"Bizim sevmediğimiz bir kimse yoktur. Belki gönlümüze serin gelenler vardır." Mustafa Kutlu'nun Mavi Kuş kitabında böyle söylüyor, bir karakter. Aslında her şey "insanı sevmekle" başlıyor.

İletişim kurmanın çok zor olduğu bir dönemde yaşıyoruz. İnsanların birbirinden siyasi görüşleri, yaşam biçimleri, huyları, alışkanlıkları hülasa dünya görüşleri ile ayrıştığı bir dönemde. Oysa aynı geminin yolcusu olarak  anlamak ve anlaşılmak ihtiyacı içindeyiz. Kendimizi anlatabildiğimiz kadar zengin, başkalarını anlayabildiğimiz kadar rahat ediyorsak eğer bunun için uğraşmaya da değer.

İletişim becerilerinin teorik bir anlatımla düzeleceğini düşünmüyorum elbette. Ama tecrübe ile birlikte edindiğim izlenimleri anlatmanın faydalı olacağını umuyorum.

İletişim konusunda Sadi Şirazi'nin muhteşem bir sözü vardır. Bana göre tam ölçü de budur. Uygulayabilirseniz her halükarda siz kazanırsınız. Söz şöyle: "İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. İnsanlara çok yaklaşma YANARSIN. İnsanlardan çok uzaklaşma DONARSIN." Günümüzde samimiyeti, laubalilik olarak algılayan insanların varlığını gördükçe bu sözün doğruluğuna ve gücüne olan inancımın arttığını söyleyebilirim. İnsan ilişkilerinin kırılgan yapısı, şartların değişkenliği, ruh hallerinin ve karakter yapılarının çeşitliliği fazla yaklaştığınız her insandan darbe alacağınızı doğrular niteliktedir.

Eskiler, "Bazı sözler, kavgada bile söylenmez." derler. Yılların yorgunluğu, tecrübelerin ağırlığı, zamanın kısalığı, hayatın zorluğu  altında ezilen İNSAN, güzel sözler duymayı hak etmez mi sizce de? Güzel sözler, güzel olaylara gebedir. Size bunu gelin-kayınvalide hikayesi ile anlatabilirim. Aynı evde yaşayan gelin ve kayınvalide birbirlerini hiç sevmezlermiş. Her fırsatta iğneli sözler kullanıp karşıdakini incitirlermiş. Gitgide bu çekişme, büyük bir nefrete dönüşmüş. Canına tak eden gelin, komşuya kayınvalidesini anlatırken ağlayarak: "Dayanamıyorum, canıma kıyacağım." deyivermiş. Komşu sakin bir şekilde: "Bu durumdan kurtulmanın bir yolu daha var." demiş. Gelinin pürdikkat bakışları altında devam ederek:" Bende zehir var. Yemeğe biraz koydun mu asla anlaşılmaz ve zamanla yiyeni öldürür. Kimse de anlayamaz." deyip  küçük şişeyi gelinin eline sıkıştırmış. Hikaye bu ya, gelin, eve gidip yaptığı her yemeğe bir damla atarak kayınvalidesine vermiş. Ancak öyle vicdan azabı duyuyormuş ki kayınvalidenin iğneli her sözüne karşılık iltifat etmeye başlamış. Kayınvalide de güzel sözlerle yumuşamaya başlamış. Hatta gelinini methediyormuş, herkese. Gelin, güzel sözler altında ezilip büzülerek bin pişman olmuş. Koşarak ve ağlayarak komşuya koşmuş. "Çabuk panzehiri ver. Kayınvalidemi çok seviyorum ben." Komşu gülmüş. "Zaten zehir değil, şerbetti o. Hadi git evine. Bir daha da üzmeyin birbirinizi." demiş.

Güzel sözler, insanda güzel duygular uyandırır. Hediyeleşmek, empati kurmak, insandaki güzeli görmek, insandaki güzeli övmek, tebessüm etmek, iltifat etmek bir erdem değilse nedir? Komşunun hakkı, insanın ruhu, iletişimin dili vardır.Victor Hugo şöyle der: "Bir çocuğa yalan söyleme, demeyin. Doğruyu söyle, deyin. Birincisinde suçlamış, ikincisinde ise yol göstermiş olursunuz." İnsanı hakaret ederek değil, ruhuna giden dili kullanarak kazanabilirsiniz. Ve kazandığınız şey, aslında sizin insanlığınızdır.

Konfüçyüs bu konuda söylemek istediğim her şeyi üç cümlede toplar:

İnsanları geçimsiz yapan sevgisizliktir.

Birbirine düşman eden iletişimsizliktir.

Güzellikten yana ne varsa yok eden ilgisizliktir.