Değerli okuyucular,
Sakarya’mızın çevresinde nispeten hafif geçen kış bitiyor, bahar geliyor.
Eskiler iklimin evvel zamanda daha sert geçtiğini söylerler. Giderek soğukların azaldığını, mevsimlerin karıştığını ifade ederler. Eski kışlarda Mart o kadar soğuk olurmuş ki insanlar dışarı çıkamazlarmış. “Mart kapıdan baktırır” deyişi oradan kalma gibi ama bu yıl pek öyle olmadı. Hatta kapılar hep açıktı...
HABERCİ ERİK ÇİÇEKLERİ...
Daha çok yabani erik çiçekleri olmak üzere, bademler, bazı kır çiçekleri, baharın habercisi olarak tomurcuklarını şişirdiler. Son günlerde çoğu patlayıverdi. Dallarda hafif rüzgarda salınıma geçen beyaz çiçek salkımları, çeşitleme sergileyen gelin taçları gibi görünümler sunar oldular.
Soğuklar geri gelirse çiçekler, donar düşerler diye korkulur. Sevenleri tarafından “Aldanmasalar bari!” diye içinde dua olan dileklerle anılırlar erkenci çiçekler.
ŞİMDİ ISIRGAN ZAMANI...
Baharın müjdecisi çiçeklerle beraber ısırganlar da tarla, bahçe kenarlarında boy göstermeye başladılar.
Açık yeşil renkte ve körpe sürgünleri toplanıp mahir ellerde hazırlanarak sofralara renk katmaya başladı. Pazaryerinde köylü pazarına ürün gelmekte.
EKŞİ KINA DENEDİNİZ Mİ?
Daha çok mera sahalarında yetişir. Meraklıları toplar. Bazen köylü pazarında da göze çarpar. Yaprakları mat yeşil ve ıspanaktan farkı, yaprak ve saplarının yere adeta yapışık seyir göstermesidir. Saplarının birleştiği kısım kına rengi tonlarındadır.
Pirinçli veya sade olarak ıspanak gibi hazırlanır. Damakta bıraktığı lezzet eşsiz ve kendine hastır. Biz denedik, size de denemenizi tavsiye ederiz.
Benzeri bir yemek otu da LABADA’dır. Biraz daha geç çıkar ortalığa.
BİR ANEKTOD...
1970’li yıllardı. Ülkemiz ve Sakarya’da tarımsal üretimin mekanizasyonu daha gelişmemişti. Üretim azdı. Bir de sel ve kuraklık eklenince sofralar biraz etkilenirdi.
Yine bir Haziran’dı. GÜN DÖNÜMÜ YAĞIŞLARI olmuş ve Sakarya-Akyazı ovasını sel basmıştı. Su drenaj kanalları tahliyeye yetmiyordu. Tarlalarda buğdaylar yatmış ziyan olmuş mısırlar da durakalan sel suyunda çürümüş. Yeniden ekim gerekmişti. Günlük sebzeler hepten yok olmuştu. Ambar ve kilerlerdeki yedekleri tüketiyorduk.
Rahmetli dedem derdi ki: “ - Yine de sabredelim. Soframız boş değil”, devam ederdi: “ - Biz Novipazar’dan gelirken yiyeceklerimiz kısıtlıydı. 1920’lerde kafile olarak yola koyulmuştuk. Öküz ve manda arabaları ile geliyorduk. Genç, yaşlı, çocuk, kadınlar yola koyulduk. Bir tarafta kötü yol koşulları, bir tarafta açlık, bir taraftan da baskın yeme korkusu vardı.”
“- Unumuz kısıtlıydı. Bulamaç gibi yapar, pişirir, çorba olarak içerdik. Unu idareli kullanmak için neler yapmazdık ki. Yoların kenarlarında ormanlarda gördüğümüz genç meşe dallarının son yıl sürgünlerini keserdik. Çakı, bıçak ile dalların kabuk kısmını yeşil yerlerini küçük parçalar halinde koparırdık. Yolda veya mola yerlerinde çulların üzerine serer kuruturduk. Bu kurumuş parçaları öğüterek yanımızdaki una katardık ki unumuz çabuk bitmesin. “
Savaş çok kötü bir olay. Elimizdeki imkanların ve barış ortamının değerini bilmek lazım...
BİLMEK LAZIM...
Günümüzde gıda işleme, saklama teknikleri gelişti. Teknoloji gelişti. Kurutma, tuzlama, konserve etme teknikleri ile gıdalar uzun süre saklanabilir.
Fransa’da 1810’larda başlayan konservecilik, bizde ancak 100 sene sonra 1912’de İstanbul’da başladı. Artan nüfusu beslemek, bunun için gıda planlaması yapmak, artık stratejik bir hal aldı. Dünya’da artan gıda fiyatlarının gidişatı düşündürücü değil mi?
Ülkemizde yıllık yapılan konserve kutu sayısı 100 milyonu biraz aşmakta. İyi bir aşama olmakla beraber gıdanın petrol gibi değerli olacağı gelecek yıllar için daha da geliştirilmesi gereken bir sektör gibi görünüyor GIDA.
Yokluk zamanlarında stoklanabilir gıdalar ihmal edilmeyecek şeylerdir.
Diğer taraftan zamanı az, çalışan insanlar için hazır yemektir.
Ayrıca savaşlar ve afet zamanları için de bir beslenme sigortasıdır.
Zamanı olanlar için gıdayı kurutmak, konserve etmek yöntemleri ev ekonomisine katkı yönünden önemlidir. Bu noktada işi bilmek lazım gözüküyor. Bilgi kaynakları ise çok:
- Konu ile ilgili kitaplar
- Meslek kursları
- İnternet
- Tecrübeli yakın çevre insanları.
Zira bilmezseniz yapamazsınız. Çekinmeden sormak, araştırmak, öğrenmek lazım.
Akla Karacaoğlan’ın bir dizesi geliyor:
Bilirsin ki bilmezsin
Bir bilene sormazsın
Bilirsen ki sorarsan
Bilirler ki bilmezsin...
BAHAR YORGUNLUĞU...
Değişikliğin değişikliği... Bir nevi algılama-tepki fenomeni. Tabii ki insana özgü. İnsan fizyolojisini etkileyen bir durum. Halsizlik, yorgunluk, bazen tansiyon yüksekliği, kan şekeri düzensizliği. Eklem ağrıları ve bir dizi belli belirsiz şikayet.
Uzmanlar mevsim sebzelerini salata ve yemek tarzında tüketmemizi öneriyor. Haftada bir iki kez et, balık birkaç kez kuru baklagil, her gün bir kase yoğurt ve yarım avuç fındık ya da 3-4 ceviz diye ekliyorlar. Ayrıca günde 1,5 lite su içilmeliymiş.
Sağlıklar yerinde olunca her şey daha anlamlıdır. Kış da, yaz da, bahar da.
Bir şarkının sözleri gibi:
........
Bahar geldi gül açıldı
Ruhuma neşe saçıldı
Mavi gözlü, sarışın kız
Gel gidelim Ada’ya biz.
Dizedeki anlam, sağlık varsa güzeldir.
İYİ DE...
Sağlık dolu, özgürlük dolu, özgüven dolu, yaşam sevinci dolu yaşamak, yaşatmak için de belirli bedeller ödemeye hazır olmalıyız.
Bu konuda rahmetli Sakıp Ağa’nın sözleri kulaklarımda çınlıyor:
“- ÇALIŞMAK, ÇALIŞMAK, ÇALIŞMAK...”
Bir sonraki yazıda buluşmak üzere, kalın sağlıcakla...