Çeyrek asrı aşkın zamandır hutbe okurum. İster resmi, ister şahsi olsun her kandilde okuduğum hutbeye özen gösterdiğimi sanırım. Üzülerek ifade deyim ki bir futbol maçının galibiyeti kadar sevinç sağladığımı söylemem abartılı olur. Belki de hep bildik cümleler ve üslup sebebiyle sözlerimiz kalıcı ve kararlı olamamıştır. Merakım o ki bizi heyecanlandıracak sözler, ayet ve hadisler değilse neler olabilir acaba efendiler?
Bu hutbeyi kaleme alan ben değil de, siz olsaydınız ne yazar ve ne dinlemek isterdiniz. Nasıl bir peygamber tasavvuru oluştururdunuz. Postta oturan bir resul mü? Yâda sadece bir din görevli gibi camiyle sınırlı bir resul mü? Veya batıl sistemleri ve düzenleri değiştirmek isteyen bir resul mü? Sahi nasıl bir resul olsun istersiniz? Veya başka bir hayalde ki resul mü anlatırdınız.
Evet, bu resul bizim gönderdiğimiz olsaydı, ona istediğimiz görevi ve tarifi emanet edebilirdik. Fakat bu resulü biz değil, Allah gönderdiğine göre, resulünün vazife ve salahiyetini o belirler. Bu takdirde kandilde anlatılması geren resul, ferdi ve toplumsal değişimi sağlayan, gerektiğinde kalemi ve silahı öğütleyen, dünya Müslümanlarını bir ve beraber görmek isteyen, her müslümanım diyene vazife ve sorumluk veren resul olmalıydı.
Biz hep resulü anlattık, ama ona anlatacak yüz akı ameller ve hizmetler üretemedik. Verdiği görevleri savsakladık, onu bazen oruca, bazen seccadeye kurban ettik de, yeryüzü mesciddir sözünü ilke edinip, kulluğun önünde ki manileri kaldıramadık. Ya küfrün ya da nifakın esiri olduk.
Onun sevgi sözcüklerini okuduk, dinledik ama seven bir kalp oluşturup onu baş tacı edemedik. Hep birbirimizi kandırırcasına ameli olamayan dua ve dileklerle “senede bir gün” ona misafir olduk.
Gelin aldatmacaya son verelim. Dünya dertler, İslam âlemi ise kan revan içindeyken resul böylemi hatırlanır bana söyleyin lütfen. Konuşmayı kazanç sandık fakat ne anlımız terledi, nede elimiz ve ayağımız nasır bağladı. Biz daha öz nefsimize dahi resulü sevdirip itaat ettiremedik değil mi a dostlar.
O dinleyen bir kulaktı, bizse konuşan dil olduk. O ümmetim ümmetim derken, biz işittik ve uyguladık ya resul diyemedik. Evet, biz kandillerde birbirimiz kandırdık. İlahi ve vaazlarla görevimizi yaptık sandık. Sabaha iş taşıyamadık. Hâlbuki geceler geleceğin ana karnıdır. Gündüzün sütanalarıdır. İhlâsın beşiği, ihsanın adresleridir.
İşte bir kandil daha geldi, ne değişti ve ne değişecek dünyamız da ve vatanımızda. Bir tane olsun içki dükkânımı kapandı mı, bir banka iflas mı etti, kumar mı azaldı, kıtal mi son buldu mu, camiler iki saf cemaate mi kavuştu, iktisadi denge olan kardeşlik ve bölüşüm mü arttı, mültecilerin göz yaşı mı sindi, Kur’an kurslarında kayıt patlaması mı oldu, dizilerin reytingi mi düştü? Söyleyin Allah aşkına ne değişti veya ne değişecek bu kandilde?
Kandil böyle mübarek olmaz arkadaş, kandil islamla, farzla, sünnetle ve din dava ve derdiyle mübarek olur. Varsa böyle derdiniz mübarek olsun gayretiniz ve gayeniz vesselam.
“O gün, zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!
Yazık bana! Keşke falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!
Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder.
Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kuran’ı büsbütün terk ettiler”. (Furkan suresi, 27-30)