Yıllar var ki, kar, bekletir bekletir yağmaz oldu İstanbul'a... Yağsa da çarçabuk eriyip tükeniyor, hızla ezilip çiğneniyor ayaklar altında, yollarda, kaldırımlarda...

Şehir büyük, şehir geniş, şehir sıcak...

Kimbilir kar yere inemeden, insanın bir ayrılık vakti boğazında düğümlenen önemli sözler gibi, gökyüzünde kalakalıyor belki de.

Kar yerde beyazdır.

Kaldır kafanı bak kar yağarken, siyah, gri lekeler göreceksin. Ne ki senin göz hizana iner kar, o zaman beyazlaşır, yerde biriktikçe beyazlığı da çoğalır, sanki yere değdikçe temizlenir, aklanır.

Kar, sanırım insanların dualarına benzer.

Ne kadar göz hizasında, ne kadar gönül seviyesinde, ne kadar insana yakın, o kadar temiz, o kadar ak pak.

"İnsan Allah'a hediye veremez" dedi Şeyh Efendi.

"Allah'a hediye vermek isteyen kuluna versin."

Kar, gökyüzünden bir armağan insana.

Kıtlığı, insanın insana hediye vermez oluşundan.

İnsanın insana düşman oluşundan.

İnsanın kardan mutluluk duymaz oluşundan.

Adapazarı'nın da Bulvar'daki ağaçları bembeyaz kaplayan yoğun karları yok ne zamandır.

Eskişehir'den elimde bir öğrenci bavuluyla Arifiye'de trenden iner, camları ıslak, buğulu bir dolmuşla Adapazarı'na gelirdim. Doğru Yenicami'ye, kahveye, Selahaddin Ağabey'i görmeye. Son otobüsü bile bile kaçır, Donatım'dan, Ağır Bakım yolundan tren yolu boyunca kar altında yürüyerek Mithatpaşa İstasyonu'na, kıvrıl, okulu, Çark Suyu üstünden köprüden geç, Sarı Durak, bir kısa yokuş ve ev.

Evin önünde, oraya nasıl küçümencik dikildiğini hatırladığın güzel çamın altında küçük kuşlar...

Karda şemsiye ile dolaşmak hem icadım hem adetim. Serhat Demirel Yeni Sakarya'da yazmaya başladı geçen Çarşamba. Bu hafta kar hakkında yazmış, bunu hatırlatan satırlar yazmış. Serhat'ın yazıları güzel de yazı günü fena. Az kalsın kar hakkında yazdırmayacaktı. Öyle doldurmuş karla, beyazla, kapatmış bir güzel. İyi yazı okur için iyidir, yazı günü perşembe olan köşe komşusu yazar için değil!

Vagonun Lojmanlarından Sarı Durağa o munis yokuştan aşağı Eczacı Engin Gündoğar'la kahkahalar atarak kızakla kaydığımız bir gece hatırlıyorum ben de. Selim Gündüzalp, dergide kim varsa takmış peşine, çarşıdan yürüyüp gelmişler. Yürüyüp gidecekler yine gülüşüp eğlenerek fakat Allah'ın rahmetini tefekkür ederek, on onbeş delikanlı. Demek bir zamanlar neşeli çocuklarmışız.

Uzun zaman oldu, o devir vaktim bol, işim yazarak memleketi kurtarmak, ne memleketi, dünyayı, karda şemsiye ile yürüyüp kar senfonisi dinlemeyi başarabildiğim günler, düşündüm düşündüm ne eksik diye, nedir şu Müslümanın açmazı, şu Doğu'nun derdi, şu Türkiye'nin sıkıntısı, çözemediği, aşamadığı?

"Neşe yok" dedim. "Neşe"

Bunu dememin üzerinden yirmi seneden çok geçmiş, para gelmiş, pul gelmiş, güç gelmiş, iktidar gelmiş, neşe gelmemiş.

Yalıtımsız, çift camsız, kalorifersiz, klimasız evlerin, uğultulu, lambaların soluk aydınlığı mahzun sokaklarında daha mı çok neşe vardı, ben mi çarpıtıyorum, ben mi sobanın üzerindeki portakal kabuklarını, ıhlamur demliklerini olduğundan iyi hatırlıyorum bilmem. O zamanlar daha mı çok neşe vardı? Bilmem. Bildiğim bugün o kadar da neşemiz kalmadığı.

Nuri Pakdil, "Ne mutlu Müslümanım" diyor. Alkışlıyorlar. Ben utanıyorum bundan. Daha delikanlı olsam kıyameti koparırdım. Demek ki ben de neşesiz ve şevksizim. Müslüman başkasını hadi doğrudan diyeyim batılı reddederek kendisini yani doğruyu belirlemez, belirtmez, belirtemez. Bu neşesizliktir işte, gençliksizliktir, yakışıksızdır. Müslüman, "Lâ ilâhe illallah, Muhammed Rasulullah" der ve neşeyle yürür gider yoluna, sağına soluna bakmaz.

Eskisi kadar yılbaşı neşesi de yok. Ne dükkanlarda eski aydınlık ne sokaklarda ne evlerde eski ışıklar. Benim üzüleceğim şey, Noel Baba'nın rating kaybetmesi değil, o başka bir kültürün problemi. Yine de sorayım. Yahu sizin "Geyikli Baba"nız yok mu? Sizin çocuklarınıza bir kahraman, bir neşe borcunuz yok mu? Sizin dininiz göklerde midir? İşiniz hep ahiretle midir? Emin misiniz? Peki niçin bu kadar neşesizsiniz? Ben çocuktum Keloğlan yalınayak başı kabaktı, hâlâ öyledir. Hepimiz Keloğlan'ız. Ve çocuklarımızın kahramanı yok, dünyaya bir kahraman hediye edememişiz. Ne Nasreddin ne Dede Korkut. Noel Baba düşmanlığı sana yılbaşı ışıklarını yaktırmama gücü verir vermesine fakat en kıdemli aydının ağzından "Ne mutlu Müslümanım diyene" demek zilletinden kurtarmaz.

Benim üzüleceğim şey, benim dünyamın da gitgide kararması, soğuması, evim, sokağım doğalgazla cayır cayır ısınırken aslında çatır çatır soğuması, insan şehre, tabiata, insan insana buz keserken dünyanın cehennem gibi ısınması, bir gafletin, bir hasedin, bir yozluğun, bir cehaletin fokur fokur kaynaması, artık karın yağmaması, yağamadan erimesi.

Ey kendini yerdeki vazifesini yapmadan gökteki krallığa layık gören Müslüman! Kendini kandırıp durma! Sen ahiretin kurulmasından sorumlu değilsin. Sen dünyanın neşesinden sorumlusun. Sen gökte değilsin. Sen yerdesin. İşin burayla senin, kendinle. Nerede kar, nerede gülen çocukların, nerede neşen?

Kar yerde beyazdır.