Unutulmaz Bir 12 Eylül Vakası:

Ankara’dan Sümerbank Teftiş Kurulu’ndaki görevimden ayrılmış ve 1978 başında Sakarya’ya gelerek Sakarya Devlet mühendislik ve mimarlık Akademisi’nde (S.D.M.M.A.) Üretim Yönetimi asistanı olarak çalışmaya başlamıştım. Asistanlığa başlar başlamaz, hoca sıkıntısı yüzünden, Hem Düzce Meslek Yüksekokulu’nda hem de hemen Akademi’de derslere girmeye başlamıştık. Bir taraftan dersleri yürütüyor, diğer taraftan da İstanbul’da devam ettiğimiz Doktora derslerine devam ediyorduk. İdari olarak hocalarımızın bize verdikleri görevlerin sayısı da belli değildi. Tabii bu, bizi oldukça yoruyordu. O günlerin yorgunluğu hoş bir yorgunluktu.

Sakarya’da S.D.M.M.A.’da Cumartesi ve Pazar günleri de eğitim-öğretim devam ediyor, biz yeni asistanlar İstanbul’daki doktora programımıza ancak cumartesi Pazar günü işe geldiğimi için izinli sayılarak devam edebiliyorduk.

Bir odayı çok sayıda asistan ortak olarak kullanıyorduk. Hatta sonradan yapılan ek binanın bir odasında 6 masa vardı. Orta kısımda bir de kömür sobası…

Bilgisayar olmadığı için herkesin masasında bir daktilo makinesi ve bunların çıkardığı uğultu içinde görev…

1980 yılının ortalarında biri çalışma odaları, diğeri derslik olmak üzere iki uzun baraka inşa edildi. Bazı arkadaşlarımız buradaki 2 metrekarelik odalara yerleştiler. Sadece küçük bir masa ve iki sandalye ile sınırla mekânlar… Kitap koyacak dolap bile yok. Cam pencereleri, perde yerine beyaz kağıtla kapamıştık.

Söz konusu odaların birinde çalışan bir arkadaşımız uzun süreli bir yerlere gitti. Ben de ‘rahat çalışayım’ diye kimseye haber vermeden gidip o odayı işgal ettim. Daktilo makinemi de oraya taşıdım. O günlerde rahmetli Ercüment Özkan’ın daveti ve ricası üzerine İKTİBAS dergisine tercümeler yapmaya başladım. Her hafta, yabancı basından derleyip tercüme ettiğim yazıları burada daktiloya çekiyor ve mektupla kendisine gönderiyordum. Tatlı bir meşgale idi. O günlerde dünyanın çok değişik yerlerinden dergilere abone oldum. Yoğun bir tercüme faaliyetine giriştim. O günlerin çekilen sıkıntılarının nimetini çok gördüm ve hâlâ da görüyorum.

Derken 12 Eylül 1980 Darbesi gerçekleşti. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül dâhil çok sayıda arkadaşımız ve esnaftan insanlar gözaltına alındı.

Darbenin ertesi günlerinde okullar açılıp, öğretim faaliyeti devam ederken, bahsettiğim küçük çalışma ofisimde bir yazı tercüme ediyorum. Daktilo makineme taktığım yazının başlığı o günlerin konjonktürüne aykırı ve tehlikeli…

Bir ara kapım çalındı.
- Buyurun, dedim seslice…
Kapı açıldı ve biri sivil biri subay iki kişi, elleriyle işaret ederek:
- Siz buyurun, diye dışarıya beni davet etti.

Kapıya çıktım. Meğer tüm barakalar asker tarafından sarılmış, tüm arkadaşlar odalarından çıkarılmış ve odaları didik dikik aranıyor. Benim aranacak bir şemim yok, ama tedirginim.

Sıra benim odamın aranmasına geldi. Önde bir subay, arkasında ben odama girdik. Subay, odama girer girmez, tam karşıdaki kalorifer peteği üzerinde bulunan birkaç tane kitaba uzandı. Bir hafta önce hemşerim bir Astsubay beni arayıp bir ricada bulunmuştu. ‘Atatürk’ün İktisadi Görüşleri İle İlgili Bir Makale’ hazırlayacakmış. Kaynak kitap rica etmişti. Ben de biraz önce belirttiğim kitapları temin ettim, ama o henüz almamıştı.

Kitapları şöyle bir gözden geçirdikten sonra, birini eline alan subay:
- Bunlar ne? Dedi.
Ben de:
- Efendim, ben iktisatçıyım. Önümüzdeki günlerde “Atatürk’ün İktisadi Görüşleri İle İlgili Bir Makale” yazacağım, onların kaynakları… Daha gelecek olanlar da var.
Subay öyle mutlu oldu ki:
- Oooo, çok güzel. Kolay gelsin! Deyip çıktı.

Sonradan öğrendim ki her girilen odada ilk önce Atatürk Posteri aranmış. Allahtan herkesin odasında vardı. İlginçtir, benim yeni işgal ettiğim o odada Atatürk Posteri henüz konmamıştı.

Eğer o kitaplar bulunmasa ve benim Atatürk posterimin olmadığı da görülseydi, her halde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Askeriye’nin Sakarya Taşkısığı birliğinde bir süre ben de dinlenecektim.

Hey gidi günler hey…