Bayram tatili boyunca bol bol kitap okuma fırsatım oldu…

Sadece tarih okudum, bilhassa da siyasi tarih…

İnsanlar neler neler yapmışlar, tarihçiler neler neler yazmışlar…

Kimse oturduğu yerden tarihe konu olmamış…

Herkes çaba göstermiş, emek sarf etmiş, bedel ödemiş…

Sonra durup düşündüm, acaba tarih bu günleri nasıl yazacak diye?

Bundan 15-20 sene sonra nasıl ele alınacak günümüzde yaşananlar?

Duble yollar, köprüler, hava limanları, hastaneler, okullar mı konu olacak tarihe?

Yoksa Rabia işaretleri, “oneminute” çıkışları, “Dünya 5’ten büyüktür” söylemleri mi hatırda kalacak?

Ergenekon’u, Paralel Yapı’yı, sıfır sorun hedefli dış politikayı, Çözüm Süreci’ni nereye koyacağız?

Gezi olayları, terör olayları ve bu tür olaylar karşısındaki tavrımızı, duruşumuzu nasıl yargılayacak tarih?

Bizler hakkında neler yazılacak, neler söylenecek örneğin?

İyi mi anılacağız yoksa kötü mü?

Beni nasıl yazacak tarih diye de düşünmedim değil…

Başlarda solcuydu sonra rotayı şaştı yazabilirler mesela…

Erdoğan sevdalısı, Toçoğlu yalakası, Cübbeli Ahmet Hoca müridi de diyebilirler…

Kimi zaman iyi yazar, kimi zaman övgü düzer, çoğu zaman söyledikleri incir çekirdeğini doldurmazdı da diyebilirler…

Bu yargıların hiçbirinde haksız da sayılmazlar…

Dönüp geriye baktığımda çok parlak bir mazi görmüyorum kendi adıma…

Hak ve hakikat namına yeterince mücadele vermemişim…

Ne övgüde, ne yergide bir ölçüm ve miyarım olmamış…

Ne kendime, ne çevreme fikri manada hiçbir katkı sunmamışım…

Öyleyse beyhude yazmış, beyhude söylemişim bugüne kadar…

İşte tarih benim hakkımda bunları yazacak…

Körü körüne iktidar savunuculuğu yaptığımı, karşılığında da “Aferin oğlum” denilenerek sırtımın sıvazlandığını yazacak…

“Ulan kendini bir yerlereyamayamadı, üç kuruş maaşla gazeteciliğe talim etti enayi” diyenler de çıkacak…

Bir kısım insan da hakkımda suizan besleyip bir taraftan yazarken, bir taraftan da küpü doldurduğumu ileri sürecek…

Ya siyasiler için, ya belediye başkanları için neler yazacak tarih?

Asfaltlar, bordürler, tretuvarlar mı tarihe geçirecek başkanları?

Yoksa kalburüstü projeleri, hayata anlam ve değer katan hizmetleri ile mi hatırlanacaklar?

Şöhret, para ve kadından oluşan Bermuda Şeytan Üçgeni’ne mi takılacak bazıları?

“Adam kayırma, çevreyi zengin etme ve servet biriktirme aracıydı bazılarının siyaseti” diye mi yazacak yoksa?

Hangi siyasiyi “Allah rızası için, ülkesi, şehri ve milleti için siyaset yaptı” diyerek tarihe kaydedeceğiz?

“Hangi bedelleri ödeyerek, hangi çabaları göstererek bir yerlere geldiler ve de görev süreleri boyunca işin ve emanetin hakkını nasıl verdiler”sorusunun yanıtı ne olacak?

 

Bayram tatili boyunca tarih kitapları okudum…

Ve uzun zamandır bir muhasebe içine soktum kendimi…

Yaşadıklarım, edindiğim tecrübeler, yapmış olduğum gözlemler, bilgi ve bulgularım, istihbarat ve duyumlarım ve de şahit olduklarım neticesinde bütün inanç ve değer sistemim çöktü diyebilirim…

Birçok insana olan inancımı ve güvenimi tamamen yitirdim…

Neticede iki yol var karşımda şimdi:

Ya hak ve hakikat namına bildiğim ne varsa yazıp tarihe dürüst ve namuslu bir yazar olarak geçeceğim…

Ya da konuştuğumda hakkı konuşamadığım, yazdığımda da hakikati dillendiremediğim için kalemi elimden düşüreceğim…

Artık benim için bir üçüncü seçenek yok!

NE OLDU, SESİNİ Mİ KISTILAR ENGİN?

Ramazan ayını ve bayramını geride bıraktık…

Bu mübarek ay boyunca köşe yazısı yazmadım…

Dedikodu ve gıybetten, eleştiri ve sitayişten uzak durayım istedim…

Yazmamamdaki tek gaye bu idi…

Her kör satıcının bir kör alıcısı vardır misali, benim okuyucu kitlesi de epey huylandı bu durumdan…

“Ne oldu sesini mi kıstılar? Yazdıkların bir yerlere rahatsızlık mı verdi” diye soranlar oldu…

Yazı yazmayışımın altında farklı nedenler aradı bazı insanlar…

Bir kere şunu söyleyeyim ki benim sesimi kimse kısmaz, öyle bir gelenek yok bu gazetede…

Yazdıklarımdan rahatsız olanlar konusuna gelince…

Evet, böyle bir kitle var, ben de hissediyorum bunu…

Ne yapalım, her zaman papaz pilav yemiyor…

Eleştiriye katlanmasını ve tahammül göstermesini öğrenecekler…

Ya da kendileri bilir…

İnsanların yazdıklarımdan rahatsız olması benim zerre kadar umurumda değil…

Eskilerin dediği gibi: Beğenmeyen ortanca kızını vermesin!

ŞABAN DİŞLİ’NİN GÖVDE GÖSTERİSİ

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli geçtiğimiz günlerde Başbakan Binali Yıldırım’ı evinde misafir etti…

Daha önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Dişli’nin misafiri olmuştu…

Devletin zirvesindeki iki isim de Dişli’nin sofrasında kahvaltı etmiş oldu böylelikle…

Gerçekten son derece mühim bir hadise bu…

Demek oluyor ki Şaban Dişli bu iki isme epey bir yakın…

Ve buradan anlıyoruz ki 2019’daki milletvekili ve belediye başkanlığı seçimlerinde Dişli’nin bıçağı kesecek…

AK Parti’nin ezelden beri rövanşişt bir siyaset anlayışına sahip olduğunu da göz önünde bulundurursak mevcut tablo epey bir değişecek…

Şayet o zamana kadar gücünü ve konumunu korursa 2019 seçimleri Şaban Dişli’nin gövde gösterisine sahne olacak…

Bu durum kimilerini sevinçten göklere çıkarıyor…

Kimileri ise “Yandı gülüm keten helva” demekten kendini alamıyor…

Gözünü sevdiğimin siyaseti böyle bir şey işte…

EN ÖNEMLİSİ ADALET

Hep söylenirdi de pek dikkat etmezdim: Gerçekten de bir ülke için enolmazsa olmaz şey adaletmiş…

Her manada, toplumun her tabakasında adalet şart…

Ülkede, şehirde, belediyede, köyde, mahallede, işyerinde, şirkette, dernekte vesairede…

Şayet yetki senin elindeyse kimseyi kayırmayacaksın arkadaş…

Kimsenin hakkına hukukuna tecavüz etmeyeceksin…

Partisine, dünya görüşüne, dini inancına bakıp da hüküm vermeyeceksin…

Kur’ani ve peygamberi yol her ne şartta olursa olsun adaletle hükmetmek ve işi ehline vermektir…

Şayet bunu yapmıyorsan vay haline!

Bu dünyada işin iş belki ama toprağın altını da aklının bir kenarına yazıver…

Bak nasıl da birer birer ölüyor çevremizdeki insanlar?

Hey gidi hemşerim hey!

SADIK HOCA’YI DA EBEDİYETE UĞURLADIK

Son zamanlarda çok sayıda insanı ebediyete uğurladık…

Tanıyayım tanımayayım, seveyim sevmeyeyim bir insanın ölümünün tesiri büyük oluyor üzerimde…

Abartmadan söylüyorum ki günlerce kendime gelemiyorum…

Dr. Sadık Canlı’nın vefatı da işte böylesi bir etki yaptı bende…

Samimi, ahlaklı, dürüst ve hakiki Müslümanlardan biriydi Sadık hoca…

Benim nazarımda eleştiri ve yorumlarının değeri paha biçilmezdi…

Beğendiği yazıları kuru bir aferinle geçiştirir, beğenmediği bir yazı olduğunda ise tabiri caizse bir güzel haşlardı beni…

Kimi zaman telefonla yapardı bunu, kimi zaman yanına çağırır ya da İsmail abinin orada çay söyleyip verirdi dersimi…

Her gördüğümde “Hocam yapalım bir röportaj” derdim de, “Beni magazin sayfalarına malzeme mi yapacaksın” diyerek reddederdi teklifimi…

Allah gani gani rahmet eylesin…

Evvel giden ahbaba selam olsun…