Hastalık sağlığın zıddıdır. Tıbbi olarak dâhiliye ve hariciye diye sınıflandırıldığı hepimizin malumudur. Bu konunun tarif ve sınırları ehlince bilinmeli ve onlardan öğrenilmelidir.
Peki, benim size arz edeceğim “iç hastalık” nedir derseniz, kısaca açıklamaya çalışayım. Bazılarımız var ki hastalığının da farkında değildir. Sebebi onun düşündüğü sadece “bedenle” sınırlı bir yaşam olduğudur. Bedenin hastalıkları, diğer hastalıkların yanında hafif kalır.
Kur’an’ı okuyan bir insan ikinci surenin (Bakara) onuncu ayetinde bu meselenin anlatıldığını okuyacaktır. Şöyle ki; “Kalplerinde bir maraz vardır onların. Allah da marazlarını artırdı. Yalan söylemekte oldukları için de onlara acıklı bir azab vardır” Burada ki maraz/hastalık inanca ait olan bir hastalıktır. İnandığını sanan, inancının sorumluluğunu taşımayan, yaşamayan, İnanç konusunda Allah ve müminleri kandırma hilelerine başvuran, sözü doğru olsa da fiili zıttı ve yanlış olan, ifsadı sulh sanan, söyleminin sonucunu ve hakikatini bilmeyen, kendini akıllı diğerlerini sefih/beyinsiz gören, mümine imandan konuşan ve savunan, batıl ehline yakınlık gösteren, ehli imanla alay eden, ticareti batıl olan, dalaleti üstün tutan ve değer veren ve hidayette asla olmadığına Allahın şahit olduğu ve bize tanıttığı kişiliksiz “bir kısım insanlardır”.
Tıbbın Nebevi öncelikle bu hastalıkların tedavisi için gelmiştir. Rabbiyle ilişkisinde hasta, ailesiyle ilişkisinde hasta, ticaretinde, siyasetinde, memuriyetinde, patronluğunda velhasıl kadını erkeği birçok konuda hasta insanımız vardır. Bunlar sosyal güvenlikle tedavi olması mümkün değildir. Her günah ve hata bir hastalık belirtisi değil midir? Trafiği hasta insanlarımız tıkamakta, ticareti hasta insanlarımız bozmakta, siyaseti hasta insanlarımız nefret ettirmekte, adaleti yalan kanun ve şahitler yok etmekte velhasıl Allahın istikametinden her sapışımız bir hastalıktır.
Son bir hastalıkla örnek için lütfen şu ayeti okunuz. “Ey Peygamber kadınları, siz diğer kadınlardan biri değilsiniz. Eğer Allahtan korkuyorsanız (size yabancı olan erkelere yumuşak) söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz (nifak ve fücur) bulunanlar tama düşerler. Sözü maruf veçhile ağır başlı söyleyin” (Ahzab, 32) Kısacası cilveli konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan her hangi bir kişi (şeytani) bir ümide kapılmasın. Ciddi ve ölçülü konuşun. Günümüz talkshow’culara ve izleyenlerine duyurulur.
Daha çok iç hastalığımız var, doğru bir yerde Emar çektirirseniz görürsünüz. Kibir, haset, öfke, gaflet, kasvet vs daha birçok hastalıklarımız tedavi olmayı beklemektedir. Toplumda namazsızlık bir hastalık olduğu gibi, çalışmamak, bölüşmemek, müsrif olmak da bir hastalıktır. “Hasta olduğum zaman O’dur şifa veren” (Ayet)
İÇ GÜVEYİ
Ayrı bir ev açmayıp evlendiği kadının ailesiyle oturan damada verile isimdir. “İç güveyisinden hallice” Nasılsın? Sorusuna karşı, “Eh, söyle, böyle, fena değilim” anlamında verilen şaka yollu cevap.
Geçmiş tarihte bir Ramazan ayında görevli olarak Fransa ya gönderilmiştim. Tanıştığım insanlar içinde Adapazar’lı bir genç de vardı. Bir akşam beni teravih den sonra evine çay içmeye götürdü. Sohbet esnasında bana şöyle dedi. Hocam sizden bir yardım talep edebilir miyim? Buyurun kardeşim gücüm yeterse memnuniyetle dedim.
Hocam ben Türkiye’den buraya damat olarak geldim ve kayınpederimin evinde kalıyorum, Eşim burada büyüdüğünden yabancı dili biliyor ve buranın kurallarının farkında. Ben is evsafsız ve dil bilmeyen bir damat olarak burada bulunduğum için ne eşime, ne kayınpederime nede topluma karşı söyleyecek bir sözüm olmuyor.
Ne zaman ağzımı açsam sen bilmezsin eşin bilir veya kayınpederin bilir diyorlar, böylece kişiliğim zedelendi ve kendime güvenimi kaybetmeye başladım. Bu sebeple hocam ülkeme döndüğünde gençlere söyle buralara damat olarak gelirlerken çok mu çok düşünsünler zira ben çok pişmanım sayın hocam. İlk yıllar ne paran var, ne evin, ne dilin nede söz hakkın. Böylece yaralanmış bir kimlikle gelecek imar etmek ne kadar mümkündür. Doğrusu onun bu talebini kürsüde söyleyemedim, bu satırlardan gençlere duyurulur. Nisa suresi 34. “ Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler”-Ailenin reisidirler- (Ayeti lütfen okuyunuz)
LATİF! CEMAL EFENDİ
Bir umre yolculunda kendisini tanımıştım. Babası Şam Emevi’ye camiinde vaaz etmiş. Bu saygın şahsın doksan yaşlarında idi ve adı Cemal Cebeci’dir. 15. Dönem kayseri milletvekilliği yapmış. Bu zat otelde oda arkadaşımdı. Sizden iyi olmasın yaşayan ve özlenen ahlak örneklerini onda görmek nasib oldu.
Bir akşam yemeği esnasında tatlı almak için yerimden kalktım ve beraber yediğimiz beyefendiye de tatlı almak istediğimi söyledim. Tatlı tabağıma yaklaşık iki kişilik tatlı aldım ve masama dönerken, umrecilerden bir bey “hocaaa bize de kaldı mı” diyerek bir söz attı ortaya. Tam cevap vermek üzereydim ki Cemal Efendi bana işaretli, cevap vermememi işaret buyurdular. Bende sessizce ve birazda canım sıkkın olarak yerime oturdum.
Cemal efendi bana hitaben şöyle dedi. O kişi sözüm ona, sizinle şakalaşmak istedi Fakat bilemedi ki biz namazımızı teslim edip imametine tabı olduğumuz/uyduğumuz insanlarla şaka yapmamalıyız. Zira namazımın değeri ve hatırı için onlarla güzel geçinmeliyiz.
Bende bu söz altında ezilerek, keşke bizde bu sorumluluğun farkını ve değerini bilmiş olsaydık deyince, bu husus sizin takdir buyuracağınız meseledir dedi Ve ekledi ille de şaka yapacaksak, “Latife latif olmalıdır efendim” ( Latifenin kırıcı, kaba ve açık saçık olmaması, şaka yapılırken bile incelikten uzaklaşılmamasıdır)
Ayet; “Tatlı ve güzel bir söz, bir ayıp örtme ve kusur bağışlama, peşinden gönül incitici hareket gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah mutlak servet sahibi, müstağnidir, kullarının hataları karşısında çok sabırlı ve müsamahalıdır” (Bakara, 263)
MEHMET OKUR HOCAMIN KABRİNE GİTTİNİZ Mİ?
Muhterem Mehmet Okur hocamız, Orhan Camimizin Cumhuriyet dönemi ilk imamlarındandır. Kayıtlara göre 1923 ve 1963 yılları arasında (yaş haddi olmadığından) yaklaşık doksan yaşlarına kadar görev yapan selefimizdir.
Unutmadan söyleyeyim hocamla ilgili hatıra ve bilgiye sahip olanlarımız varsa bize ulaştırırlarsa memnun olur ve hepimizin paylaşma imkânına kavuşuruz.
Hocamızın kabri aynı zamanda, Orta Cami imam hatibi ve kürsüde vaaz esnasında vefat eden Cevdet Şimşek hocamızla aynı mezarlıktadır. Hocamız eski adıyla yorgalar/Asri mezarlık ve şehitlik olarak bilinen yağcılar mahallesindedir.
Mezarlığın ana kapısından girip sol tarafa dönüp batı tarafında ki duvara kadar yürüyerek sağa döndüğümüzde birkaç parsel geçtikten sonra, “Mehmet Okur ve Eşi Musemma Okur “olarak yan yana iki kabri göreceklerdir. Kabir duvarı üzerinde de “ORHAN CAMİ HATİBİ H. HAFIZ MEHMET OKUR AİLE KABRİSTANI” yazmaktadır. Hocamız yaklaşık olarak kırk yıl aralıksız görev yapmıştır. Hıfzı ve duruşuyla tanıyanları etkileyen ve kendisini sabah mukabelesinde dinlemek için Sapanca yüz evlerden gece yürüyerek şehre gelip, gececi kahvesinde sabahı bekleyip onun o taravetli okuyuşunu dinleyip gidenlerin var olduğunu bilmek bize yetmez mi?
“Sonra gelenler ise; Rabbimiz derler! Bizi ve bizden evvel iman etmiş bütün din kardeşlerimizi bağışla ve iman edenlere karşı kalbimizde herhangi bir kötü duygunun uyanmasına fırsat meydan verme. Rabbimiz Sen şefkati pek engin, hususi rahmeti pek bol olansın” (Haşr, 10)
MİM
Kur’an alfabesinin harflerindendir. Eski tarihlerde seneyi bildiren rakamdan sonra (M) muharrem ayını gösteren bir rumuz olarak konulurdu. Yoklamalarda “mevcut, var”, yazılı mühürlerin sonunda “bitti, tamam oldu” anlamında bir işarettir.
Kur’an kıratında ise; vakfı lazım işaretidir. Muhakkak vakıf yapılması gerektiğini gösterir. Durulmadığı takdirde mana değişir. İşareti ise “mimdir”
Mühim kelimesin ilk harfi olarak da, “mim koymak” tabiri kullanılır. Bazen de şüpheyle baktığımız için “mimlemek, mimlenmek” deyimi kullanılır. Cemal Cebeci’den yaşanmış anı; Haymana Müftülüğü sırasında, Kaymakam, kurban derilerini Tayyare Cemiyeti’ne verilmesi hususunda halka söylemesini ister. Babam da hacı Fevzi Numan cebeci (Kara Müftü) “Kusura bakma söyleyemem, halk istediği yere verir.”der. Kaymakam öfkelenir:”Seni mimlerim!” der. Babam da “Ben tepemden tırnağıma mimliyim, mim koyacak yer bulamazsınız.”diye cevap verir. Önemli bir hatıra; 1940’ lı yıllarda Develi’de şarap yapmak için üzüm toplanır. Üzümünü satmak isteyen bir müslüman, dinen bir sakınca olup olmadığını sorar. Babamın cevabı kesindir.”Yalnız üzümü satan değil, o üzümü şarap için getiren eşeği de cehenneme atarlar…”der.
Başında mim harfi bulunan mastarlara da “mimi” ifadesi kullanılır. Ayrıca Kur’an da ki “Hurufu Mukatta” (Ha-Mim)harflerindendir.
Ahhh! Harflerin bile ne anlam ve hatıraları var, keşke bilebilsek. Unutmamalı ki Esmai Husnadan birçoğu mimle baslamaktadır ( Mecid, Muhit, metin, mukit, mumin, muheymin, mutekebbir, musavvir ve mubin gibi). Biliriz ki Peygamberimizin de ismi (M) ile başlamaktadır. Muhammed aleyhisselam.