Neyin ‘tan’ yeri.
Elbette muhabbetin, gönülle düşünmenin.
Oradan tulû’ eden muhabbet, hayâl, rüyâ, o adını hep ‘kahve’ ile andığımız şey.
Ondan neşet eden haz. Ve hatta hüzün.
Belki zevk-i tahattur.
O, ruhun damağını, muhayyileyi, hatta gövdeyi bile kışkırtan kokusu taze kavrulmuş ‘kahve’nin.
O baştan çıkarıcı çekirdek. Dünyanın tadı. Evet, öyle bir şey!
Dil’in haritasını çıkaran haz.
Tanyeri’nin koku lügatinde sadece bir koku var: ‘Kahve’ kokusu. Dil’den ziyade Söz’e yakın.
Üç nesildir süren bir gelenek. Aslında asırlardır süren bir geleneğe Osmanlı’nın son dönemlerinde eklemlenmiş Tanyeri.
Ada’nın ‘pazar’ olmasında onun da payı var.
O eski dükkânın ve geleneğin hatıralarıyla dolu bir mekân.
Küçük bir kahve müzesi desek mübalâğa olmaz.
Orada, o dünyanın tadını içeren kahveden bir katre nûş eyleyip, yine dünyayı temâşâ etmek.
Zihni de kalbi de ayık tutan bir iksir sayesinde hayata bakmak. Kendini bilmek’e giden yolda.
Siz bakmayın esritiyor demelerine. Başka bir türlü esrime bu. Kendine-gelme gibi bir şey.
Uçan adam gibi; kendinden çıkıp asıl ‘kendi’ne varma.
***
Esnaf bir ailenin ferdi Ertan Abi. Meş’aleyi devralanlardan yani.
Dükkânın/mekânın bugünkü hâli biraz da onun eseri.
Maziye nostalji unsuru olarak değil, şimdiyi ve geleceği inşâ eden bir unsur olarak bakıyor çünkü Ertan Abi.
Bu ‘sahih’ tavrı gösterenler artık o kadar az ki!
Tanyeri, biraz attar, biraz kahve müzesi, çokça muhabbet meclisi.
Ve iki haftada bir yaptığımız ‘fikir tulûatı’nın vazgeçilmez mekânı.
Oturun küçük ahşap masalara ve ‘dünyanın tadı’na râm olun. Ve elbette ‘dünyanın ruhu’na.
Eğer roman yazmayı becerebilseydim, kahramanımı her gün buraya getirirdim.
Sait Faik’in ruhu orda; -hep aynı masada.
Ertan Abi’nin sıcak sohbetiyle, şuurlu tavrıyla ısınan mekânın poetikası yazılmalı elbet. Yeşil mürekkeple ama…