“Vatansız vatandaşlar / Zaman haritalarında kuşlar gibi kovalananlar /
Evraksız yolcular / Kefensiz ölüler / Çağın orospularıyız biz / Her yönetici / Satar bizi / alır parasını / Saray cariyeleriyiz biz /Odadan odaya / Pençeden pençeye / Katilden krala / Puttan puta gönderiliyoruz / Her gece köpekler gibi koşuyoruz / Aden’den Tanca’ya / Tanca’dan Aden’e / Bizi kabul edecek bir kabile arıyoruz / Bize bakacak bir aile arıyoruz / Bizi örtecek bir örtü arıyoruz / Ve bir ev
...

Tutsağız / Yöneticilerimizin kararları içinde / Tutsağız / İmamlarımızın açıkladıkları dinin içinde / Tutsağız / Hüzün içinde / Hüznümüz ne kadar da iyi gelir bize / Kahvelerde kontrol ediliyoruz. / Evlerde / Annelerimizin rahimlerinde / Dolaştığımız her yerde sivil polisi bizi beklerken bulduk / Kahvemizden içer / Yatağımızda yatar / Posta kutumuzu açar / Evrakımızı karıştırır / Burnumuzdan girer / Öksürüğümüzle çıkar / Dilimiz kopuk / Başımız kopuk / Ekmeğimiz korku ve gözyaşıyla ıslak / Koruyucular koruyucusuna şikayet ettiğimizde / Yasak, denildi / Göklerin Rabbine yalvardığımızda / Yasak, denildi / Ey Allahın Rasulü, yardımcımız ol! diye yalvarsak / Dönüşü olmayan bir vize verirler / Bir kalem istesek / Son şiirimizi yazmak için / Ya da idam edilmeden önce
vasiyetimizi / Konuyu değiştirirler



Ey baskı duvarı üzerine asılı ülkem / Ey çukura yuvarlanan ateş topu / Ne Mudır’dan ne de Sekifoğulları’ndan hiçbirisi / Kan kaybından boğulan bu ülke için / Ne bir şişe kan / Ne de bevli şeriflerini verdiler / Hiçbirisi / Bu yamalı aba boyunda / Bir pardösü veya bir kasket hediye etti mi? / Ey sonbahar otları gibi kırılan ülkem / Ağaçlar gibi tutsağız yerimizde /Umutlarımızdan, anılarımızdan sürülmüşüz / Gözlerimiz kirpiklerimizden korkar / Dudaklarımız sesimizden / Yöneticilerimiz, damarlarında mavi kan akan tanrılar / Bizse cariye nesliyiz / Ne Hicaz’ın efendileri bizi tanır / Ne de bedevi çobanlar / Ne Ebu Tayyib bizi konuk eder / Ne Ebu Atahiye / Ali’ye gülümsesek / Muaviye öldürür bizi


Yorgun limanların göçebeleriyiz biz / Hiçkimse bizi istemiyor / Beyrut denizinden / Arap denizine / Ne Fatimiler ne de Karamitiler / Ne Memluklular ne de Baramikiler / Ne şeytanlar ne de melekler / Hiçkimse bizi istemiyor / Petrolün kadınlarla / Ülkelerin dolarla / Kültürün kilimlerle /
Tarihin kuruşlarla / İnsanın altınla takas edildiği şehirlerde / Halk talaş yiyor / Hiçkimse bizi istemiyor / Müteahhitlerin, spekülatörlerin, ithalatçıların / İhracatçıların / Sistemin ayakkabısını parlatanların / Resmi metoda göre aydınların / Krallara badem ve elma soyanların / Yatağına girmeden Prense en güzel kadınların listesini sunanların / Seks saraylarında görevlilerin / Soytarıların / Hünsaların / Ve dizlerine kadar kanımıza girenlerin şehirlerinde / Kimse bizi tanımıyor / Hiçkimse bizi okumuyor / Yılda milyonlarca kitabın kesildiği tuz şehirlerinde / Hiçkimse bizi okumuyor / Devlet güvenlik güçlerinin / Edebiyatın babası kesildiği şehirlerde


Hüzün gemisinin yolcularıyız biz / Komutanımız ücretli / Imamımız korsan / Fareler gibi kapana kıstırılmışlar / Ne bir liman / Ne bir han /
Ne de bir kadın bizi kabul eder / Taşıdığımız bütün pasaportları Şeytan çıkardı / Yazdığımız yazılar / Sultanın hoşuna gitmez
...

Zaman ve mekan dışı yolcularız / Paralarını kaybeden yolcularız /
Eşyalarını ve oğullarını kaybeden yolcularız / İsimlerini ve uyruklarını kaybeden yolcularız / Güvenlik duygularını kaybeden yolcularız / Ne Haşimoğulları bizi tanır ne Kahtanoğulları / Ne Rabiaoğulları bizi tanır ne Şeybanoğulları / Ne Leninoğulları bizi tanır ne Reaganoğulları.

Ey ülkem ! Her kuşun bir yuvası vardır / Sadece özgürlüğü seçen kuşlar / Ülkeleri dışında ölürler”

Büyük Arap şairi Nizar Kabbani’nin şiirlerini Ezher’de okuyan Konyalı arkadaşım Battal’dan ilk dinlediğimde sene 2000’di. Birlikte Afyon Emirdağının gündüz tozunda, gece ayazında nöbet tutuyorduk. Askerdik. Türkiye, halkından kopuk, vatandaşı hiçe sayan, kibirli ve hantal bir bürokrasinin arkasına saklanan, seçeneksizliğe güvenen beceriksiz bir koalisyon tarafından yönetiliyordu. Askerin süngüsü ve postalı arasında ne kadar mesafe varsa işte ancak o kadar mesafe vardı baskıyla, zulümle, faili meçhulle, demokratik hak ve özgürlüklerin okulda, karakolda, sokakta ayaklar altına alınmasıyla… AK Parti bırakın iktidara gelmeyi, henüz kurulmamıştı bile. Ya Tansu gelecekti yine ya da Mesut gitmeyecekti. Koalisyon bile kuramıyorlardı. Cumhurbaşkanı Sezer Başbakan Ecevit’e Anayasa fırlatmamıştı daha. Adapazarı fayında deprem bekler gibi bir kurtuluş bekliyorduk ama televizyonda kapkaç haberinden başka haber yoktu açıkçası. Ben son derece muhalif ve fakat son derece ümitliydim. Ortada Arap Baharı falan yoktu. Kaddafi Kaddafi, Saddam Saddam, Mübarek Mübarek’ti. Geceler boyu şiir okuyorduk. Şiir gerçeği söylüyordu çünkü. Felaketlerin ayak sesleri en rahat şiirden duyuluyordu çünkü.

Şiiri bir daha okuyabilirsiniz.