* ‘Yolculuk’u okuyorum, Baudelaire geliyor aklıma. Necip Fazıl’ın ikiyüzlü kardeşi Baudelaire. Onu Necip Fazıl kadar anlayan bir şair var mıdır?
* ‘Gurbet’ Üstat’ın en sık kullandığı kelimelerden. ‘Gurbet burcu’nda bir şair çünkü o.
* ‘Yalnızlık bir fenerse/ Ben de içindeki mum/Onu, billûr bir kâse/Gibi doldurur nurum’ diyor ‘Yalnızlık’ şiirinde Necip Fazıl. O fanusun içine nasıl girsin pervâne?
* Irakyakın bir menzil; ‘Bir gemi demir aldı’. Hiç kelimesi olmayan bir şiir gibi…
* ‘Perde perde verâlar, ışık başka, nur başka’ diyor Üstat; ‘ışığı kendine perde’, çünkü karanlık ‘Tanrı zâtının nuru’. ‘Visal’dir, ‘sen bakışı bırak, zaten burası bakış yeri değil…’ Ey ‘ölümü yaşayan şair’, kırıldı ‘hâtıra küpü’, şimdi ‘merhaba’ deme vakti.
* ‘Has ekmekten dilimler’; ‘ey ölüm, herkesin ekmeği…’ Ve Necip Fazıl ile Octavio Paz buluşur o eski bahçelerde…
* ‘Benim annem vesvese’ diyor Şair ‘Ukde’ şiirinde; ‘Vesvese’ Şiir’in de annesi değil miydi? Çile’den olma, Vesevese’den doğma bir Şiir.
* ‘Gönülde asıl perde/ Onu hangi göz deler/Surat maske altında/Sis altında beldeler/ Perdeler, hep perdeler’ Şiir söylemek, yıkmak mı perdeyi?
* ‘Geçen Dakikalarım’ şiirinde Üstat şöyle diyor: ‘Siz benim yüzümsünüz/ Eğilip suya baksam/Görünür mü yüzünüz’ ‘Zaman’ın sırı hâlâ duruyor olmalı ki üzerimizde/ biz bakınca görünen aynalardı’ diyor Hilmi Yavuz da.
* Zaman nedir diye sorma Şair; bilmez misin ki ‘Zamanı ancak Tanrı yaşar.’
* ‘Bir gün anlaşılır şiir/ Çoğu gitti, azı kaldı/ Ekmek gibi azizleşir/ Çoğu gitti, azı kaldı’ ‘Ekmek gibi aziz bir şiirin’ peşinde koştu daima Necip Fazıl. Öpüp başına koymak için Dil’in fecir vaktinde, ‘sonsuzluğun civar vakti’nde…
* ‘Varlığın çobanı’ kavalını istiyor hayattan…
* ‘Gelemem, aynalar yolumu kesti’ diyen bir şairin yolculuğu Dil’den Söz’e doğrudur.
* ‘İki yıldız arası göğe asılı hamak’ta yazar şiirini Necip Fazıl. Varlıkla yokluk arasına kurulmuş o asma köprüde.
* Necip Fazıl ‘Aynadaki Hayaline’ sesleniyor: ‘Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm.’ Üstat kimin kalbinden sürgün?
* Necip Fazıl’da tasavvuf: ‘Kâinatı süzen bir mercek miyim?’ mısraını Gâlib Dede’nin ‘Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/ Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen’ beytiyle beraber okumak…
* ‘Ebed bestecisi bir çark ve bir yay’ diyor Üstat ‘Saat’ şiirinde. Kafası bir arı kovanı gibi ‘zaman’ fikriyle dolu. Ve bu fikrin oğlu ‘ölüm’den başka bir şey değil…
* ‘Seni dağladılar, değil mi kalbim’ diyenin kalbidir dağların kabul etmediği emaneti yüklenen! Şiirse bu emanetin süsüdür. Hangi hırkayla örtmeli şairi, hangi iplikle dikmeli ruhundaki söküğü?
* ‘Bir deli kafacık’tır şair; ‘suyu, ekmeği belâ…’
* ‘Sanki yaşamaya güvenim kadar/Büyük bir şey çaldı benden o rüya…’ Rüya gibi mısralar; öyle kırık, öyle garip, öyle ince…
* Necip Fazıl’ın kanaatimce en tüyler ürperten, en ‘güzel’ şiirlerinden biri ‘Bu Yağmur’ şiiri. Bütünüyle alıntılıyorum: ‘Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince/ Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur/ Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince/ Aynalar yüzümü tanımaz olur// Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik/ Tenimde acısız yatan bir bıçak/Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik/ Dayandıkça çisil çisil yağacak// Bu yağmur, delilik vehminden üstün/Karanlık, kovulmaz düşüncelerden/ Cinlerin beynimde yaptığı düğün/ Sulardan, seslerden ve gecelerden…’ Rilke de ‘Benimse üzerimde çatı yok/ Ve yağmur gözlerimin ta içine yağıyor’ diyordu. Delilik manifestosudur hiç şüphesiz ‘Bu Yağmur’ şiiri…
* Ey şair, ruhunu çırılçıplak soyup çarmıha geren şey neyin azabı? Dil’in Golgotha’sına hangi kral yolundan yürüdün? Ve hangi zehirli çiçeği taç yaptın o ölümsüz başına?
* ‘Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim’ diyor Üstat; ama nereden? Karanlığın gözbebeklerinden mi?
* Necip Fazıl ‘titiz bir örümcek’ gibi örer şiirini ışığın duvarına…
* ‘Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde’ diyen bir şair ‘yangın kavminden’ değil midir? * ‘Yokluğun ısırdığı’ şair Necip Fazıl, kelimeleri bâkir olarak iade ediyor lügate…
* ‘Gözlerinde bir derin hiçin aksi’ olan annenin arzusudur Necip Fazıl’ın şairliğine sebep.
* Necip Fazıl’ın ‘Bahçedeki İhtiyar’ı ile Yahya Kemal’in ‘Kanlıca’nın ihtiyarları’ nasıl da benziyor birbirlerine… Hepsi bir bir geçen sonbaharları hatırlıyorlar ve silinen bir hâtıra hepsi…
* Kızıl, siyah, yeşil perdeler… Bâd-ı sabânın uçurduğu perdeler… Gözler, ruha çevrilmiş gözler, loş odalarda değilseler nerdeler?
* ‘Tavan’a dikmiş gözlerini ağacı görmeye uğraşıyor Şair; titrek mumlar, silik hatıralar, gölgeler, gölgeler, gölgeler…
* Akşama-doğru olan şairlerin şeceresinden Necip Fazıl da, şöyle diyor: ‘Gün çekildi demin/ Doğdu bir renk akşamı/ Bu, bütün günlerimin/ İçime denk akşamı.’ Çocukken Hâşim’in şiirlerinden yoğun akşamlar çalmış olmalı Üstat!
* Necip Fazıl da rüzgâr kanatlı atlıların candan aşinası Nâzım Hikmet gibi…
* ‘Uykunun gölünde başın yüzüyor/ Dalgalandırmadan o durgun suyu’ diyor ‘Ninni’ şiirinde Üstat. Sanki Dağlarca’nın Çocuk ve Allah’ını okuyorum Necip Fazıl’ın bazı şiirlerini okurken. Yoksa bana mı öyle geliyor!