Değerli okuyucular,
Geçen ayki yazımızda güzel Ege’mize yaptığımız geziden notlar aktarmıştık.
Güneşin bitkisi İNCİR ‘den, İncirliova’dan bahsetmiştik.
Bereketli topraklardan taa Çin’e kadar ulaşan serüveninden, incirin çeşitlerinden, ticari değerinden bilgiler sunmuştuk.
ANTEP – URFA – MARAŞ...
Bu kez yolumuz güneye düştü. Bir mesleki toplantı ve ilişiğindeki sosyal program ile gezimiz süslendi.
Ekim’in ilk haftası.
Güneşli bir Türkiye sabahı. Işık doğudan geliyor.
Sabiha Gökçen’den sabah erkenden havalanan uçağımız saat yedi civarında Gaziantep havaaalanına inmek üzere süzülmeye başladı.
Sabahın ilk ışıkları yeryüzüne yeni vurmaktaydı. Açık renkli ve değişik bir pastel yeşili renk tüm zemini kapatmakta, ufuk çizgisine kadar yayılmaktaydı.
Daha yaklaşınca yeşil noktalar halinde ağaçcıkların bezediği tarla silüetleri gözükmeye başladı.
Ortalarda bir yerde kanaviçe gibi duran havaalanı inişimizi beklemekteydi.
BOZKIRIN BEREKETE DÖNÜŞTÜĞÜ SAHALAR...
Havaaalanına iniyoruz. Güzel ortam, kibar insanlar, temiz hava ve az sonra bozkır gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Belli ki havaalanı – şehir yolu yer yer ayrı bakım isteyen peyzaj bitkileri ile doldurulmuş. Bakımlıydılar da. Arazi ise boz renkte ve kır, kıraç. İçinde tane tane ve eşit aralıklı fıstık ağaçları ile dolu.
Toprağın zamanla bayırlardan akıp oluşturduğu küçük düzlük cepleri küçük bahçecilik örnekleri ile dolu. Hakim sebze: Biber.
Seyrek bahçeciklerin dışındaki sahalar ise otun bile bitmediği (yetişmediği) kıraç topraklar halinde uzanıyor ama her yer fıstık ağaçları ile doldurulmuş .Yer gök FISTIK...
Fıstık ekiminde Gaziantep’in Urfa’nın gerisinde kaldığını öğrendik. Üstelik Urfa fıstık ihracatı ile de bir adım öndeymiş. Yaşa Urfa, Şanlıurfa.
OKALİPTUSLARIN SEVİNCİ...
Şehrin içinde ise bakım desteği görmüş bitkiler, ağaçlar çok canlılar. Budanmış bir ağaçta yıllık sürgün bir iki metre, fidanda 40-60 cm normal iken Antep’deki okaliptuslerin yıllık sürgünlerinin beş altı metreye ulaştığını hayretle gördük. Anlaşılan ayaklarında su, tepelerinde bol güneş bulan okaliptusler bayram yapıyor, gökyüzünün derinliklerine yelken açıyorlardı.
ANTEP DENİNCE...
Aslında Gaziantep tabii ki. Hakkıyla. Şehri gezince kahramanlar diyarında olduğunuzu hissediyorsunuz. Destansı Antep savunmasının bazı mekanlarının korunmuş, tarihe geçen şahsiyetleri ve hatıraları anıtlaştırılmış.
Bir çok yönüyle yurtseverlik havasını soluyorsunuz, caddelerde yürürken.
Sahi neden biz de Sakarya Kuvayı Milliye liderlerinin hatıralarına hürmeten birer parkımıza, caddemize anıtlar koymuyoruz ki!...
BİR İHTİYAÇ...
Gaziantep’de gördüğümüz bir olgu da TAZİYE EVLERİ idi. Urfa’da da varmış.
İlgili aileler taziyeleri burada kabul ediyorlar.
Bir düşünün yakınınız, dostunuz geçen yıllar içinde bir, iki belki üç defa adres değiştiriyor. Şehir gelişmiş, trafik değişmiş, hep değişiyor ve siz kendisini evinde ziyaret etmek istiyorsunuz. Ayrıca zaman ve mekanlar kısıtlı.
İşte tam bu noktada, Yerel İdareler insiyatif kullanıyorlar. Taziyeye gidecekler ile muhataplarını taziye evlerinde buluşturuyorlar.
Bu evler merkezi ve ulaşımı kolay yerlerde konumlandırılıyor. Mimarı yapıları ad ve anlamlarına uygun şekilde. Darısı Adapazarı, Erenler ve Serdivan’ın başına.
DAHA NELER GÖRDÜK...
İtiraf edelim, çok şeyler gördük, çok değişik şeyler yedik. Çok fazla konuştuk.
Belki taşkın sorular sorduk.
Rahat cevaplar aldık.
Gaziantep’lilerde özgüven yüklü, kararlı, güven teşkil eden cevaplar bulduk.
Lokantalarda yerel yemekler, kebaptan sulu yemeklere, lahmacundan tatlılara kadar özenle hazırlanmış, sunumları özgün ürünler gördük.
Bazı caddeler vardı ki her üç dört dükkandan biri baklavacı olmasın.
Bir durup bakınca dört tarafınızın tatlıcı olduğunu görüyorsunuz. Rüya gibi. Hepsi de dolu. İnsanlar tatlı yemede sanki yarışıyorlar.
Marka ismi tanıdık gelen bir baklavacıya giriyor, kurumsallığı dükkan düzeyinde hissediyorsunuz. Tatlılar arası seçimde kesinlikle zorlanıyorsunuz. Tatlı’yı yedşkten sonra ise tercihinizdeki isabetden dolayı kendinizi kutluyorsunuz.
İtiraf etmeliyiz ki biz yaşadık: Başka yerde kolay kolay tatlı yemeyeceğinize dair kendinize söz veriyorsunuz.
DAHA NELER FARK ETTİK...
Antep’teki yoğun faaliyet olan tatlıcılıkta neler fark ettik?
Üstün kalite’yi fark ettik.
Satışta kalite önemliydi. Kalitede satış değil.
Kalitede başarı bir gurur unsuru.
Satışta başarı diye bir kaygı yok. Mal kendini sattırıyor.
Antep’de baklavacılık çoktan il sınırlarını aşmış. Şimdilerde milli sınırları da geçiyor. Yunanistan ve diğer Avrupa ülkerine, Ortadoğu ülkelerine kanat açmış uçuyor. Bu yeni misyonu kuşananları kutlamak gerek.
DÜNDEN BUGÜNE ANTEP’TE BİR KONU...
Yukarıdaki gelişmeyi gurur verici bulabilirsiniz. Ayrıca baklava satış ve sunum yerlerinde kapıdaki teşrifatçıdan komisine, başustaya kadar tüm hizmet elemanlarında bir GURUR’u hissediyorsunuz.
Kibirden gayet ince bir çizgi ile ayrılmış bir gurur. Öyle ki: “ Bizden bu kadar”, “Bu iş böyle yapılır” gibi bir mesajı alıyorsunuz.
Bu görüşümüz taşkın gelebilir ama abartımız yoktur. Belki önyargılıyızdır. Zira şöyle bir öykü dinlemiştik Antep’li bir dostumuzdan:
Bir baklavacı belli sayıda tepsi baklava yapar, satışa sunarmış. Saat 15:00 civarında baklavaları bitirir, dükkanı kapatırmış. Dinlenmeye çekilirmiş.
Gün içindeki satış sunum sırasında dükkanda müşteriler arasında gezinir onları izlermiş. Müşterilerinin baklava yeme tarzını gözlemlermiş. Eğer baklava dilimleri tabaktaki düz hali ile yani kuru üst kabuk üst damağa gelecek şekilde düzgünce ağıza götürülüyorsa müşteriye müdahale edermiş:
“Kalkınız, çıkınız dükkandan!” dermiş.
“Siz baklava yemeği bilmiyorsunuz.Benim baklavamı yiyemezsiniz!” der, dükkandan adeta kovarmış.
Zira baklava dilimi ağıza götürülürken dilimin ters çevrilmesi lazımmış ki şerbetli alt yufkalar üst damağa gelsin, dilimin kuru üst yaprakları dilimize gelmeliymiş. Yoksa baklavanın kuru üst yufkası ağız tavanına, damağımıza yapışır, tadını alamazmışız.
Biz denedik. Usta sonuna kadar haklı.
Önerilen usulu size de salık veririz. Siz de ustaya hak veresiniz.
USTALARA SELAM...
Baklava ustaları saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar.
Onlar ki sabah olmadan erkencikten imalata giriyorlar. Hepimiz uykudayken.
Bize Orhan Veli’nin bir şiirini hatırlatıyorlar.
“İşim gücüm budur benim.
Gökyüzünü boyarım her sabah
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki
MAVİ...”
1940-50’lerin şairi Orhan Veli böyle başlamış şiirine.
2012’lerin baklava ustaları şiir yazsalardı, herhalde şöyle başlarlardı:
“Özüm sözüm budur benim.
Gökyüzünü açarım her sabah
İpince yufkalarla
Hepiniz uykudayken.
Kalkar bakarsınız ki
SARI...”
Antep’e doyamadık, gözümüz gönlümüz oralarda kaldı.
Yolcu yolunda gerek, Urfa’ya geçtik...
Bir dahaki yazıda gezimizin bu bölümünden ayrıntılar vereceğiz.
Kalın sağlıcakla...