaptığı, “din” haline geldiği, insan hayatının üretme ve tüketmeye hasredildiği, birçok dünyevi istek ve arzuların, heva ve heveslerin putlaştırıldığı, yeme, içme ve giyinmenin, süslenmenin tek amaç edildiği, Allah’ın BİR ve TEK, ama tanrıların,  tapanların ve tapınılanların çok olduğu,

               Muhafazakar sekülerliğin, laik sekülerlikle at başı gittiği, çıplaklığın ve “giyinmiş çıplaklığın” zirve yaptığı, tesettürün içinin boşaltıldığı,  lüks ve cazip elbiselerle bakışların davet edildiği, yatak odasında giyilebilecek kıyafet ve elbiselerle sokağa çıkılarak, insanların teşvik, tahrik, taciz ve azmettirildiği,

               Pahalı parfümlerle burunların tahrik edildiği, makyajların sulu badana ve boyamaya döndüğü, topuklu ayakkabılarla boy uzatılıp yürümekte zorlanıldığı, “tak tuk”ayakkabı sesleriyle ve dar elbiselerle  “teşhire” dikkat çekildiği,

               Süsü örtmek yerine, süslenerek süsün gösterildiği, süsün daha da cazip hale getirildiği, güzel görünme ve beğenilmenin yegane gaye edinildiği bir zamanda,

               Bütün bunları elinin tersiyle iterek, kınayanın kınamasından değil, sadece  Yüce Yaratıcının Yargısını esas alarak, Kur’an’ın tarif ettiği bir kıyafeti; vücut hatlarını örtüp tümüyle ortadan kaldıran,  oldukça bol, son derece sade ve cazibeden uzak giyinen genç kızlarımızı, yazın sıcağında bile örtüsünden zerre taviz vermeyen kız evlatlarımızı görünce, takdir etmemek, saygı duymamak, onlara birer “kahraman” gözüyle bakmamak mümkün mü? Bunu bu zamanda becerebilmek az bir “yiğitlik” midir?

              Hakikaten bu asırda, tesettürü tam sağlayarak, hele hele de çarşaf, bol elbise ve ona yakın kıyafetler giyebilmeyi, bendeniz büyük bir cesaret ve  “yiğitlik”olarak  görüyor, zaman zaman da çarşıda pazarda, sokakta ve cadde de gördüğüm kızlarımıza, o altın çocuklarımıza bunu ifade etmeye çalışıyor, onlara “Allah sizden razı olsun. Ben sizin yerinizde olsam bu cesareti, bu yiğitliği gösterebilir, becerebilir miydim, bilemiyorum” diyerek, bir hakkı teslim ediyor, bir gerçeği de itiraf ediyorum.

              Gerçekten bunu bu çağda becerebilmek ve başarabilmek az bir olay değildir.

              Selin önünde durmak, aksi istikametinde yürümek, rüzgara karşı direnebilmektir.

              Şeytanı bağlamak, sonuna kadar teşvik ve  tahrik edilmiş istekleri, nefsi  zincirleyebil- mektir. Çıplakların ve örtündüğünü zanneden”giyinmiş çıplakların” kahir çoğunluğu içinde, nadir olmayı becerebilmektir.

              Bu çocuklarımız, zamanımızın mücahideleri, nadir ve nadide iffet ve şeref abideleridir.

              Onlar, çağımızın Aişeleri, Fatımaları, Haticeleri, Meryemleri, Rabiaları, Nene Hatunları, Şerife bacılarıdır. Onların misyonunu devam ettiren, ülkemizin geleceğini teminat altına alan, bu vatana, millete ve kutlu davaya sahip çıkacak  erlerin, alperenlerin ve Fatihlerin  garantisi, yarının ümitleri, nesli tükenmek üzere olan ALTIN NESİLLERDİR.

              Onları nerede görürseniz saygıyla selamlayınız. Hürmet ediniz.

              Onlar bunu, yalnız  inancının gereği ve “Allah rızası” için yapıyor ve  her şeyi hak ediyor.  Elbette onları yetiştiren ana babalar da.

               Şüphesiz bütün kadınlarımız değerlidir.

               Bir ayrım, bir tefrik yapmak durumunda olamayız.

               Kimsenin kıyafetine karışmak niyetinde de değiliz. Böyle bir yetkimiz de yoktur ve olamaz da.

              Sadece bir tespit yapmalı ve bir hakkı teslim etmeliyiz. Alabildiğine açılanlarla, alabildiğine kapananlar arasında farkı görmeli, takdir etmeliyiz. Özellikle “Ben Müslümanım” deyip, tam zıddını yapanlarla, hakkını verenleri görmeli, görebilmeliyiz.                  Doğrunun, iyinin ve güzelin yanında da durmalıyız. Yüce Yaratıcının sevdiğini sevmeli, ama tüm kadınlarımıza merhamet ve şefkatle bakmalı, kıyafetinden dolayı asla incitmemeli, kırmadan ve dökmeden, sevdirerek ve nefret ettirmeyerek, “Emri bil maruf nehyi anil münker” yapmalıyız.

              Hiç şüphesiz tesettürle birlikte hayatın her alanında hakkı, adaleti, doğruluğu,  dürüstlüğü, güzeli, güzel ahlakı, iyiyi, temizi gözeterek. Tesettürü bunlardan mahrum bırakmayarak. Tesettürün içini doldurarak. İçini boşaltmayarak.

              Tesettürü hakkıyla yerine getirenlerin, gerçekten büyük bir zoru başardıklarını itiraf ederek, farkı fark ederek ve hak ettikleri yere koyarak.

              Onları görünce, “O YÜCE EMRİ” hatırlıyoruz:

               "Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar, namus ve iffetlerini korusunlar. Zinetlerini teşhir etmesinler. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından (mümin kadınlar), kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da  yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nûr, 31).