Adapazarı, siz Sakarya da diyebilirsiniz, büyük bir şehir değildir. Bu gidişle de biraz zor büyüyecektir.
İkide bir, “Ayna ayna, söyle bana, benden güzeli var mı bu dünyada?” diye yandaş yazarlarına sorarsan, “Ohhoooo, acayip gelişti Adapazarı!”
Nedense sadece belediyelerle arası iyi olmak zorunda olanlar damardan ve derinden fark ediyor bu şehirdeki gelişmeleri.
Ve nedense bu şehirdeki gelişmeler hep siyasi gelişmeler. “Ulusalcı muhalefeti yine nasıl morarttık ama!” çığlıklarıyla kutlanan gelişmeler.
Sanırsın Silivri Dağdibi’ni geçince şirin bir kasabamız ve tıpkı Hitler’in Austwich yahudi toplama kampları gibi ilerleyen yıllarda turizm üzerinden büyük rant sağlayacak Adapazarı’na.
Ne içiyorsunuz? diye soracağım ama ne Köfteci Mustafa’nın ne de Köfteci İsmail’in şırası bu kadar kafa yapar. Siyasetin kaymağını, eğer elinde ekmek varsa sürebilirsin gözüm. “Ayranın yok içmeye” tam da bu durumlarda söylenir. “Nene gerek gümüşlü zurna, sen bir garip çingenesin” denir. Sosyal, kültürel, ekonomik alt-üst yapıları, ileri bir mimariye göre inşa edilememiş “kondu”larda siyasi zafer muhabbetleri çayın yanına çerez olur ancak.
Biz domuzuna mı gözümüzü kapatıyoruz peki, iddia ettiğiniz gelişmelere? Nerede o gelişme diye soruyoruz sadece. Yılın en çok satan kitapları arasında Adapazarlı yazarların kitapları mı var? Sanayide ilk 500’de 50 şirket Adapazarı’ndan mı? TÜBİTAK – SAÜ işbirliğiyle CERN’e bilim adamları ve öğrenciler mi gidiyor? Sakaryaspor, Süper Lig’de her sene olduğu gibi yine şampiyonluğa mı oynuyor? Uzunçarşı’nın naylon çatısı sökülerek tarihi binalar ortaya çıkarıldı, sadece Uzunçarşı Alışveriş Festivali’ne her yıl 300 bin ziyaretçi mi geliyor? Her kabinede mutlaka bir bakan Sakaryalı mı oluyor? Gelişmişlik sıralamasında Sakarya ilk 10’a mı giriyor? Eğitimde mi başarı rekorları kırıyor Sakarya? Şehircilikte mi, kültürde mi, sanatta mı?
Şemsiyeli Park için bu kadar sevinen bir kent büyük şehir olamaz. Atatürk Parkı’nın adının Şemsiyeli Park olarak değiştirilmesinin ideolojik kavgasının yapıldığı bir şehir, şehir bile olamaz. Şehir olmuş bir şehrin futbol takımı da amatör kümeye doğru yuvarlanmaz tepetaklak. O takımın amigosuna da Başbakanın talimatıyla büfe falan verilmez Büyükşehir tarafından. Dünyaca ünlü yazarı Sait Faik’in heykelinin bulunduğu parkın açılışına 22 sene evvel Ünal Ozan’la kol kola gidip, o park mezbelelik haline geldiği halde şimdiki belediye başkanından fahri doktora cübbesi giydirilme töreninde çiçek alan yazarların yaşadığı bir şehirde aydın yoktur. Aydını olmayan, aydın sanılanların gözü kararmış bir şehir büyük şehir olamaz.
Bir şehirde büyükşehir belediyesi olması o şehri büyük yapmaz. Kendinizi kandırmayın. Kim belediye başkanı olacak diye de kendinizi üzmeyin. Ne fark eder ayrıca? Ha kel Hasan, ha Hasan kel. Zeki Toçoğlu’nun yerine Ali İnci gelse ne fark edecek? İdris Naim Şahin gelse, trafiği mi çözecek, Sakaryaspor’u mu kurtaracak? Aziz Duran’ın, taaa 1994’te, Beşköprü Turizm Merkezi Projesi’ni benim yazdığım ama herkesin balıklama sahiplendiği Refah’tan ilk adaylığından kalma projelerini Zeki Toçoğlu’nun kendi projesi gibi sunmasına hayır mı dediniz? Eeeee? Yenikent şehirden kopmuş, orada yeni bir kent oluşmamış, sen oraya düzenli ve yeterli ZT plakalı otobüslerden sefer bile koyamamışsın.
Üniversiten var ama Allahlık Ali Bey konseptinde. Yönetim zaafı içinde. Kadro zaafı içinde. Eski dostların ezilirken kurduğu ittifak çözülmüş, kardeşlerin birbirini yeme arenasına dönmüş. Dilimizde tüy bitti, İletişim Fakültesi açılsın diye. Hay dilimizi eşşek arısı soksaymış. İletişim Fakültesi açılmış, dekanı da var, dekanın odası yok. Şimdi dekanın odası varsa, bölümün sınıfı yoktur. Olsa ne fark eder? Dekan basına beyanat veriyor: “Buradaki öğrenciler her sene mutlaka Adapazarı’yla ilgili ödev yapacaklar.” Alkıııışşş. Mecburi iletişim modeli. Yeni bu. İleri demokrasilerde üniversiteler işte böyle olmalı. Çok güzel bir iletişim modeli gerçekten. Bu mantığa göre, Harvard’da sadece Boston hatta Cambridge mahallesi hakkında, Sorbonne’da da yalnız Paris hakkında akademik araştırmalar ve çalışmalar yapılmalıdır. Hey Allahım Ya Rabbim. Siz hiç bu kadar komik bir şey duydunuz mu? Sanki Adapazarı iletişim konusu kaynıyor. Ayrıca senin işin konu polisliği yapmak mıdır? İletişim dekanı iletişimin ne olduğunu bilmiyor. Bu durumda, Üniversite – Sanayi - Büyükşehir işbirliğinin Serdivan’ın eski mezbaha yolundaki cafelerden ibaret olması kaçınılmaz tabii.
Hadi iletişimciler, benden size bir kıyak. İşte size bedavadan ödev konusu: Ulusal TV kanalllarında yayınlanan Ana Haber kuşaklarında geçtiğimiz yıl kaç kere yer almış Adapazarı? Neyle? Ben bir tanesini söyleyeyim, diğerlerini siz derleyip toparlayın. Hırsız, ama nitelikli, cesaretli, uzman olanından. Bankaya girdi. İçerdekileri dışarı çıkardı tek tek. Bankayı soydu. Bir de güzelcene kilitledi bankayı. Hem de içerden. Bu eğlenceli olanı, öbürleri içinde bir tane olumlu olanı var mı, araştırın bakalım.
Alt kadrolarını zaten hesaba katmıyorum da, kafa, tepe, üst yönetimden, dünyada ne olup bittiği hakkında beş dakika bir yere bakmadan konuşup özetleyecek kaç kişi çıkar Adapazarı’nda.
Okumazlar. Bilmezler. Hep küçük kavgalar, küçük, siyasetler. Dostlukları da küçüktür, saygıları da, sevgileri de. Azıcık üstlerine git, “Şerefsiz”i yapıştırırlar. Dünyaya, en fazla Serdivan tepesi yüksekliğinden bakanlardan Everest’ten bakanların uzak görüşünü beklemiyoruz elbette ama gururları da oturdukları tepelerle mütenasip olsun istiyoruz.
Kendinizi kandırmayın. Başbakanın eteğinin altında siyaset yapmak, yaşadığınız şehri büyükşehir yapmaya yetmez. Muhalefetin de sizden farkının olmadığı ortada. Yumurta tavuk, tavuk yumurta. Ulusalcı gazetecilere kızar köpürür, rahatlarsınız. Şehir çürüyor ama. Bunun hesabını da er ya da geç sizden soracak bu şehir. İti öldürene sürütürler çünkü. Buralar hep bizim, hep de bizim kalacak diye böbürlenenler, bunu da bir düşünsünler derim. Cenaze sizin. Yok yok, tabuttaki sizsiniz.