“Güzel memleketin bitkisi rabbinin izniyle (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız üründen başka bir şey çıkmaz. İşte biz şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (A’râf, 58)
Elmalılı bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Lâkin şunu da unutmamak lâzım gelir ki yağmur yağmakla her yer ale’s-seviyye semere vermez, her toprağın kuvve-i inbâtiyesi bir olmaz. Yağmur yağar ve iyi belde, toprağı iyi olan arazinin Rabbinin izniyle nebâtı iyi çıkar. Gerçi Allah’ın izni, meşiyeti ve teysîri olmayınca hiçbir şey olmaz. Fakat âdetullahta halk ile emir beyninde tenâsüb bulunduğundan hoş ve iyi olan toprağın mahsûlâtı da yağmurla bi-izni Hudâ bereketli, güzel ve kolaylıkla çıkar. Fena olanın ise çıkmaz, çıkarsa da ancak zorla, pek az ve fâidesiz bir şey çıkar, yağmurdan da istifade edilmez. Binâen‘aleyh insan arzın salâhındaki ehemmiyeti iyi takdir etmeli ve onun tıyb u hubsunda kendisinin de bir mes’ûliyeti bulunduğunu unutmamalıdır. İşte Biz şükredecek herhangi bir kavim içindir ki bu âyetleri böyle tasrif, türlü türlü suretlere kor tekrar ederiz. Ve daha edeceğiz. Yani bu beyan ve tasvir insanlar için bir darb-ı meseldir. Peygamberler, rahmet-i ilâhiyenin mübeşşir ve nâşirleri, hâmil oldukları tekâlîf ve şerâi‘ mâbihi’l-hayat olan mâ’-i sâfî ile dolu ağır bulutlar gibi Kur’an kalblerin âb-ı hayâtı, din ve marifet, ebedî bir hayat olan rahmet-i ilâhiye, mükellef ve muhatab olan insanlar da yağmurun indiği yerler gibi iki kısımdır: Topraklar gibi insanların ve insan hey’et-i ictimâ‘iyesinin de tayyibi ve habîsi; iyisi kötüsü, mü’mini kâfiri vardır. İyiler iyi düşünür, rusül-i ilâhiyeden istifade eder, âyât-ı ilâhiyeyi tefekkür ve tezekkür ile ibret alır, iman eder, hayat bulur, ni‘am-ı ilâhiyeye şükreder. Âhiret için a‘mâl-i sâliha ile semerât-ı hasene verirler. Âyât-ı tekvîniye ve teşrî‘iyede cereyan eden tasrîfât ve tasarrufât-ı ilâhiyenin, irsâl-i rusül ve inzâl-i Kur’ân’ın hikmeti de bilhassa bunların intifâ‘ ve şükrânıdır. Çorak yer gibi fena olanlar ise ni‘am ü rahmet-i ilâhiyeyi küfr ü küfran ile karşılarlar, bu intifâ‘dan mahrum kalırlar. Onların semere vermelerine izn-i ilâhî ta‘alluk etmez. Usret ve mahrûmiyet içinde felâkete yuvarlanır giderler. Nitekim kısas-ı enbiyâ ve târîh-i ümem buna şâhiddir. Bunun için burada hilkat-i Âdem’den sonra başlayan ve risâleti nev‘-i beşerde takrir ederek tedvîr-i zaman eden hükm-i istivâ tahtında emr-i risâlette halk-ı evvelin eyyâm-ı sittesi misâli üzere hârikaları mutazammın altı devir teşkil eden altı peygamberin kıssa-i risâletleriyle yedincisinde “Zaman Allah’ın yeri ve gökleri yarattığı günkü şekline dönmüştür” (Buhârî, Tefsîr, 9/8). hadîs-i şerifi mazmûnunun da delâlet ettiği üzere risâlet-i Muhammediyede tecellî eden istivâ-i risâleti takrir ve tebyin etmek üzere kasem ile buyuruluyor ki…”
Evet bu konuda bir hadisi şerifi de yazımıza ekleyip üzerine lütfen düşünelim:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)