Kalıcı olanı şiirle kurmaya çalışan bir şair mi yoksa şiir vasıtasıyla felsefe yapmaya çalışan bir filozof mu? Heidegger olsaydı nasıl tanımlardı Cibran’ı? Ya da Rodin’in rahle-i tedrisinden geçmiş olmak bakımından aynı yazgıyı paylaştığı Rilke ne derdi onun için?
‘Ben ne bir sanatçı, ne de bir şairim. Ben bir sisim; her şeyi örten, ancak hiçbir zaman bir araya getirmeyen bir sis.’ cümleleriyle tanımlayan Cibran, eserlerinde 20. asrın hem felsefe hem de şiir geleneğine eklemlenebilecek bir yapıyla çıkıyor karşımıza. Deyiş yerindeyse kavramın ve imgenin sınırlarını ihlâl ediyor, zorluyor bazen de keskinleştiriyor. Sonsuz bir metnin kıyısında dolaştırıyor okuru Cibran; insanın evrensel yazgısının türküsünü çağırıyor. Buda’dan, İncil’den, Kur’an’dan, Tevrat’tan, kadim metinlerden, Nietzsche’den, Blake’ten esintilerle dolduruyor ruhumuzu. Sanki bir ırmak usulca akıp gidiyor.
Her ne kadar hayatının büyük bir kısmını doğduğu topraklardan uzakta, yani sürgünde geçirdiyse de şiir ya da aforizma, ne dersek diyelim, metinlerinde şarkın o derûnî ve yakıcı nefesini rahatlıkla hissedebiliyoruz Cibran’ın. Denizden çöle esen rüzgârın ferahlığı bu. Sırlarla dolu ve yer yer içinde uğultuyu da barındıran bir fısıltı. Hayatın çöle dönen yüzüne karşı köpüğü, kumu ve rüzgârı sırtlanmış kelimelerin tesellisi. Denilebilir ki Cibran dil’i yurt tutmuştur artık. Sürgünlük onda şiir olarak sürgün vermiştir. Değil mi ki insanın ilk macerasıdır sürgünlük.
Mevlânâ, Tagore, Hesse, Cibran… Bu isimlerin ortak özelliği insana kaybetmiş olduğu hakikati fısıldayarak imâ etmeleri değil miydi? Yitik cenneti arayış değil miydi bu onları geçtiğimiz asırda bütün dünyada kült haline getiren? Sadece ‘Gözyaşlarımızın en kutsalı akmaya göz aramazlar.’ ya da ‘Kalemlerini kalbimize batırırlar ve esin aldıklarını söylerler size.’ aforizmaları bile insanlığın geçtiğimiz yüzyıldaki trajedisi için can yakıcı bir imâ barındırmaz mı?
Bana bütün bunları Şark’ın bilge şairi Halil Cibran’ın geçtiğimiz günlerde Cahit Koytak’ın o nefis ve incelikli çevirisiyle Kapı Yayınları tarafından tekrar yayımlanan Kum ve Köpük isimli kitabı hatırlattı. Lirik fragmanlarla, şiirlerle ve yer yer düşüncenin lirizmi tanımlaması yaptırabilecek metinlerle dolu Kum ve Köpük. Kitapta kumdan ve köpükten bir barınak inşa ediyor Cibran; -her daim yıkılan ve yeniden yapılan. O barınakta bir rüyâ üretimi var; -gerçeğin rüyâsı. Yeryüzünde şairce konaklayanlardan biri olan Cibran hayatın ve insanın hemen her hâline ilişkin değinilerde bulunuyor. Hakikatin peçesini aralıyor, hem doğunun hem batının çöllerinde dolaştırıyor okuru. Ve elbette insan ruhunun dehlizlerinde.
Her şeyin baş döndürücü bir hızla değiştiği ya da bir çöle döndüğü zamanlarda Cibran okumak ruha iyi gelebilir. Çünkü Cibran değişmeyen öze davet eder insanı. Teselli ya da hatıra zevki vaat ederek. Bir ağacın meyveye duruşu ile bir kavramın içerdiği düşüncenin eda haline gelişine aynı anda şahit olursunuz onda. Dil ve doğa da birlikte yer alır onun metinlerinde. Hem dilin hem doğanın toprağına basar ve orada bırakırsınız negatif enerjinizi. Berrak bir suya bakar, sonra suyun felsefesini yaparsınız. Her şeyin bir olağanüstlülük taşıdığı manâsına mı gelir bu? Cibran bunu mu imâ eder? Belki. Ama gerçek olan şu ki Şark’ın hikmeti lirik biçimde sunma geleneğinin süzülmüş, rafine olmuş, damıtılmış bir örneğidir onun yazdıkları. Kadim duyarlığa, ki bu duyarlık Şark’tan evrensele doğru açılır, modern bir anlatım dili bulmuştur Cibran. Modern insanın neye ihtiyacı olduğunun farkındadır çünkü.
İşte Kum ve Köpük’ten birkaç esinti: ‘Yalnızca kovalandığınız zaman en yüksek hızınıza ulaşabilirsiniz.’ O yüzden kalbinden sürgün olduğu yere, yeni bir kalp hediye ederek döndü Cibran. ‘Belki de bir deniz kabuğunun deniz dediği şey, incidir.’ Belki de Cibran’ın inci dediği şey, şiirdir. ‘Tanık ve noter olarak sözlüğün huzurunda, neşve, acı ve merak arasında yapılan bir sözleşmedir, Şiir.’ Cibran o yüzden bâkir olarak iade eder kelimeleri lügate. ‘İçimi senin bildiklerinle dolduracak olsaydım, yer kalır mıydı orada benim bilmediklerime?’ İşte kendini ‘bilen’ bir bilge: Cibran. ‘Bir gezginim ben, bir denizci, her gün kendi içinde yeni bir yöre, yeni bir ada, yeni bir kıta keşfeden.’ Kendini tanı, kendini bil, kendin ol diyen bir keşiş, derviş ya da çırak Cibran. ‘Yalnızca, içlerinde esrar olanlar bizim de yüreklerimize indirebilirler varlığın sırlarını.’ Cibran, varoluşun karanlığını mı aydınlatmak istiyor? ‘Sanat doğadan ebediyete doğru atılan bir adımdır.’ Can hümâsının kanatlarında sonsuza doğru bir yoldadır O; Cibran!
Koltuğumun altında Kum ve Köpük, yalınayak yürüyorum kızgın kumların üzerinde ve hissediyorum hakikatin köpüğünü… Bir yaz ikindisinin dinginliği bu.