Adapazarı Müftülüğü’nün eskimiş ve kullanım ömrünü tamamlamış dini yayınları rutin olarak her dönem paketleyip geri dönüşüme gönderdiği bilinir...

Yine öyle yapılmış…

Müftü Cevdet Cemal Çıkrık’ın kurumda bulunmadığı bir günde yapılan rutin iş, yani paketlenip konteynerlere yüklenişi ve Adapazarı Belediyesi’nin haberdar edilişi, o güne rastlamış.

Birileri de bunu fotoğraflayıp servis yapmış, araştırmadan işin şeklini…

Haber önce ilgi çekmemiş…

Üzülmüşler, sanal medyada paylaşmışlar, “niye bu konuya kayıtsız kalınıyor” diye…

Bakmışlar olacak gibi değil, bir ihtimal daha çok yaygara koparsın diye de ulusal kanallara servis etmişler…

İşte o zaman kumpasın şekli, yönü, rengi çıkmış ortaya…

Ve kurumun sorumlusu olmaktan öte bir kusuru olmayan müftü bey açığa alınmış...

Bundan büyük üzüntü duydu ilimiz Diyanet çevresi…

İşin peşini bırakmadı, üzüntülerini dile getirdi ve hak yerini buldu...

Müftü bey başarıyla yürüttüğü işinin başına döndü, geçen hafta sonuna doğru…

Bir yanlışlığın giderilmesinden sevinç duyulacağı yerde, üzüntüye kapılıp öfkesini yenemeyenlerin başında gazeteci Sezai’nin olması, bizi şaşırtmadı…

Kumpas olsun olmasın, rutin bir işi bu hale getirmenin, üstelik müftü beyin efendilik yapıp, işin iç yüzünü yüz yüze anlatmasına rağmen böyle yayınlanması, benim yarım asra yaklaşan gazetecilik anlayışıma ters gelir…

Bazılarına da ters gelmeyebilir…

Ne diyelim, her yiğidin yoğurt yiyişe farklıdır…

Sezai, olayla ilgisi olmayan bir dizi palavralarla aklı sıra kendini savunuyor…
Suçluluk psikolojisiyle, yıllar önce şehrimizden emekliye ayrılıp giden idarecilerin arkasından atıp tutmayı meslek haline getirdi…

Oysa bilinir ki insanların arkasından konuşmak alçaklıktır, en hafif deyimiyle ahlaksızlıktır!

Şunu da hatırlatmak isterim, aşağıdaki sorulardan kaynaklanan güç duruma düştüklerinde zarar görmesinler diye söylediklerimi, zamanı gelince biri ona anlatır…

Birtakım sahte kahramanlıkları dile getirip bize sorular sormuş…

Sorularının cevabını sona saklayıp, şu sorulara isterim önce o cevap versin…

1-Basın kartlarınız neden iptal edildi? Niçin gazetecilik yapmanız sakıncalı bulundu?

2-Gazetenizin resmi ilan alma hakkı neden kaldırıldı?

3-Gazetenizi hangi saik ile kolay ulaşılır bir yerden ulaşımı zor bir yere taşıdınız apar topar?

4-Kim ve niçin “bu yeri derhal terk edin” dedi?

5- Gazeteciler Cemiyeti binasını kimden aldın? “Bu binayı almayalım, başımız ağrır” diyen üyelerine rağmen neden dinlemeyip aldın?

6-İlan hakkını ve basın kartlarını geri almak için kimlerin kapısını aşındırdın, kimlerden aman diledin?

7-Kimler, buna niçin ve ne karşılığında alet oldu?

8- Muhalif duruşu atıp bir kenara, sözüm ona dik duruştan virgüle dönüp yayın politikanı seri şekilde değiştirme kıvırganlığını nasıl ve neyle izah edeceksin?

Sen bunları düşünedur…

Ben, merak ettiğin konuları dile getireyim…

Diyorsun ki “Bu şehirde herkes herkesi bilir.”
Son defa yazdığın tek doğru cümle bu…

O zaman bırak çırpınma boş yere, hakkında kararı bilenler versin…

Ben eğer yazdığın gibi oğlu FETÖ’cülükten içerde bir müftü için gözyaşı döktüysem, o gözler kurusun…

Sen de böyle iddialı isen gel ahitleşelim…

Nasıl olur! Bazı ailevi nedenlerle meslek hayatı tehlikeye gireceği düşünülen ve emeklilik önerilen bir müftü için gözyaşı dökülsün...  
O günün şartlarında müftü adına yapılan iyiliği, babası olsa dahi yapamazdı…

Sen bunları bilmene rağmen, utanmıyor musun yalan yazarken!

Ayrılışından üzüntü duyduğum ve ailece görüştüğüm bir emniyet müdürünün veda gününde duygulanmamdan söz ediyorsan eğer, haklısın ve doğrudur...

İnsan değer verdiği bir dostundan ayrılırken zil takıp oynayacak değil ya!

Duygulanmak normal değil mi, bunda ne var da diline dolayıp, ısıtıp ısıtıp servis ediyorsun, eski defterleri karıştırarak iflas etmiş Yahudi tüccar gibi…

Böyle durumlarda duygulanmak, hüzünlenmek ve dahi öyle olsun gözyaşı dökmek erdemli, vefalı insanların işi…

Senin gibi yüreği nasırlaşmış, toplumun her kesimi ile kavgalı olup, aşağılık duygusundan kurtulmak isteyenlerin işi olamaz tabii ki!

Sıra geldi 15 Temmuz gecesine…

Merak ettiğin için yazıyorum…

Eş-dost düğünlerinden ayrılıp geldiğim Çark’tan sonra tankların çıkışını engellemek için kışla kapılarının önüne konan iş makinelerinin üzerine çıkanlar arasındaydım, sabahın ilk ışıklarına kadar…

Senin gibi evinin yakınındaki valiliğin önünde, darbe girişimini avuç ovuşturarak izleyip, kurşun yiyen aslanları seyretmedim, doğru!

Ama daha önemli bir iş yaptığıma inanıyorum, o kapıda nöbet tutarak…

Bırak bu ustaca zırvalamaları, kimseyi inandıramazsın darbe sever olmadığına ve FETÖ ilişkilerine…

Kriptodan söz ediyorsun, onlar gizli ama çıkacak meydana…

Sen ise aleni FETÖ seversin!

Bunu ben değil, ilişkilerin ortaya koyuyor.

Ben ve derneğimiz, Demokrasi Meydanı’nda haykırırken darbecilere laneti ve isyanı, asıl sen nerelerdeydin!

Hangi köşe bucakta darbe severliğin yüklediği günahını saklamaya çalışıyordun, onu söyle!

Evet…

Bak Sezai…

Zeki Aydıntepe üzerinden prim yapma utanmazlığından vazgeç…

Dilinden düşüremediğin “avcının silahını” tak arkana…

Ağzına yakışan çirkefliği, çürük sakız misali çiğne dur!
Defol git dünyamdan, 
görünme gözüme!

Daha fazla zarar getirme, adam isen özüne!