İnsanlar arası görev dağılımının en önemli meselesi “adalet ve liyakattir.” Kuranı Kerimde insanın beşer yönü anlatıldığı kadar, ruh verilmesi de anlatılır. Fakat esas olan adalet ve liyakati ifade eden “Hilafet” kavramının içeriğini bilmek ve uygulamaktır. Yeryüzünün halifesi olmak “En Güzel Amel” ile sorumlu olduğumuzu bilmektir.

Peygamberler tarihi adalet ve liyakatin merhametle harmanlandığı ve kolaylık prensibiyle şahlandığı örneklerle doludur. Mesela Hz. Musa peygamberin “Emin ve Kavi” olması kadar, Yusuf peygamberin ise “Hafiz ve Âlim” olması da bizlere sunulan en güzel örneklerdendir.

Peygamberimizin namaz için imam tayinin de dahi adaletli liyakat örneğini görmekteyiz. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Cemaata Kur’an’ı en iyi bilen ve okuyanları imam olsun. Kur’an bilgisinde eşit iseler, sünneti en iyi bilen; eğer sünnet bilgisinde de denk olurlarsa, önce hicret etmiş olan; hicret etmekte de aynı iseler, yaşca en büyükleri imam olsun. Hâkim ve yetkili olduğu yerde kişiye, izni olmadıkça bir başkası imam olmaya kalkmasın. Hiç kimse, başkasının evinde, izni olmadıkça ev sahibinin özel yerine oturmasın.” 

Diğer bir rivayetinde, “yaşca en büyük olan” yerine “ilk evvel müslüman olan” kaydı bulunmaktadır. Yine bir rivâyette  “Cemaata, Allah’ın kitabını en iyi bilen ve kıraatta en ileri gelen imam olsun. Eğer okuyuşları aynı ise, önce hicret eden imam olsun. Eğer hicrette de aynı iseler, yaşça en büyükleri imam olsun” buyurulmuştur.

Diyanette yapılan ankette adalet duygusunun oranı maalesef çok düşük çıkmıştır. Ankette en çok dile getirilen husus şudur. : “Atamalarda ve personel alımı için yapılan sınavlarda şeffaf ve tarafsız olunduğu ve adaletin sağlandığı açık bir şekilde ortaya konulmalı”. Diyanet'in, 585'i merkezde olmak üzere toplam 3 bin 273 personeli üzerinde yaptığı ankette, özellikle merkezde görevli personelin kurumun adalet duygusuna olan inancı sadece yüzde 15 çıktı.

“Dindar Gençlik” söylemiyle siyaset yapan iktidardan en çok beklenen husus adalettir. Maalesef dini eğitim ve akademik unvanı olmasına rağmen üst makamlarda adaletin yaygınlaştığını pek göremiyoruz. Mesela dine inanmak ve din eğitimi almak bizi adaletli ve liyakate saygılı yapıyor mu? İslam’ı hassasiyeti ve eğitimi olmayan bir akademisyen Prof. Hoca hasta olduğu için bir derse giremez ve Doktora öğrencisine rica eder ve dersin işlenmesinin akabinde ise öğrencisine ders ücretini verir. Öğrenci almak istemese de hoca ısrar eder ve dersi sen verdin bu para senin hakkındır der.

Din eğitimi dalında bir akademisyen fakültede ki hoca odasında ders arası çay içmek için küçük bir tüp ve çaydanlık bulundurur. Hak olmasın diye odasında elektrikli çaydanlık kullanmamaktadır.

Mesela din görevlileri resmi bayramlarda görev yaparsa mesai olarak ek ücret almaktadır. Peki, hem bayram tatili kullanıp hem ücret almak uygun mudur? Helal ve temiz kazanç adalet ve liyakatten geçmektedir.

Peygamberimiz, “Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” Demesine rağmen görev isteyince durum şöyle gelişir.

Ebû Zer (radıyallâhu anh) Allah Resûlünden bir vazifeye tâyinini talep etmişti. Efendimiz buyurdular ki: “Ey Ebû Zer! Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için arzu ettiğim bir şeyi senin için de ister, severim. İdarecilik bir emanettir. Kıyamet günü hüsran ve pişmanlık yaşatır. Bu ağır mesûliyeti üstlenen, ancak üzerine düşeni hakkıyla eda eden insan olmalıdır.

Eskiden muhafazakâr ve dindarlar idareciliğe talep kâr değildiler şimdi ise birbirlerini ezercesine yarışmaktadırlar. Özellikle belediyeler halkın dâhil olduğu yerler olunca buralarda liyakatli ve adaletli olmayan atamalar maalesef halkı canından bezdirmektedir. “ “Hizmet aşkıyla yoğrulmamış her türlü resmî görev / amiriyet ve memuriyet bir nevi maaş dilenciliğidir.” Denilmiştir.

Peygamberimiz aleyhisselam, “Mala ve mevkie düşkün bir adamın dînine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.”

Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’ın anlattığı şu hâdise çok mânidardır: Amcamın oğullarından ikisiyle Allâh Rasûlü’nün huzûruna girmiştim. Onlardan biri: "Yâ Rasûlallâh! İdâresini Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği vazîfelerden birine bizi âmir tayin et!” dedi. Öteki de benzeri bir şey söyledi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Vallâhi biz, tâlip olanı veya vazîfe hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz!”

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Abdurrahmân bin Semüre -radıyallâhu anh-’a şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Abdurrahmân! Emîrliğe tâlip olma! Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen tâlibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım görürsün.”

Yine peygamberimiz buyurdu ki, “Siz memuriyet alma husûsunda pek istekli davranacaksınız. Hâlbuki (elde etmek için) çırpındığınız o vazîfe, kıyâmet gününde bir pişmanlık sebebi olacaktır.”

Ülkemizde ki siyasi partilerin birçoğunun isminde “Adalet” kelimesi bulunmaktadır. Buna rağmen adalet sadece bakanlık veya adalet saraylarının kapısında yazmaktadır. Bu adalet ve liyakat meselesi dindar ve din dışı bir mesele olmaktan çok, ülkemizin siyasi ve eğitim rejiminin olumsuzluklarından kaynaklanmaktadır. Şahıs olarak iyilerimiz ve adaletlilerimiz olmakla beraber, kurumsal olarak adalet ve liyakat uygulamalarımız maalesef yeterli değildir.

Namaz, kendi içinde ve dışında adaleti temin etmeli ve bizi munkerden alıkoymalıdır. Unutmayın ki ibadetler bir bütündür. Adalet ise önce sahih bir tevhid inancıyla başlar. Liyakat ise salih amele dâhildir. İhsan ise adalet ve liyakatimiz Rabbimizin gördüğünü unutmamaktadır.